| |||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
FÜZE KALKANI02 Ekim 2011, 17:33 Bir süredir ülke gündeminin gözde konusu “füze kalkanı”. Bu gidişle daha çok konuşacağız gibi görünüyor. Çünkü bu konu Suriye devlet başkanı Hafız Esat’a haftada bir “akıllı ol” diye posta atmak, Mısır’a ve Libya’ya gidip “laik olun, ciğerimi yiyin” misali öğütler vermek kadar basit bir iş değil. Ayrıca, “bak, İran uzun menzilli füze yaptı, dünyanın her yerini vurabilir, üstelik nükleer bombayı patlatması da an meselesi” gibi sözlerle halkı füze kalkanına razı etmeye çalışmak da boşuna. Çünkü bu bizim bildiğimiz “kalkan”lardan değil. Yenilip içilmediği gibi, işi ülke topraklarını korumakla da sınırlı kalmıyor. Kurulma amacı, dünya güç dengelerini yeniden düzenlemeye yönelik. Bu yüzden, üzerinde daha çok konuşacağız. Elbette şu an çok huzurlu bir hayat yaşamıyoruz ama diyelim ki bu “kalkan” yüzünden başımıza bir savaş belası bulaşırsa, “neydi o günler” diye bugünlerimizi bile arar hale geliriz. “Füze kalkanı” gördüğünüz üzere açık ve anlaşılır anlamlar taşıyan iki kelimeden oluşan bir isim tamlaması. Kelimelerin her birinin anlamını biliyoruz bilmesine de, “füze kalkanı” diye yazıldıklarında durum değişiyor. Sonuçta bu meret her köşebaşında gördüğümüz “alışveriş merkezi” ya da “tekel bayii” gibi bir şey olmadığından, anlamıyoruz. En iyisi kelimelerin yaptırdığı çağrışımlara kanarak anlıyormuş gibi yapmamak. Türk Dil Kurumu sözlüğünde “füze” kelimesinin karşısında şu yazılı: “Bir yanıcı ve bir yakıcı maddenin sürekli olarak yanmasından doğan itiş gücü ile hareket eden düzenek.” Kalkan kelimesinin karşılığı da özetle “maddi ya da manevi bir saldırıdan koruyucu şey, koruyan davranış” gibi açıklanıyor. Dolayısıyla bu kelimeler yan yana geldiğinde, “birileri bize füze atacak, bu alet de bizi saldırının şerrinden koruyacak” diye bir anlamı, kendiliğimizden de çıkartabiliyoruz. Ama yetmiyor. Çünkü konuyu tam olarak anlayabilmek için, “neden bize doğru füze atacaklar? Kim atacak? Bu alet gerçekten bizi koruyacak mı? Başka kimleri koruyacak? Kaç paraya ve nasıl koruyacak? Bize doğru atılan füzeler bu alet yardımıyla atılacak başka füzelerle düşürüleceğine göre, bu aletin bir işi de başka memleketlere füze atmak olabilir mi? Dolayısıyla alet “kalkan” işlevi gördüğü kadar “kılıç” ya da “mızrak” işlevi de yerine getirmiş olmayacak mı? Bunu başka kuracak yer yok muydu?” gibi sorular da sormamız gerekiyor. Çünkü bu konu ülkemizin II. Dünya Savaşı sonrası NATO’ya girmek için çırpınıp sonunda 1952’de girmesi, ardından bu yöredeki tüm ABD operasyonlarında yıllardır kullanılan İncirlik Üssü’nün kurulması kadar önemlidir. “Kalkan”ın yerleştirilmesi düşünülen yer, Malatya Akçadağ ilçesinin Kürecik beldesi yakınıdır. Burada daha önce bir Amerikan radarı vardı ve soğuk savaşın sona erişinin ardından Türk Silahlı Kuvvetlerine devredildi. Deniz Gezmiş’in arkadaşları Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan 31 Mayıs 1971’de buradaki Amerikan radarına dikkat çekmek için bir eylem yapmak isterken öldürülmüşlerdi. Genç kuşaklar kitaplardan bilse de, öyle bir hayat yaşamadıkları için anlamakta zorlanabilirler. 1991’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) dağılana kadar ABD ve SSCB arasında hayatın her alanına yayılmış şiddetli bir rekabet, düşmanlık, o zamanın deyimiyle “soğuk savaş” hüküm sürüyordu. Bu öyle bir gerilim yaratıyordu ki, tüm ülkelerde günlük yaşamdan ülke yönetimlerine ve bölgesel çatışmalara kadar her şeyi etkiliyordu. Doğal olarak bu gerilim ülkemizi de etkisine aldı. Osmanlı’nın son günlerinde ve I. Dünya Savaşı boyunca cepheden cepheye koşan askerlerin ve aydınların öncülüğünde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, II. Dünya Savaşı bitene dek hiçbir uluslararası soruna bulaşmadı, kendi içine kapanarak komşularıyla barış içinde yaşama yolunu seçti. Ancak savaşın bitimiyle birlikte dünyadaki iki büyük güç arasında başlayan gerilim, Türkiye’nin bu politikasını geçersiz hale getirdi. Savaşın ardından SSCB, Türkiye üstünde baskı kurarak; II. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’nin Hitler Almanya’sına yardım ettiği gerekçesiyle, Kars ve Ardahan’ı tazminat olarak istedi. Türkiye bu tehdit karşısında batıya yanaştı. Ama ABD ve İngiltere yönetimleri, Türkiye’nin sorunuyla pek ilgilenmediler ve kısaca kendisinin çözüm araması gerektiğini belirttiler. Bu tutum Türkiye’yi batıya daha çok yanaştırdı. (Bu nedenle, Stalin’in tutumunun ABD ve İngiltere ile danışıklı dövüş olduğunu da öne sürenler vardır.) Türkiye batının gözüne girmek için Sovyet yönetimlerini hatırlatan tek parti düzenini terk ederek çok partili düzene geçti. Yabancı sermaye yatırımları kolaylaştırıldı, özel girişimcilik daha çok desteklenmeye başlandı. Sonrası malum. Zamanın devlet büyükleri, komünizme karşı mücadelede kararlı oldukların göstermek için 17 Eylül 1950’de Kore’ye yaklaşık 5 bin kişiden oluşan bir askeri güç gönderdi. Savaşta 724 kişi yaşamını yitirdi. Ardından Türkiye NATO’ya alındı, askeri ve ekonomik yardım yapıldı. Bu arada ABD ile bir dizi askeri ve ticari ikili anlaşma imzalandı. Anlaşmalar anlaşmaları izledi ve ABD yanlısı politikalar ülkemiz hayatında değişmez bir yönetim alışkanlığı haline geldi. Öyle ki, 12 Eylül 1980 askeri darbesini, o sırada akşam yemeğinde olan zamanın ABD başkanı Jimmy Carter’ın kulağına eğilen bir görevli “bizim çocuklar yaptı” diye haber verdi. Yani ülkeyi başkalarının değil, “onların çocukları” yönetiyordu. Tabi hemen oradaki bir gazeteci bu fısıltıyı duydu ve konu önce gazetelere ve artık tarihe geçti. Bilindiği üzere SSCB dağılıp soğuk savaş bittikten sonra, ABD kendine yeni bir düşman aramaya başladı. Çünkü dünyada yürürlükte olan düzen; düşman, gerilim, savaş tehdidi ve sonuçta savaş olmaksızın yaşayamaz. Bunun en önemli nedeni, örneğin petrol, maden, liman, verimli topraklar, ticaret yapılacak pazarlar gibi alanları elde tutma gerekliliğidir. Egemenler kendi ülkelerin diledikleri gibi yağmalarken, başka ülkelerde de aynı şeyi yapabilmek için saldırır, işgal eder, yönetimleri işbirliğine zorlarlar. Tüm ülkeler arasında ya da ülkelerin içinde savaş olmaksızın gerçekleşemez. O bakımdan dünyaya düşmanlık tohumları ekmek, iyi bir sermaye yatırımıdır. Öte yandan savaş sanayi, kendi başına zaten kâr kaynağıdır. ABD milyarlarca dolarlık savaş yatırımlarını, kendi halkına ve müttefik hükümetler aracılığıyla dünya halklarına yeni vergiler dayatarak karşılar. Barış zamanlarında bu tür aşırı vergiler toplanamaz. Ama savaş ya da saldırı tehlikesi hep kapıda olursa, hükümetlerin halkı vergilendirmesi kolay olur. Elinizdeki savaş araç ve gereçlerini sürekli hazır ve etkili tutmanın yolu savaşmaktan geçer. ABD’nin hiçbir gerekçe yokken dahi sağa sola saldırması bu yüzdendir. Böylece ileride karşısına çıkabilecek potansiyel düşmanlara da gözdağı verir, kendisiyle rekabete girmelerini önler. Bu yüzden ABD’nin dünya egemenliğine rakip çıkması zor olur. Şu sıralar değil ama ABD’nin uzun vadeli rakibi, ekonomik gelişmesini çok hızlı sürdüren Çin Halk Cumhuriyeti’dir. Ayrıca ABD Rusya Federasyonun bu ülkeyle işbirliğine girmesini önlemeye çalışıyor. Afganistan’daki işgal hareketinin asıl nedeni, bu iki ülkeye karşı önlem almaktır. Bunun yanı sıra, ABD uzunca bir süredir “komünizm tehlikesi” yerine İslamcı hareketleri tehlike olarak görüyor. Bunların başında da, İran geliyor. Çünkü İran İslam Devrimi, ABD’nin Ortadoğu’daki İsrail’den sonra en büyük desteği olan İran Şahını 1979’da yerle bir etmiş ve yıldızı asla ABD ile barışmayacak bir yönetim oluşumuna yol açmıştı. ABD kurulduğundan bu yana İran’a düşmanca davranıyor. Bu yüzden İran da kendi güvenliğini sağlamak için hızla silahlanıyor. Son yıllarda İran da uzun menzilli füzeler yaptı. ABD bu füzelerin başta İsrail olmak üzere bölgede ABD çıkarlarını temsil edecek hedeflere saldırı için kullanılacağını öne sürüyor. Bunları caydırmak ve karşı saldırıda bulunabilmek için bir radar sistemi kurması gerekiyor. Sistem önce Polonya ve Çek Cumhuriyetine kurulmak isteniyordu. Ancak Rusya’nın bunu kendisine tehdit kabul edeceğini açıklamasından sonra, rota Türkiye’ye çevrildi. Radar sistemi; karşı tarafın bir füze atıp atmadığını sürekli yerden, havadan ve uzaydan denetleyecek. Eğer atılırsa; kısa, orta ve uzun menzilli füzelerle; atılan füzeyi üç aşamada düşürmeye çalışacak. Kısa menzil, 50 ile 300 km arasında değişiyor Orta menzil genellikle 500 km dolayında. Uzun menzil ise 1000 km üstünde. Uzaya füze gönderebilecek teknolojisi olan ülkeler nükleer ya da başka bir savaş başlığı taşıyan füzeyi atmosferin dışına yolluyorlar, daha sonra buradan yönlendirme yaparak dünyanın istedikleri noktasına düşürüyorlar. Bilindiği üzere bu ülkelerin sayısı bir elin parmakları kadar ve şimdi aralarına İran da katılmış bulunuyor. Dolayısıyla ABD kendi iddialarına göre İran’a ama asıl olarak Çin ve Rusya’ya karşı önlem almaya çalışıyor. Eğer Türkiye’de böyle bir radar kurulursa, İran ve ABD arasında çatışma tehlikesi belirdiğinde İran’ın yapacağı ilk iş, Türkiye’yi vurmak olacak. ABD’nin uzun ve orta menzilli füzeleri Avrupa’da bulunuyor. Türkiye’de genellikle kısa menzilli füzeler var. Dolayısıyla Türkiye, İsrail ve çeşitli Arap ülkelerine İran’dan bir tehdit yöneldiğinde; Avrupa’dan kalkan füze İran füzesini indirene kadar iş işten geçmiş oluyor. Bu yüzden ABD deniz kuvvetlerinin Akdeniz ve Karadeniz’de uzun ve orta menzilli füze taşıyan gemilerini sürekli gezdirmesi gerekiyor. Özellikle Akdeniz’deki gemilerle kolay radar iletişimi kurmak için de, Kürecik gibi bir yer gerekiyor. Füze Asya’nın herhangi bir yerinden kalktığında Kürecik’teki radar bunu görecek, gemiye bildirecek ve gemiden hemen karşı füze atılarak tehlike önlenecek. Görüleceği üzere Karadeniz gibi şimdiye dek askeri amaçlarla batılıların çok az girebildiği bir yere ABD gemileri düzenli biçimde girecek. Türkiye durduk yerde bir saldırı hedefi olacak. Örneğin İran ve Türkiye arasında 1639 yılında imzalanan Kasrı Şirin sınır anlaşmasından bu yana hiçbir sorun yaşanmamışken, şimdi füze kalkanı gibi bizimle ilgisi olmayan konular üzerinden sorun yaşar hale geleceğiz. Ayrıca başta yöredeki petrol ülkeleri ve İsrail olmak üzere batılıların çıkarları için kurulacak olan böyle bir sistemin faturasını da Türkiye ödeyecek. Tabi bir de yıllardır Türkiye’nin bir türlü ihalesini tamamlayıp kuramadığı hava savunma sisteminin de, şimdi kurulması düşünülen “füze kalkanı” projesine uygun hale getirilmesi gerekecek. Bu durumda her iki sistemin de aynı şirkete verilmesi zorunlu görünüyor. Tabi bu Türkiye’nin değil, ABD’nin “füze kalkanı” kursun diye zaten çoktan belirlediği bir Amerikan şirketi olacak. Bu da işin görünmeyen yanı… Şu sıralar “Mavi Marmara” olayı etrafında İsrail ve Türkiye arasında bir sorun yaşanıyor ve kurulacak erken uyarı sisteminden İsrail’e bilgi verilip verilmemesi tartışılıyor. Öncelikle, bu sistemin en başta İsrail’i bir saldırıdan korumak için planlandığını belirtelim. İkincisi, korunaklı hale gelen İsrail daha da saldırganlaşacak ve ilk hedefi İran olacaktır. Üçüncüsü, şu an İsrail’de aşırı milliyetçi tutum izleyen bir koalisyon hükümeti bulunmaktadır. Kimi uygulamaları, ABD tarafından da eleştiriliyor. Bu hükümet gittiğinde ya da belki bu hükümet Türkiye’den göstermelik bir özür dilediğinde arada hiçbir sorun kalmayacaktır. Dolayısıyla bu “füze kalkanı” er geç İsrail tarafından da kullanılacaktır. Komutada kimin olduğu, tesisin nerede bulunduğu önemli değildir. Bu da böyle bilinmelidir… Bu haber 2524 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |