| |||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
SURİYE, İSRAİL VE TÜRKİYE04 Şubat 2013, 09:56 Dünyadan haberimiz olmazsa, mahallemizden de olmaz. 31 Ocak Perşembe gününün ilk saatlerinde İsrail uçakları Suriye’de bir hedefi bombaladı. İlk açıklamayı Lübnan ordusu yaptı ve gece 02.00’dan itibaren 6 saat boyunca 4 İsrail uçağının sınırlarını ihlal ettiğini belirtti. Ardından İsrail ordusu bir açıklama yaparak, Lübnan Hizbullah örgütüne götürülen bazı gelişmiş silahların bulunduğu bir konvoyu bombaladıklarını söyledi. O gün akşama doğru Suriye Genelkurmayı yaptığı açıklamada İsrail’i yalanladı ve Şam yakınlarında bir askeri tesisin hedef alındığını, İsrail’e yanıt verileceğini belirtti. Hizbullah örgütü adına yapılan açıklamada Suriye’nin söyledikleri tekrarlandı. Rusya ve İran Suriye topraklarında bir hedefin bombalandığını, bu saldırıyla ülkelerin egemenlik haklarının hiçe sayıldığını söylediler. İran ayrıca İsrail’i tehdit etti. ABD başta olmak üzere diğer batılı ülkeler, İsrail’in açıklamasını tekrarladılar. Olayın üstünden 3 gün geçtikten sonra Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bir açıklama yaparak Suriye yönetimini eleştirdi ve “kendi masum sivil halkına karşı 22 aydır havadan uçaklarla karadan tankla ve topla saldıran Suriye ordusu, niye İsrail’in bu operasyonuna karşılık vermedi” diye sordu. Bu açıklamalardan sonra kafamız gerçekten ne olduğunu anlayamayacak kadar çok karıştı. Çünkü bu haberlerin başka ayrıntıları da vardı. Suriye’nin bombalandığını söylediği askeri tesis Ruslar tarafından kurulmuştu ve Esat’ın sarayına yakındı. ABD 2005 yılında burada kimyasal silah yapıldığını belirtmişti. Suriyeli muhalifler İsrail’in bombaladığı saatlerde tesise yalnızca kendilerinin saldırdığını ve zarar veremediklerini belirttiler. Söylediklerine göre o yakınlara herhangi bir İsrail uçağı gelmemişti. ABD, konvoyun tesisten yeni çıkmış olabileceğini ve bu yüzden tesisin bombalandığının sanıldığını açıkladı. Yani bu yorumuyla İsrail’i doğruladı. Yine de Suriye radarlarının uçakları niye algılayamadığı anlaşılamadı. Bazı batılı yorumcular, Suriyeli muhaliflerin radarları tahrip etmiş olabileceğini öne sürdüler. Böylece yaşanan olayla ilgili bilgi edinmek için sağa sola baktığımız her seferinde, adeta daha derin bir bataklığa gömülür gibi olduk. Aslında Suriye ile ilgili haberler konusunda başından beri benzer bir karışıklık yaşıyoruz. Nasıl yaşamayalım ki? Bir zamanlar Öcalan Şam’da barınırken iki ülke arasındaki ilişkiler düşmancaydı ve savaşın eşiğine gelinmişti. Bunun üzerine Suriye Öcalan’dan ülkeyi terk etmesini istedi ve 1998’de “Adana Mutabakatı” olarak adlandırılan bir anlaşma sonucu karşılıklı olarak suçluların iadesi kabul edildi. Ama yine de herhangi bir yakınlık yaşanmadı. Yakınlık her iki ülkedeki yönetim değişiklikleriyle birlikte başladı. 2000 yılında Hafız Esat ölünce yerine oğlu Beşer Esat cumhurbaşkanı oldu. Türkiye uzunca bir süre koalisyonlarla yönetildikten sonra 2002 yılında AKP yüksek bir oy oranıyla hükümet oldu. Bu değişiklikler başka değişimlerin de habercisiydi. Irak savaşı, her iki ülkeye de iç ve dış politikada yenilikler yapmayı dayatmıştı. Bir yanda ABD’nin “terörist devletler” listesinde yer alan Suriye uygulanan ambargolar yüzünden Türkiye’ye yakınlaşıyor, diğer yandan Irak’taki mezhep ve etnik temele dayalı çatışmalara nüfuz edemeyen Türkiye bölgede daha etkili olmak için komşularıyla sıcak ilişkiler kurma gereği duyuyordu. Yakınlaşma adım adım gelişti ve 2009’da Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olmasıyla doruğuna ulaştı. Bilindiği üzere o dönemde dış politikada “sıfır sorun” amacı güdüleceği ve tüm komşularla yakınlık kurulacağı ifade ediliyordu. Suriye’nin en önemli sorunu İsrail’le arasındaki savaş halinin sona ermeyişi ve barış görüşmelerinin yürümeyişiydi. Bilindiği üzere İsrail 1973 yılında Suriye’ye ait Golan tepelerini işgal etmişti. SSCB’nin dağılmasının ardından Suriye 1991’de barış görüşmelerine oturdu. Ancak yıllar boyu çeşitli ve karşılıklı nedenlerden anlaşma sağlanamadı. ABD her iki tarafa da barış için toprak verilebileceğini kabul ettirmesine rağmen barış gerçekleşmedi. Bu sırada her iki tarafla iyi ilişkiler içinde olan Türkiye’den arabulucu olması istendi. Türkiye bu öneriye dünden razıydı. 2009 yılında arabuluculuk girişimlerine başladı. Türkiye’nin girişimleri sonuç vermedi. Arabuluculuktan geriye kalan, Suriye ile ilişkilerin gelişmesi oldu. Örneğin 24 Temmuz 2009’da Halep’teki bir toplantının ardından Davutoğlu şu açıklamayı yapıyordu: “Hedefimiz iki devlet, bir kabine modeli ile çalışmak. Ekonomiden güvenliğe her alanda. Aslında bu model dünyada uygulanıyor. Fransa ile Almanya, ABD ile Meksika arasındaki ilişki buna örnektir. Biz de bu modeli Irak ve Suriye'den başlayarak hayata geçireceğiz." Türkiye Suriye ilişkilerinin iyi olduğu bu günler, 31 Mayıs 2010 günü İsrail deniz piyadelerinin Gazze’ye yardım filosuna saldırmasından çok önceydi ve henüz Türkiye’nin İsrail’le ilişkileri de iyiydi. O tarihlerde Türkiye’nin geleceğiyle ilgili konuşan herkesin ağzından bal damlıyor ve Ortadoğu’da Osmanlının boşluğunu dolduracağı söyleniyordu. Önce Türkiye Filistin konusunda İsrail’e uyarılarda bulunmaya başladı. Bu İsrail’le ilişkilerin gerilmesine ve Gazze Konvoyuna saldırıya kadar vardı. Ama Türkiye’nin bölgede izlediği “sıfır sorun” politikası asıl olarak Arap ülkelerindeki isyan dalgalarıyla geçersiz hale geldi. 17 Aralık 2010 günü Tunus’ta bir seyyar satıcı işsizliği ve yoksulluğu protesto etmek için kendini yaktı. Bu ateş kısa sürede tüm Ortadoğu’yu sardı. Türkiye’nin olağan zamanlarda diplomatik görüşmelerle yürüttüğü dış politika, ancak gücün geçerli olduğu bu tür olağanüstü zamanlarda işe yaramaz hale geldi. Örneğin Türkiye Libya’ya müdahaleye etki edemedi. Tunus ve Mısır’da açık, Fas’ta örtülü yönetim değişiklikler yaşanırken, Türkiye’nin yapabileceği hiçbir şey yoktu. Olaylar kısa sürede Yemen’de ve körfez ülkelerine de sıçradı. Suriye ve Türkiye arası ilişkilerde soğukluk da bu dönemde başladı. Hükümetin açıklamalarına göre Esat bir yandan Türkiye’ye demokratikleşme sözü veriyor, diğer yandan gösterilere karşı orantısız güç kullanıyordu. İki ülke yönetiminin karşılıklı açıklamalarındaki gerilim giderek arttı ve bugüne gelindi. Bugün Suriye’den Irak, Ürdün, Lübnan ve Türkiye gibi komşu ülkelere 1 milyon’a yakın mülteci göçetmiş durumda. Bu ülkelerden yalnızca Türkiye Suriyeli muhaliflere açık siyasi destek veriyor. Öte yandan Türkiye Esat yönetiminin bir an önce gitmesini isterken, İsrail yalnızca kendi güvenliğini düşünüyor ve radikal bir yönetimin işbaşına gelmesindense, Esat’ın kalmasını istiyor. Dolayısıyla geçen hafta İsrail Suriye yönetimini zor duruma sokmak için değil, kendi güvenliğini tehdit edecek bir gelişmeyi önlemek için saldırmış olmalı. Bu da bombalamanın büyük olasılıkla İsrail’in açıkladığı amaçlar doğrultusunda yapıldığını gösterir. Dolayısıyla bir olayı açıklamak için sayısız haberi okumaya ve birbirinden farklı yorumlar arasında yolumuzu bulmaya çalışırken, sonunda vardığımız yer, zaten baştan beri bildiğimiz bir şey oluyor. İsrail yıllardır Suriye dâhil çevrede istediği hedefe saldırıyor. Suriye’de iktidarı ellerinde tutanlar, bunu bütün güçlerini kullanarak ve başka hiçbir kurala aldırmayarak yıllardır sürdürüyorlar. Türkiye yıllarca komşularının iç işlerine karışmamayı benimsedikten sonra ilk kez kabuğu dışına çıkmaya çalışıyor ve bu politikasını uygulamak istediği her iki ülkeden biri uçağımızı düşürüyor, diğeri gemimize saldırıyor. Öyleyse değişen ne? Bu haber 2380 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |