| |||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
ARAP BAHARI'NDAN GERİYE KALACAK OLAN16 Eylül 2012, 23:20 Ülkemizde yeni öğretim yılı 17 milyon öğrenciyle başladı. Suriye’de de okullar bu hafta açıldı ve 5 milyon öğrenci yılın ilk derslerine girdiler. 2011 yılının Mart ayından bu yana iç savaşın yaşandığı bu ülkede; haberlerde belirtildiği kadarıyla yıkılan okullar, yaşamını yitiren öğretmenler nedeniyle sınıflardaki öğrenci sayısı kimi yerlerde 100’ü geçiyormuş. Gidip görenler, savaşa rağmen hayatın olağan akışının nasıl sürdüğünü anlatıyor. 2 yıldan bu yana Basra Körfezi kıyılarından Cebelitarık Boğazına kadar uzanan geniş bir coğrafyada bir yandan iç karışıklıklar yaşanıyor, diğer yandan günlük yaşam sürdürülmeye çalışılıyor. Sokak çatışmaları, intihar saldırıları, bombardımanlar, suikastlar, tutuklamalar, işkenceler ve bir uçları dünyanın büyük kentlerindeki güçlü karar merkezlerine kadar uzanan politik ayak oyunları; bu ülkelerde sıradan olaylar haline gelmiş durumda. Bir zamanlar Emevi ve Abbasi devletlerinin hüküm sürdüğü, daha sonra Roma ve Osmanlı imparatorluklarının yönettiği “Arap coğrafyası” diye bilinen topraklarda; yaklaşık 360 milyon kişi, 22 ayrı devlete bölünmüş olarak yaşıyor. Yüz yıl kadar önce petrolün önem kazanması ve Arap coğrafyasında bol miktarda bulunduğunun dünyanın efendilerince öğrenilmesinden beri, buralarda yaşayan insanlar huzura hasret. Yıllardır, hepsinin ardında emperyalist devletlerin ve küresel sermayenin çıkarlarının yattığı çatışmalar içinde yuvarlanıp gidiyorlar. Bugün buna, sanki hayırlı bir şeymiş gibi “Arap Baharı” deniyor. Genellikle insanların ağır zarar gördüğü bu tür olaylara böylesine yumuşak çağrışımlar yaptıran isimler takmayı, dünyanın ilk küresel emperyalist devleti olan İngilizler beceriyor. Bunu dünyaya yayma işini ise; her zamanki gibi, son küresel emperyalist devlet olan Amerikalılar üstleniyor. Bu tür konuları haber, şarkı, roman, film yaparak ve akademik çalışmalara yön vererek dünyaya benimsetiyorlar. Bizler de nedenini düşünmeden, Amerikan medyasının bir eşya markası misali dünyaya yaydığı bu adı kullanıyor; sayısız insanın nereden geldiğini bile bilmediği ölümlerle karşılaşmasına “bahar” diyoruz. Evet, dünyanın efendileri sanki bu ülkelerdeki diktatörlere yıllarca silah satmamış, buralardaki kirli rejimlerle petrol anlaşmaları yapmamış, gizlice karanlık işler çevirmemiş gibi; şimdi yaşananlara “bahar” diyorlar... İsyanların ucu kendilerine de dokunmasın diye olayları denetlemeye çalışıyor ve her fırsatta müdahale ederek daha çok kan akmasına yol açıyorlar. Hem ülkelerin içinde, hem de halklar arasında tarih, kültür, toplumsal çıkar birlikteliklerine dayalı yakınlıkları yok ediyor, yerine düşmanlık tohumları atıyorlar. Örneğin Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın 2 Nisan 2011’de “NATO’nun Libya’da ne işi var” demesinin üstünden bir hafta bile geçmeden, İzmir NATO deniz üssü yapılıyor ve aramızda tarihsel bağların olduğu Libya’ya karşı operasyonların merkezi haline getiriliyor. Yine bir başka örnek; Ortadoğu’da mezhep çatışmalarından uzaklaşabilmiş ender ülkelerden biri olan Suriye’de, tıpkı Irak’dakine benzer çatışmalara zemin hazırlanıyor. Hatay’daki yurttaşlarımız, bu çatışmaların yörelerine de sıçrayabileceği endişesini dile getiriyorlar. Biz bu gelişmeleri ve olası sonuçlarının ne olacağını bir yerden hatırlıyoruz. Cezayir’in Fransızlara karşı savaşarak kazandığı bağımsızlığın uluslararası ölçekte tanınması için 1958 yılında Birleşmiş Milletlerde yapılan oylama sırasında, Türkiye batılı dostlarını küstürmemek amacıyla çekimser oy kullandı. Çünkü Cezayir’deki sömürgeci uygulamalarını, Fransa’nın ülke içi sorunu gibi görüyordu. Bu sırada Fransız işgalcilerine karşı savaşırken ölenlerin üstünden, bir başka bağımsızlık savaşının komutanı olan Atatürk’ün resimleri çıkıyordu. Çekimser oy kararının politik sorumlusu elbette zamanın Türkiye Cumhuriyeti hükümetiydi. Ama tarihi sorumluluk, o zamandan beri tüm Türkiye halkının üstünde kaldı. İş burada bitmedi. Gün geldi, emperyalist Fransa, Sarkozy’nin devlet başkanlığı sırasında Cezayir’den resmen özür diledi. ( 4 Aralık 2007) Ve dört yıl sonra aynı Fransa’nın Ermeni soykırımıyla ilgili kararlar alması üzerine, Başbakan Erdoğan Fransızların Cezayir’de yaptıklarını kastederek “Sarkozy soykırımın ne olduğunu bilmiyorsa babası Paul Sarkozy’ye sorsun” demek durumunda kaldı. (23 Aralık 2011) Bunun üzerine Cezayir Başbakanı Ahmet Uyahia yaptığı açıklamada bu söz dalaşına işaret ederek; “Türk dostlarımızdan Cezayir’in sömürgeleştirilmesini pazarlık konusu yapmayı bırakmalarını rica ediyoruz. Kimsenin Cezayirlilerin kanından pazarlık malzemesi yapmaya hakkı yok” dedi. Çünkü Türkiye’nin eli Cezayir konusunda temiz değildi. Başbakanlığı döneminde 5 Şubat 1985 tarihinde Turgut Özal’ın Cezayir’den özür dilemiş olması da durumu kurtarmaya yetmemişti... Arap halklarıyla ilişkilerin düzeltilmesi için biricik sorun Cezayir olsa, Özal’ın özür dilemesi belki yeterdi. Ama çoğumuzun hatırlamak bile istemediği daha pek çok konu vardı. Bunların en önemlisi, İngiliz ve ABD desteğiyle İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan İsrail devletini Türkiye’nin 28 Mart 1949 yılında resmen tanımasıdır. Bilindiği üzeri bu devlet herhangi bir toplumsal gerekçeye dayalı olarak değil, yalnızca Tevrat’ta yazılanlara bakılıp bu toprakların İsraillilere tanrı tarafından vaat edildiği gerekçesiyle ve orada yüzyıllardır yaşayan Arap topluluklarının sürülmesi ya da yok edilmesi pahasına kurulmuştur. Türkiye’nin İsrail yanlısı tutumu, bu yüzden Arap halklarınca her zaman eleştirilmiştir. Bir başka sorunlu durum, Mısır’da 1953’te cumhuriyet ilan edilmesinin ardından Devlet Başkanı Cemal Abdülnasır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirmesi üzerine, stratejik öneminden dolayı kanalı kendileri denetlemek isteyen tüm batı dünyasının Nasır’a savaş açmasıyla ilgilidir. Bu sırada Nasır Mısır’da büyük bir kalkınma hamlesine girişip toprak reformu yaparken, Türkiye Marshall yardımından yararlanmak ve NATO’ya girebilmek için Kore’ye asker gönderiyordu. Dolayısıyla kriz boyunca Mısır’a karşı batılıların yanını tuttu. Yalnızca Cezayir değil, Tunus ve Fas’ın bağımsızlık girişimleri sırasında da Türkiye Kuzey Afrika’yı sömürgeleştirmeye çalışan Fransa’nın yanındaydı. Örneğin Fransa’nın Tunus’ta düzenlediği saldırıların kınanması için Arap ülkeleri temsilcilerinin 13 Aralık 1952 tarihinde Birleşmiş Milletlerde verdiği önergenin oylanması sırasında, Türkiye Fransa ile birlikte önergenin reddi yönünde oy kullandı. Türkiye uluslararası düzeyde Arap halklarıyla karşı karşıya gelirken, komşu Yunanistan tam tersi politikalar izledi. Bu yüzden Kıbrıs ve Ege benzeri sorunların görüşüldüğü her seferinde Arapların diplomatik desteğini aldı. Bu durum bile Türkiye’nin kendini sorgulamasına yetmedi ve Araplar için “bunlar ne biçim din kardeşi, bizim yerimize Ortodoks Hıristiyanları destekliyorlar” diye düşünmesini önleyemedi. Oysa zamanında din kardeşi olduğunu, Türkiye’de hatırlamamıştı. Şimdi yöneticilerimiz bir kez daha, bölgedeki çıkarlarını Ortadoğu’ya demokrasi ve huzur getirme iddialarıyla maskeleyen batılıların dümen suyundan gidiyor. Bize de, bu bahardan geriye yaprak dökümünden başka bir şey kalmayacağını anlatmak için tarihi hatırlatmaktan başka çare kalmıyor... mehmetpolat148.blogspot.com Bu haber 2011 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |