| |||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
28 ŞUBAT EFSANESİ05 Mart 2013, 11:48 Toplumsal olayların anlatımı, üzerinden zaman geçtikçe değişir. Bu yalnızca zihinlerde silikleşen görüntülerin yerine yenilerinin geçmesiyle olmaz, değişim olayın yaşandığı andan itibaren başlar. Adı üstünde “toplumsal olaydır”, birçok nedene dayanır ve toplumun tümünü etkiler. Bu sırada olaya giriş ve çıkış noktalarındaki sapmaların etkisiyle, yaşananların aktarımında farklılıklar görülür. Kimi korkusunu, kimi çıkarını, kimi de yalnızca izlenimlerini anlatır. Gerçeği anlamak için, anlatılanların tümüne bakmak gerekir. Böylece olayın faillerinin bugünkü toplumsal konumları hakkında da bir sonuca ulaşılabilir. Olayların anlatımına çıkarları gereği ekleme çıkarma yapan ya da yorum katanlar, bunun “masum” nedenlerden kaynaklandığı izlenimi yaratmak için anlatımı efsaneye dönüştürürler. Bu durumdan geri kalan tüm anlatımlar etkilenir ve etki yıllar içinde artarak, sanki başka bir olay yaşanmış gibi olur. İşte 28 Şubat “post modern darbesi” etrafında yaratılan efsane için de durum budur. Hatırlayalım: 28 Şubat 1997 Günü Milli Güvenlik Kurulu toplanarak Türkiye’de laikliğin, hukuk ve demokrasinin teminatı olduğuna vurgu yapan bir dizi karar aldı. O sırada merhum Necmettin Erbakan 28 Haziran 1996’da kurulan 54. Hükümetin başbakanıydı. Hükümet Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi ortaklığıyla kurulmuştu. Tansu Çiller DYP Genel Başkanı, Süleyman Demirel Cumhurbaşkanıydı. Kararların yürürlüğe girebilmesi için başbakanın imzası gerekiyordu. Erbakan desteğini aldığı kesimleri olumsuz etkileyeceğini düşünerek kararların yumuşatılması için bir süre bekledi. Beklentisi karşılık bulmayınca, 13 Mart’ta kararları imzaladı ve uygulanmasına geçildi. ( Daha sonra Erbakan’a yakın olanlar kararları değil, yalnızca giriş bölümünü imzaladığını ve bu yüzden uygulamaların hukuksuz olduğunu öne sürdüler.) Bu sırada ülke gündeminde şu tür olaylar yaşanıyordu: Erbakan eskiden beri söylediği gibi ülkenin yüzünü batıya değil, İslam ülkelerine döndürücü hamlelerde bulunuyor, örneğin Libya, Mısır, Nijerya gibi ülkeleri ziyaret ediyordu. RP’li belediyeler benzer bir söylem ve tutum gösteriyordu. Televizyonların ilk haberleri ve gazete manşetleri sürekli çeşitli tarikat ve cemaat haberleriyle doluydu. Her akşam açık oturumlarda saatlerce bu konular etrafında ve çoğu ipe sapa gelmez tartışmalar yaşanıyordu. Elbette buna karşı “laik cephe” diyebileceğimiz ve farklı hassasiyetler taşıyan bir toplum kesimi de oluşuyordu. Tüm bunlar birleştirildiğinde, “memleket elden gidiyor” misali bir görüntü ortaya çıkıyordu. Tabi ülkede yaşanan başka bir önemli olayı da unutmamak gerekiyor: 3 Kasım 1996’da “Susurluk Kazası” ile ülkedeki çetelerin bir ucu gün yüzüne çıktı. Kamuoyu çetenin kalanının da ortaya çıkarılmasını istedi ve bunun için uzun süre ışık yakıp söndürerek “aydınlık için bir dakika karanlık” eylemi yaptı. Başbakan kamuoyunun talepleri için “fasa fiso” dedi. Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan ışık yakıp söndürmeleri “mum söndü” olarak tanımladı. Kısacası 54. Hükümet çete soruşturması yapmaya cesaret edemedi. Ayrıntısına girmiyorum, askerler arasında çeşitli toplantılar yapıldı ve ülkenin karşısındaki en büyük tehdidin “irtica” olduğu belirtildi. 4 Şubat 1997’de Sincan’da tanklar yürüdü. 5 Şubat’ta Cumhurbaşkanı Demirel Başbakan Erbakan’a uyarı mektubu verdi. 21 Mayıs’ta Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş RP hakkında kapatma davası açtı. Koalisyon hükümetinin kuruluş protokolüne göre başbakanlık koltuğuna Erbakan ve Çiller dönüşümlü olarak bir yıl süreyle oturacaklardı ve 18 Haziran’da Erbakan yerine Çiller’in geçmesini bekleyerek istifa etti. Ama Demirel hükümet kurma görevini ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a verdi. 30 Haziran’da yeni hükümet kuruldu. 19 Ocak 1998’de RP kapatıldı. Aradan yıllar geçti ve TBMM’de 2012’de “Darbeleri Araştırma Komisyonu” kuruldu, 28 Şubat muhtırasını da bir darbe olarak değerlendirip, Tansu Çiller’i “mağdur” sıfatıyla komisyona ifade vermeye çağırdı. Tabi bu sırada Çiller”e yöneltilen sorular arasında, 1995 seçimleri boyunca RP karşıtı söylemler kullanarak TBMM’ye gelmesine rağmen daha sonra neden bu partiyle koalisyon kurduğu sorusu yoktu. Koalisyon kurma nedeninin, hakkındaki yolsuzluk dosyalarıyla ilgisi olup olmadığı araştırılmadı. Çünkü yeni hükümete dâhil olmasının ardından Çiller’le ilgili soruşturmalar unutulmuştu… Bir de bu gelişmelerin ekonomik cephesi var: Ekonomici Mustafa Sönmez’in 27 Şubat 2010 tarihli yazısına göre 54. Hükümet döneminde “İslami kesimden” sayılabilecek şirketlerin servet ve sayısında artış olmuş ve bu durum İstanbul sermayesini kaygılandırmıştı. Eğer muhtıra verilmese, yüksek enflasyon ve faizler yüzünden hükümet zaten dağılıp gidecek ve bu başarısızlığın ardından benzer İslamcı siyasetçilere tekrar oy verilmeyecekti. Ama tam tersi oldu, yıkımın faturasını başka siyasi partiler çekti ve AKP’yi kuranlar 28 Şubat mağduriyeti üzerinden oy toplayarak bugüne geldiler. Yazarın yorumuna göre günümüzde İstanbul sermayesini temsil eden TÜSİAD’la MÜSİAD uzlaşmış görünüyor. Olayın ekonomi açısından bir başka yorumu da, kendini 28 Şubat mağduru sayan MÜSİAD’dan geliyor. Derneğin 3. Dönem Başkanı Ömer Bolat geçen yıl Yeni Şafak gazetesindeki yazısında şöyle diyor: “O dönemde 22 özel banka batırılarak ve 4 kamu bankasının içi boşaltılarak, Hazine’nin yani milletin sırtına 50 milyar dolar yük bırakıldı. 21 Şubat 2001 krizi ile dip yapan Türkiye ve güzel halkı, 10 yıl boyunca 28 Şubat’ın aktörlerinin hortumladıkları paraların geri ödenmesi ve faizi yükü olarak 253 milyar TL (eski paramızla 253 katrilyon TL) maliyete katlanmak zorunda kaldılar.” Tabi bunun ardından, Türkiye’de 10 yıldan bu yana neden dünyanın en yüksek faizlerinin verildiği ve bunun hangi “güzel halkın” paralarının nerelere gitmesine yol açtığını da sormamız gerekiyor. Ek olarak sürekli 70 milyar dolar civarında gezinen cari açığın sonuçlarından birisinin kamu mallarının yok pahasına elden çıkarılması olup olamayacağını öğrenmemiz gerekiyor… Sonuç olarak 28 Şubat’ta bir mağduriyet yaşandı. Bu çoğu zaman emperyalist bir gücün, Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu bir ülkeyi işgal etmesi sırasında yaşananlara benzetilerek anlatılıyor. Bu yüzden dönemle ilgili görüntülerin ilk sırasında, gerçek mağdurlar olan türbanlı öğrencilere çok fazla yer veriliyor. Bu öğrenciler okullarına gidemedi ve mağdur oldular. Ama bu sırada zengin çevrelerin türbanlı çocukları ABD ve Avrupa ülkelerinde okudular. Bu farklılığın nereden kaynaklandığı sorulmadığında, anlatım eksik kalıyor… 28 Şubat, egemen kesimler arasındaki çıkar çatışmalarının bir sonucudur. Demokrasisi eksik olan ülkelerde toplumsal çıkarlar korunamaz. Bu yüzden ülkenin zenginlikleri hükümete yakın olanlarla, devlet içinde yuvalanmış bazı çeteler tarafından paylaşılır ve çok az bir bölümü halka dağıtılır. Çıkar çevrelerinin çatışma nedeni ve çerçevesi budur. Ülkemizde darbe geleneği olduğundan, bu çatışmalar genellikle “darbe yapılacağı” korkusu kullanılarak ya da cuntalara dayanılarak yaşanır. 54. Hükümetin başına gelen de bundan ibarettir. Zamanın hükümetini kuranlar gereken cesareti gösterememiş, muhtıraya karşı duramamış ve bugün başka hesaplaşmalar üzerinden efsaneler anlatmaktadırlar. Durum bundan ibarettir. Bu haber 6378 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |