| |||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
HANGİ 11 EYLÜL ?12 Eylül 2011, 23:39 11 Eylül olayının onuncu yıldönümünde televizyon açık oturumlarındaki ortak bir tutum dikkatimi çekti: Olayın bir terör saldırısı olduğu defalarca tekrarlandığı halde, ABD’nin bunu bahane ederek bir koalisyon gücü oluşturup Irak ve Afganistan’a saldırması sonucu 1 milyonu aşkın insanın yaşamını yitirmesine neredeyse hiç değinilmedi. Bazı televizyonlarda kulelerde yaşamını yitiren Türk kökenli ABD vatandaşlarının dramı anlatıldı. Kiminde bu saldırılar sonucu dünyada güvenlik önlemlerinin arttırılmasına dikkat çekildi. Birinde de saldırı öncesi ve sonrası ABD’ye giden bir vatandaşımızın ikinci gidişinde bu ülke sınırında ne kadar eziyet çektiği üzerinde duruldu. Dünyadaki tüm bu olumsuz gidişatın sorumlusu sanki şu an bu tür davranışları gösterenler değil de, olup olmadığını bile kesin olarak bilmediğimiz hayalet bir örgütmüş gibi ifade edildi. On yıl önce saldırı olduğu sıralarda tesadüfen televizyon izliyordum. Bilinen uygar dünya olayı saatlerce büyük bir şaşkınlık içinde izledi. Buna karşılık çoğu Ortadoğu ülkesi yoksul halkların yaşadığı yörelerde sevinç gösterileri düzenlendi. Yani ikinci grup insanlar arasında bir şaşkınlık yoktu. Bu işi kim yapmış olursa olsun, çektikleri sıkıntıların baş sorumlusu gibi gördükleri ABD’nin karizmasının çizildiğine seviniyorlardı. Geleneklerimiz, başkasının acısına sevinmeyi içermez. Ama yoksulluk ve çeşitli savaşlar içinde yuvarlanan bu halkların sevinmesi o kadar da nedensiz sayılmamalı. Nitekim bunun, ABD’nin 11 Eylül olaylarının arkasında Saddam Hüseyin’in olduğunu ileri sürerek Irak’a girmesiyle kanıtlandığını söyleyebiliriz. Saddam’ın 1979 darbesiyle Irak yönetimini ele geçirmesinin ardından ülkeden çıkardığı yedi büyük petrol şirketi, bugün Irak’ta… Terörizmi cezalandırmak için başlayan savaşın aslında ne amaçla yapıldığının en büyük göstergesi gibi çalışıyor, Irak halkına ait olması gereken petrolü diledikleri gibi satıyorlar. Saddam Hüseyin bir diktatördü. Tıpkı Hüsnü Mübarek, Beşar Esat, Muammer Kaddafi ve diğerleri gibi. Şüphesiz diktatörlüklerin savunulacak bir yanı olamaz. Ama diktatörlerle hesaplaşma görev ve sorumluluğu, öncelikli o zulmü yaşayan halka aittir. Şu an çeşitli Ortadoğu ülkelerinde yaşanan ve “Arap Baharı” denilen ayaklanmalarla böyle bir hesaplaşma görüntüsü verilmeye çalışılıyor. Batılıların İsrail’le arası iyi olan Hüsnü Mübarek’i terk etmek gibi bir düşüncesi asla olamazdı. Ama Mısır halkının ayaklanmaları sonucu bu gerçekleşti. Ve yine büyük ölçüde ABD girişimleriyle, bu ülkede genelkurmay başkanı iktidara getirildi. Benzer bir durum Tunus’ta da yaşandı. Buna karşılık Suriye ve Libya’da durum biraz farklı görünüyor. Beşar Esat yönetimi, Suriye Baas rejiminin yıllardır ülkeyi nasıl denetim altında tutacağını bilmesinin verdiği rahatlıkla ve arkasında Rusya Federasyonunun desteğini de alarak şimdilik ayakta duruyor. Libya ise, iktidara karşı hiçbir örgütlenme olmadığı halde batılıların aşiret çatışmasını körüklemesi ve NATO’nun savaş gücünü kullanması sayesinde bir değişim yaşıyor. Aslında tüm bunlar 11 Eylül sonrası Irak’ta denenen yöntemlerin, çeşitli farklılıklarla diğer Ortadoğu ülkelerine de taşınması örnekleridir. Fransa, İngiltere ve İtalya’nın Libya’da Kaddafi’nin rakibi aşiretleri satın alarak sivil bir darbe sonucu yönetimi ele geçirmesi böyle bir olaydır. Emperyalist ülkeler buna benzer yöntemleri dünyanın dört bir yanında eskiden beri uygulamaktadırlar. Çünkü bunlar dünyanın neresinde olursa olsun ve hangi yöntemlerle elde edilirse edilsin, kazançlarına bakarlar. Ama Türkiye’nin böyle bir geleneği yoktur. Yıllarca “yakın dost” kabul ettiği Kaddafi yönetimine karşı emperyalist ülkeler gibi bir tutum almasının, bildiğimiz ölçüler içinde anlaşılması olanaksızdır. Çünkü bu ülkeye müdahale, petrolü ele geçirmek için yapılmaktadır. Türkiye de, bu amaçla suça ortak olmaktadır. Tüm bunlar, aslında 11 Eylül olayları sonrası ABD’nin geliştirdiği saldırı stratejisinin dünyanın ahlakını nasıl bozduğunun kanıtlarıdır. Kurtuluş Savaşıyla mazlum halklara iyi bir örnek olan Türkiye, şimdi bu bozuk ahlak ortamında aynı halkların petrolüne ortak olmaya çalışmaktadır. Gazze’ye yardım gemileri göndermek, Somali’ye Ajda Pekkan’la gitmek, yalnızca bu amaçları gizlemenin ifadesidir. Zaten Hüsnü Mübarek devrilmeseydi, Başbakanımız işverenlerle birlikte 8 Şubat 2011 günü Mısır’a gidecekti. Bu ziyaret aynı koşullarda ama şimdi gerçekleştiğine göre, Mısır’da durumun ne kadar değiştiği ortadadır. Bu yazıyı yazarken, Başbakanın ziyaret programında Libya ve Tunus’un da bulunduğu belirtiliyordu. Ne için? Demokrasi, kardeşlik, barış adı altında; petrol için… Tıpkı örnek aldığımız ABD gibi… Bu haber 2340 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |