| |||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
MERHAMET DEĞİL ADALET...29 Nisan 2012, 19:07 Bu yıl ülkemizde ilk kez “28 Nisan Dünya İş Cinayetleri, Yaralanmaları Anma ve Yas Günü” için toplantı yapıldı. Çalışırken yaşamını yitirenlerin yakınları, yaralananlar, hukukçular, sendikacılar ve akademisyenlerden oluşan “İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi”, 28 Nisan Cumartesi Günü İstanbul’da Petrol İş Sendikası genel merkezinde bu konuda bir sempozyum düzenledi. Canları yanan binlerce insandan bir bölümü bir araya gelerek konuştu, dertlerini paylaştı ve beraberce çare aradı. Ortak görüşleri, kısaca “kaza” denilen ve genellikle yetkililerce “merhamet” kapsamı içinde görülen bu durumun kaza ya da alınyazısı olmadığı yönündeydi. Sempozyum boyunca söz alanların hepsi, yaşanan olayların çalışma koşullarının sürekli ağırlaştırılması ve kamu denetiminin yetersizliğinden kaynaklandığını dile getirdiler. Bu yüzden toplantı çağrıları da “merhamet değil adalet” adıyla yapıldı. Ve bu yüzden yaşananları “iş cinayeti” olarak nitelendirdiler. Ülkemizin dört bir yanındaki iş yerlerinde her gün insanlar yanarak, boğularak, göçük altında kalarak, yüksekten düşerek, zehirlenerek, büyük ağırlıkların altında ezilerek ölüyor. Bu tür olayların haberleri genellikle “tüp patladı, heyelan oldu, gaz kaçağı yüzünden yangın çıktı, elektrik çarptı, inşaat iskelesi çöktü, dozer devrildi” diye veriliyor. Bu haberleri o kadar çok duyuyoruz ki, artık hepimize olağan görünüyor. Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre ülkemizde bu tür nedenlerden 2010 yılında bin 444 işçi, 2011 yılında bin 563 işçi yaşamanı yitirmiş. Yani günde ortalama 4 kişi ölmüş. Biz ancak bu ölümlerden bir bölümünü duyuyoruz. Onlar da birkaç işçi bir arada yaşamını yitirirse ya da böyle bir olay gözönünde yaşanırsa duyuluyor. Geri kalanlardan haberimiz bile olmuyor. 28 Nisan günü bu tür ölümleri insanlara hatırlatmak ve kalanlar arasında dayanışma oluşturmak amacıyla yaklaşık 30 yıldır dünyada anılıyor. Bu anmalar ilk kez Kanada’da başlamış ve son yıllarda dünyada artan işçi ölümleriyle birlikte birçok ülkeye yayılmış. Birleşmiş Milletlere bağlı ve Türkiye’nin de üyesi olduğu bir kuruluş olan ILO (International Labour Organization – Uluslararası Çalışma Örgütü) kayıtlarına göre her yıl dünyada 2 milyon 300 binden fazla insan iş cinayetleri sonucu ölüyor. Bu sürede her yıl yaklaşık 337 milyon insan “kaza” denilen iş yeri olayları yaşıyor. Bu arada zehirli gazlar ya da ağır çalışma koşulları yüzünden yaklaşık 160 milyon insan da giderilmesi olanaksız zararlar görerek, yavaş yavaş ölüyor. Bu durumda her gün dünyada ölen işçi sayısı yaklaşık 6 bin 300 kişi ediyor. Bu da, her 15 saniyede bir kişinin işyerinde yaşamını yitirdiği anlamına gelir. Yani, bu yazıyı toplam 5 dakikada okuduğunuzu kabul edecek olursak, bu süre içinde 20 kişi ölüyor. Bu sayı tüm savaşlarda yaşamını yitiren insanlarınkinden fazladır. Türkiye’de işçilerin hala yarısı sigortasız çalışıyor. Dolayısıyla SGK kayıtları yalnızca kurumla ilişkili olanlara dair sonuçları veriyor. Ayrıca Türkiye’nin sanayileşme tarihi yeni ve sendikaların bu sırada yürüttükleri mücadele birikimi askeri darbelerin de etkisiyle çok sınırlı olduğu için, meslek hastalıklarının yüzde 98’i resmi kayıtlarda görünmüyor. Örneğin kot taşlama işçilerinin yakalandığı akciğer hastalığı bile işçilerin uzun süredir mücadele vermesine rağmen yakın zamanda kayıt altına alınmaya başlandı. Dünyada 60 kadar ülkede yasaklanan asbest kullanımı, ülkemizde daha yeni yasaklandı. Ülkemiz genelinde her yıl yaklaşık 150 bin kişi kansere yakalanıyor. Bunların yaklaşık yüzde 10 kadarının yapılan meslekten kaynaklandığı tahmin ediliyor. Bütün bunlar, çalışma koşulları yüzünden ölümlerin resmi kayıtlardakinden çok fazla olduğunu gösteriyor. Türkiye, iş cinayetleri sıralamasında Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü sıradadır. Ülkemizde her yıl yaklaşık 75 bin iş “kazası” yaşanıyor. Bunun en önemli nedeni, çalışanların işsiz kalmamak için riskli iş koşullarına boyun eğmesi olarak gösteriliyor. Çünkü geçen yıl resmi istatistiklere göre işsizlik oranı ilk defa çalışabilecek nüfusun yüzde 9,8 ine düşerek, böylece uzun yıllardan beri ilk kez yüzde 10’un altına inilmiş oldu. Ama bu bile gerçek sayıyı göstermiyor. Emekli ya da öğrenci olduğu halde geçinemediği için iş arayanlar, ev kadınları, iş aramaktan umudunu kesen işsizler bu sayının içinde ye almıyor. Onlar da eklendiğinde, gerçek işsiz miktarı bunun iki katı kadardır. Dolayısıyla bu koşullarda iş bulabilen, koşullara aldırmadan işi kabul ediyor. Buna karşılık işçi bulma sıkıntısı olmayan patronlar da düşük ücretle ve uzun süre boyunca çalışacakları işe alıyor. Dolayısıyla iş koşullarının iyileştirmesi için masraf yapmaktan kolayca kaçınıyorlar. Geçtiğimiz Mart Ayı başlarında İstanbul Esenyurt’ta yanan çadırda yaşamını yitiren 11 işçinin yaşadıkları bunun somut örneğidir. Kolayca tutuşacağı belli olan naylon çadır yangınından ölmeseler bile, ağır kış koşulları yüzünden işçilerin zatürreye yakalanması ve akciğer sorunları yaşamaları kaçınılmazdır. İşsizlik tehdidi olmasa bu koşullara kim razı olur ki? Ayrıca kayıt dışılığı önlemekten uzak olan mevzuat ve kamu denetimindeki yetersizlikler, bu tür olayların yaşanmasına zemin hazırlıyor. Örneğin kamu kurumları başta olmak üzere pek çok yerde çalışanları işin asıl sahibi olan firmada değil, taşeron bir firmada çalışıyorlar. Dolayısıyla denetim sırasında birçok karışıklıklar yaşanıyor ve taşeron firmalar denetim dışı kalabiliyor. Ya da evlerdeki çalışmalar, parça başı yapılan işler, mevsimlik çalışma, küçük işyerlerindeki işler, dağ başlarındaki şantiye ve maden ocağı gibi yerlerdeki işçiler gözden ırak oldukları gibi; her türlü denetimden de uzak oluyorlar. İşsizliğe bir de bu tür düzensiz çalışma koşulları eklendiğinde, çalışanların hayatı pamuk ipliğine bağlı oluyor. Örneğin toplantılarda söz alan Hüseyin Algan, eşinin evlere temizliğe gittiğini ve camları silerken pencerenin yerinden çıkması sonucu yüksekten düşerek yaşamını yitirdiğini anlatıyor. Yasal olarak ev işçileri güvence altında değiller. Yapılan binanın penceresi yerinden çıkabilecek kadar çürük, denetimi yapan ortada görünmüyor. Ne evin sahipleri, ne müteahhidi, ne de resmi makamlar sorumluluk üstlenmiyorlar. Çalışırken ölmek kader değil. Alınabilecek önlemlerle bu tür ölümlerin büyük çoğunluğunun önüne geçilebilir. Ama masraf olmasın, maliyet artmasın diye bu önlemler alınmıyor. Yalnızca iş sahibinin kârını arttırmak için, yıllardır insanların ölmesine göz yumuluyor. Ve biz başımıza gelmedikçe, bu olayları çok normal karşılıyoruz. Bu toplantıda söz alan Yeraltı Maden İş Sendikasının kurucusu ve 12 Eylül darbesinin baskılarını somut olarak yaşayanlardan biri olan Çetin Uygur, iş cinayetlerini olağan saymamızla ilgili şöyle bir örnek anlatıyor: “Zonguldak'ta çok fazla ‘Satılmış’ ismi vardır. Anneler babalar Satılmış ismini madende çalışmaya gidecek ve oralardan geri gelmeyecek diye veriyor. Tanrıya adanmış tanrının korumasına bırakılmış olarak Satılmış ismi veriyorlar." Gaziosmanpaşa'da çalışırken yaşamını yitiren taşeron firmada çalışan enerji işçisi Erkan Keleş'in ağabeyi Mustafa Keleş şöyle diyor: "En çok zoruma giden; insan yerine koyup da başınız sağolsun diyen yok. İnsan yerine koyulmadık, en fazla bizi üzen taraf bu. Orada bir adam ölmüş gitmiş şeklinde bakılıyor. Kan parasının falan peşinde değiliz. Suçlular suçunu çeksin diyoruz. Adalet istiyoruz." Ve söz bitiyor. Bu haber 2358 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |