| |||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
LIBOR FAİZİ SKANDALI22 Temmuz 2012, 23:11 Çocukluğumuzda biri anlamadığımız bir laf söylediğinde “acaba küfür mü” diye hemen “sensin” der ve yakasına sarılırdık. Büyüdükçe ehlileşiyor, yumuşak başlı hale geliyor ve artık küfürlere bile sesimizi çıkarmaz oluyoruz. Dolayısıyla bilmediğimiz lafların anlamını da merak etmiyoruz... Bu günlerde dünya politika ve ekonomi çevrelerinde “libor faizi” skandalı konuşuluyor. Bu İngilizce kökenli bankacılık terimi “London Interbank Borrowing Offer Rates” sözcüklerinin baş harflerinden oluşuyor ve “Londra bankalar arası ödünç verme faiz oranları” anlamına geliyor. Elbette bankalar tuz, şeker değil; para ödünç veriyor. İşte, geçtiğimiz günlerde dünya para trafiği yönetiminde ve bankaların kazancında belirleyici rolü olan bu faiz oranıyla ilgili olarak, başlıca büyük bankaların bir dümen çevirdiği ortaya çıktı. Dolayısıyla, az duyduğumuz ve anlamı küfürden daha hafif sayılamayacak bu sözcük de yaşamımıza girmiş oldu. Bilindiği üzere bankalar yeterli parası olmayan ama yapacağı işten kazanç elde etmeyi düşünenlere faizle borç veren kurumlar. İlk bankalar, dünya ölçeğinde ticaret yapılan Hollanda ve Venedik’te 16. yüzyılda kuruluyor. Borç vermek için, başkalarından borç alıyorlar. İşleyişlerinin temeli, bugün de değişmeyen biçimde düşük faizle borç bulmak ve yüksek faizle borç vermeye dayanıyor. Eskisinden tek farkı, günümüz bankaları dünyanın her yerine ve toplumsal yaşamın her alanına yayılmış durumdalar. Dolayısıyla çalışma düzenlerini uçan sinekten bile faiz geliri elde edecek biçimde kurmuşlar. Son 30 yılda ülke ekonomilerinin birbirlerine yaklaşması ve hızlı bir küresel işleyişe ulaşması sonucu, bankaların dünyadaki etkinliği eskisine göre arttı. Bu da faiz oranlarını küresel ölçekte belirlemelerini zorunlu kıldı. Bu amaçla 1985 de, tarihsel olarak sermayenin her zaman merkezi olan Londra’da İngiltere Merkez Bankası ve bazı büyük bankaların girişimiyle ortak faiz oranı belirleme kararı alındı. O zamandan beri her gün Londra saatiyle 11.00’ de bankalar arası para alışverişinde ABD doları üzerinden uygulanacak faiz oranı dünyaya duyuruluyor. Bu oran gecelik olduğu kadar, uzun vadeli borçlanmalar için de geçerli oluyor. Ve yalnızca para alışverişini değil, konut, otomobil, tüketici kredileri dâhil çeşitli borç takasları ve döviz işlemlerinde de kullanılıyor. Libor faiz oranlarını önceleri yalnızca İngiliz bankaları belirlerken, bugün 60 kadar ülkeyi kapsayacak biçimde, birçok banka ortak belirliyor. Bu oranlar 10 farklı para birimi üzerinden saptanıyor ve şöyle kullanılıyor: Örneğin biri diğerinden borç alırken libor faiz oranı üstüne yüzde 3 faiz vereceğini söylüyor. Varsayalım ki libor faiz oranı yüzde 2 olsun. Bunun üzerine yüzde 3 eklediğimizde, borç alanın ödeyeceği toplam faiz yüzde 5 oluyor. Anlaşılacağı üzere libor faizi, büyük bankaların her gün yeniden belirlediği ve tüm para işlemleri için geçerli olan bir sabit faiz oranı anlamına geliyor. Bankacılık işlemlerinde faiz oranları bankanın çıkarlarını koruyacak biçimde belirlendiğine göre, bir kaç büyük banka tarafından belirlenen böyle bir sabit faiz, dünyadaki her tür para alışverişinde her zaman büyüklerin çıkarlarının korunması anlamına geliyor. Günlük olarak bir ödemeyi acilen yapması gereken ya da yatırımı için elinde yeterince sermayesi bulunmayan kişi ve kuruluşlar kendilerinden daha güçlü bankalardan borç alırken önce borçlandıkları kurumun kâr payını ödemeyi garanti ediyorlar, ardından kendi kârlarını düşünüyorlar. Ama büyük bankalar bununla da yetinmiyor, zaten dünyadaki faiz işlemleri sırasında garanti altında olan kârlarından da fazlasını elde etmek için kendi aralarında anlaşıyor ve piyasayla ilgisi olmayan faiz oranları belirliyorlar. Örneğin borç isteyenlerin sıkıntısına bakarak abartılı faiz oranları uyguluyorlar. Ya da bankalarının açıklarını kapatmak için borç verdikleri kuruluşların risklerine aldırmıyor, çeşitli risk fiyatlandırmalarını bir yana iterek düşük faiz uyguluyorlar. Tüm bu işlemler herkesin gözü önünde yapılmadığı ve az sayıda uzman yöneticinin kendi arasındaki görüşmelerle sonuca bağlandığı için, bankalar yıllardır dünya ekonomisinin sırtından haksız kazançlar sağlıyorlar. Aslında bu bilinmedik bir durum değil, ilk kez 1990 sonlarında ABD Merkez Bankası için çalışan bir denetçinin raporuyla gündeme geliyor. Ama 2008 yılında ABD’de başlayan, tüm dünyaya yayılan ve etkisi halen süren krizle birlikte önem kazanıyor. Çünkü kriz üretim yerine para ticaretinden ve çeşitli spekülasyonlardan para kazanılmasıyla büyüyüp gelişiyor. Bankalar elde ettikleri kârları sürekli üretimden uzak alanlarda değerlendirerek kâr etmeye çalıştıkları için, küresel para akışında tıkanıklıklar yaşanıyor. Borçlular borucunu ödeyemezken, alacaklı tahsilât yapamıyor ve iflaslar görülüyor. Adı üstünde kriz, eskiden çare olan her şey şimdi sorun haline geliyor. Örneğin ekonominin üretkenliği üst düzeyde ama üretim yapılamıyor. Çünkü ortada üretilen malı alacak tüketici yok. Tüketimi arttırmak için fiyat düşürülse, zarar ediliyor. Öte yandan insanların tüketime yönelmesi için ellerinde para olması gerekir. Bu da daha çok insanın çalıştırılması ve ücretlendirilmesi demek. Ama zaten üretilen malı bile satamıyorken, hiç kimse daha çok işçi çalıştırmak istemiyor. Ayrıca gelişen teknoloji sayesinde eskiden 100 işçinin işini, şimdi 5 işçi rahatlıkla yapıyor. Dolayısıyla bankalar 40 yıl önceki gibi sanayiye kredi vererek faiz geliri elde edemiyor. Bunun yerine, ekonomi üzerindeki ağırlıklarını kullanarak yapay gelir kapıları aralıyorlar. İşte libor faizlerine salt kendi çıkarları doğrultusunda müdahale etmelerinin nedeni bu. Bu skandalla ilgili ABD, İngiltere, Güney Kore, Almanya, İtalya gibi ülkelerde soruşturmalar yürütülüyor. İngiltere’nin ünlü bankalarından Barclays yöneticileri suçlarını kabul ederek 453 milyon dolarlık bir ceza ödedi ve yöneticileri istifa etti. Royal Banks of Scotland 233 milyon dolar ceza ödüyor. Lloyds Bank, HSBC, Deutche Bank özür diledi ve tazminata hazırlanıyorlar. Herhalde Türkiye’de de konuyla ilgili banka vardır... Bu arada bankaların küçük mevduat sahipleri ve kredi kullanıcıları başta olmak üzere halkı zarara uğratmasına karşı ilk yaygın tepki İtalya’dan geldi. Ekonomiyi zor duruma düşüren ve şimdi hükümet eliyle zararları kapatılmak istenen bankalara karşı halk ayaklanmış durumda. İtalya’yı İspanya izleyecek gibi görünüyor. Yunanistan’da uzun süredir benzer bir halk hareketi görülüyor. Aslına bakılırsa, geçen yıl Şubat Ayı içinde bankaların bu tür skandallarıyla ilgili olarak İzlanda’da köklü bir reforma gidilmişti. Halkın baskısıyla bankalar devletleştirilmiş, toplumun başına bu tür sorunlar açan hükümetin istifası sağlanmıştı. Belki Avrupa’nın geri kalanı da İzlanda’nın izinden gider, bilemiyoruz... Son olarak şunu belirtmek istiyorum: İngiltere ve ABD dünyanın en liberal ülkeleri. Buralarda kural olarak ekonomiye devlet müdahale etmiyor. Bunun yerine, müdahaleler şirket ve bankalardan geliyor, kurdukları tekellerle ekonomiye yön veriyorlar. Eğer bu tekelleşmeler toplum yaşamını alt üst edecek noktalara gelirse, devlet işe el koyuyor. Bu yüzden şu an bu ülkelerdeki bankacılık sistemi, Türkiye gibi ekonomiye sürekli müdahale edilen ülkelerdekinden daha özgürdür. Önümüzdeki yıl ABD’de seçim var. Obama tekrar seçilebilmek için bankalara çeki düzen vermeye çalışıyor. Böylece hem kestirmeden halkın sempatisini kazanmayı, hem de bankaların daha fazla başıboş çalışmasını önleyerek ekonomiyi disiplin altına almayı düşünüyor. Yoksa yıllardır yapılan ve neredeyse herkesin normal karşıladığı bir vurgun, durduk yerde neden bugün ortaya çıksın ki?... Bu haber 2642 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |