| |||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
HAYATIMIZDA BUNCA ACI VE YOKSULLUK VARKEN02 Ocak 2012, 10:22 Konumuz yeni yıl. Neresi yeni, anlamaya çalışacağız. Bunun için de; geleceği kesin olarak bilemediğimize göre boş vaatlere ve amaçsız umutlara değil, elimizdeki eskilere bakarak bir karşılaştırma yapacağız. Bilindiği üzere dünyamızın kuzey yarımküresinin ilkbaharı mart ayında, güneyin ise eylülde başlıyor. Çok uzak değil, daha yüz yıl öncesine kadar dünya halkları biri ilkbaharın ilk günlerinde, diğeri hasadın bittiği güz günlerinde olmak üzere; yılda iki kez kutlama yapıyordu. Çünkü büyük ölçüde tarım ve hayvancılıkla uğraşan toplumlar toprağa bağlı yaşıyor, bu yüzden ister istemez güneşin durumu, yağmurlar, rüzgârlar, kısacası mevsimlerle içli dışlı oluyorlardı. Toplumsal yaşam ekonomik krizlere, savaşlara ya da çoğunlukla anlamsız tatil günlerine değil; dünyanın güneş etrafında dönüşüne göre planlanıyordu. Dolayısıyla kültürümüzü de bu yaşam biçimi belirliyordu. Bu yüzden soğuk kış günlerinden çıkılıp yeryüzünün yeşermeye başladığı ılık ilkbahar günlerine girilmesi yeni bir yaşam döngüsünün başlangıcı olarak kabul ediliyordu. Ve yine benzer biçimde, güneşli günler boyunca açık alanlarda harcanan emeğin ürünlerinin hasat edilip ambarlara kaldırıldığı sonbaharın ilk günlerinde de; bir kışı daha aç geçirmeyecek olmanın mutluluğuyla şenlikler düzenliyordu. O zamanlar çeşitli yerleşimler arası ulaşım ve haberleşme bugünkü kadar yaygın ve hızlı olmadığı için, kış aylarında adeta herkes kendi kabuğuna çekilerek yaşıyordu. Ama yine de komşular, akrabalar, tanıdıklar birbirleriyle bugünkünden daha ilgiliydi. Çoğu zaman bugüne oranla eskiden daha az uygar olduğumuz söylense de, insanlığın önceki kuşakları yardımlaşmayı biliyor ve tok acın halinden anlıyordu. Giderek bu durum değişti. Batı Avrupa’da 16. yüzyıl sonlarında “sanayi” dediğimiz makinelere bağlı çalışma ve belli bir ürünü çok sayıda üretme tekniği ortaya çıktı. O zamana kadar büyükçe bir köyden farkı olmayan kentlerin nüfusu hızla artmaya başladı. Bugün de tanık olunduğu gibi, bir işe girip ücretli çalışmak üzere köylüler akın akın kentlere göç ettiler. Böylece kentlerdeki yönetici, zanaatkâr, esnaf ve tüccarlardan oluşan nüfusa sanayici, işçi ve işsizler de eklendi. Ve zamanla sanayi üretimine dayalı kapitalist toplum düzeni dünyanın her yanına yayıldı. Bir ülkenin fabrikaları olması kalkınmışlığının kanıtı; bir kimsenin sanayi ürünü eşya kullanması zenginlik, kibarlık ve yenilikçiliğin örneği gibi kabul edilmeye başlandı. Artık toprakla içli dışlı olan yaşam küçümseniyordu. Köy hayatını alaya alan tiyatrolar, romanlar yazılıyordu. Toplumların kendi tarihlerini unutmalarına yol açacak biçimde, kapitalist toplum düzenini yücelten yeni moda tutum, davranış ve alışkanlıklar geliştiriliyordu. Eğer kapitalizm Batı Avrupa yerine Hindistan’dan doğup dünyaya yayılsaydı, bugün Hıristiyan kültürünün bir parçası olan Noel Babalı bir yılbaşı yerine belki Budist gelenekleriyle ilintili bir yılbaşımız olacaktı. Dolayısıyla yılbaşı günleri kalabalık alanlarda görev yapmaya çalışan polislerimiz de Noel Baba yerine büyük olasılık Hint kültürüne uygun kıyafetler giyeceklerdi… Toplumu kim yönetiyorsa, egemen inanç, gelenek ve kültür de onunki oluyor. Burada sorun Keşan Müftüsünün dediği gibi Noel Babanın niye bacadan girdiğiyle ilgili değildir. Sorun bizim kültürümüze olduğu kadar diğer dünya halklarının gelenek ve göreneklerine de uymayan bu tür kutlamalar yapılıyor oluşundadır. Hatta bu soruna şunu da ekleyebiliriz: Böyle bir kutlamaya gönülden katılan ve kültürünün bir parçası olarak görenlere “neden yılbaşı kutluyorsunuz” diye sorsak, büyük çoğunluğu yaşamıyla somut olarak bağlantılı bir yanıt veremeyecektir. Çünkü günümüz insanı artık bu tür toplantılara doğrudan kendisiyle ilgili bir nedenden değil, herkes gittiği için gider. Herkes eğleniyorsa ben de eğlenirim. Büyük çoğunluk üzüntülüyse, nedenini bilmesem bile müziğin sesini kısarım, yüksek sesle gülmem. Bu durum adeta insanı yalnızlaştırarak tek başına, güvencesiz, endişeli hale getiren bir yaşamdan kaçmak için yapılan bir davranış gibidir. Dolayısıyla televizyonlarda her yılbaşında Avustralya’dan başlayarak ABD’ye kadar uzanan ülkelerin büyük kent meydanlarındaki havai fişek gösterilerini, konserleri, kalabalıkları göstererek sanki tüm insanların ortak bir yılbaşı kültürü varmış gibi davranmak, yalandan ibarettir. Çünkü o meydanları dolduran ya da evlerinde yılbaşı kutlaması yapanları defalarca katlayacak kadar büyük bir çoğunluk yılbaşından habersizdir. Onlar için ertesi gün tatil değildir. Günümüz kapitalist toplumu eski zamanların doğayla iç içe ve mevsimlere göre süren toplum yaşamından çok farklı bir düzen içinde yaşıyor. Bu düzen tümüyle hangi işin ne kadar kazanç sağlayacağı ve bireylerin eline ne kadar para geçeceği üzerine kuruludur. Dolayısıyla hesap yapmak, bu yaşam düzeninin omurgasıdır. Her birimizinki ve toplumsal yaşam haftalık, aylık, yıllık hesaplar etrafında döner. Bankalar, şirketler ve devletler bütçelerini yıllık hesaplara göre yaparlar. Onlar açısından yılbaşının 1 Ocak ya da 1 Temmuz olması farketmez, yalnızca hesap yapmaya yarayan ve ticaretin sınır tanımaz biçimde sürmesi için dünyada ortak kabul görmesi gereken bir başlangıç tarihi olması yeterlidir. Yılbaşı günleri; içinde yaşadığımız toplumu yönetenler açısından geçen yıldan devraldıkları borç ve alacakları bilmenin ötesinde fazla bir anlam taşımaz. Bu yüzden bankalar, vergi daireleri, muhasebe büroları ve şirketlerin muhasebe bölümleri yılın son günlerinde durmadan çalışırlar. Yine de çocukluğumuzda yılbaşı gecelerini iple çekerdik. Yılbaşı bizim için güzel yemek, kuruyemiş, tombala ve eğer uyumamışsak piyango çekilişini radyodan dinlemek demekti. Tanıdıklarımıza yeni yıl kartları atardık. Gençlik yıllarımızda genellikle evden uzak olduğumuz yılbaşına içki içip sarhoş olmak da eklendi. O yaşlarımızda dünyanın bu kadar dertli, hayatın bu kadar adaletsiz olduğunu bilmediğimiz için mi böyle yapıyorduk? Tam olarak böyle denemez. Evet, bizim gibi orta yaşa gelmiş insanlar o zamanlar çocuk saflığını yaşıyordu ama dünya da henüz bugünkü kadar bozulmamıştı. Telefona ve mail adresime gelen yılbaşı mesajlarına bakıyorum. Hepsi de başta barış olmak üzere mutluluk, iyilik, güzellik vs. diliyorlar. Çeşitli kurumlardan gelen bu tür mesajları zaten hiç hesaba katmıyorum. Geri kalanlara da inanmıyorum. Biliyorum, zaten bu mesajları yollayanlar da inandıklarından değil, yalnız olmadıklarını hissetmek ve uzaktan bile olsa bir tanıdıklarıyla selamlaşmak amacıyla böyle davranıyorlar. Birkaç yıldır bu önemli sayılan günde kimseye mesaj atmıyorum. Uzaklarda yaşayan ve uzun süredir göremediğim birkaç arkadaşıma telefon ediyor, görebildiklerimle de sıradan bir akşam yemeği yiyorum. Hayatımızda bunca acı ve yoksulluk varken, daha ne zamana dek yokmuş gibi davranabiliriz ki? İnsanlığın ezici çoğunluğunun bu tür sanal eğlentilere dönüp bakma olanağı bile yokken, yalnızca kalbimizi biraz daha katılaştırmaya ve her birimizi biraz daha yalnızlaştırmaya yarayan yılbaşı benzeri kutlamalardan uzak durmak gerektiğini düşünüyorum. Ve elbette herkes için iyilik, güzellik dilemek istiyorum. Ama biliyorum ki artık bunlar dilemekle değil, ortak çabalarla gerçekleşecek. Bir zamanlar bugünkünden güzel bir hayat vardı, gayret edersek yine ve üstelik daha iyisi neden olmasın? Bu haber 2376 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |