| |||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
BİR KEZ DAHA DEPREM ÜZERİNE13 Kasım 2011, 22:09 12 Kasım, 1999 Düzce depreminin yıldönümüydü. Önceki yıllardaki gibi bu yıl da saatler akşam 7’ye 3 kalayı gösterirken, depremde yakınlarını kaybedenler ellerinde meşalelerle bir anma toplantısı yaptılar. Çok şey söylediler ama özetle, “dün Düzce neyse, bugün bizim için Van aynıdır” dediler. Ve topladıkları yardımları Van’a yolladılar, yollamaya da devam ediyorlar… Beş yıl önce 24 Nisan 1957 Fethiye depreminin yıldönümünde, Düzce Depremzedeler Derneğinden bir grup arkadaşı konferans vermeleri için ilçemize davet etmiştik. Birinci derece deprem bölgesinde yaşamamıza ve toplantıyı yeterince duyurmamıza rağmen, ilgi az olmuştu. Öyle ki, yaklaşık 300 kişi alan Turizm ve Otelcilik Okulu salonunda ancak yakın arkadaşlarımızdan oluşan 50 kişilik bir izleyici topluluğu vardı. O zaman bunun, kusurlu yanımızı görmek istemeyişimizle ilintili bir tutum olduğunu düşündüm. Kelimizi şapka, beceriksizliğimizi laf kalabalığıyla gizler gibi; apaçık ortadaki bir kusurumuzu da görmezden gelerek yok sayıyorduk. Çünkü hem deprem tehlikesi altında yaşayıp hem de önlem alınması için yeterince çaba göstermeyerek, adeta toplum olarak suç ortağı gibi yaşıyorduk. Doğal olarak bunu hatırlatmaya kalkışanlara da ilgi göstermiyorduk. Belediye Başkanından bu kentteki herhangi bir kiracıya kadar hepimiz, bir depremde Yalova’da, Düzce’de, Van’da ne olduysa burada da benzerinin görüleceğini çok iyi biliyoruz. Ama bunu bilsek de, hiçbir hazırlık yapmıyoruz. Ne kadar yasa çıkarılırsa çıkarılsın, inşaatçı binayı ucuza yapıp kârlı satmaya çalışıyor. Alıcı, kolondan kirişten önce salonun banyonun genişliğine, evin manzarasına bakıyor. Kiracı ucuz ev, uygun semt ararken; ne duvarın, ne zeminin sağlamlığına bakıyor. Yerel yöneticilerin imar konusunda boynu kıldan incedir. Çünkü bu konu bir ölüm kalım sorunu olmaktan da önemlidir ve seçmenden ne kadar oy alacağıyla ilgilidir. Durum budur. Bilmediğimiz için ya da olanaksızlıklar yüzünden değil, bilerek ve bildiklerimize aldırmayarak yanlış yapıyoruz. Bir felaketle bu tür yanlışlarımız yüzümüze vurulana dek “iş bilir, akıllı, becerikli” görünüyoruz. Felaketin tokadını yediğimizde ise, ne kadar aptal olduğumuzu anlatacak söz bulunamıyor. Bakın, önceden Toplu Konut İdaresi Başkanıyken, şimdi Şehircilik ve Çevre Bakanı olan Erdoğan Bayraktar Van’daki ilk depremden sonra ne diyor: “Depremin tarihine baktığımız zaman herhangi bir bölgede büyük deprem olduğu zaman 6,5 şiddetinden büyük olduğu zaman bundan sonra burada artçı depremler olacak. En kısa mesafe 150 km. etkileyecek. Büyük depremin olduğu yerde bir daha deprem olmaz. Dünyada bunun bir örneği görülmemiştir. Bugün diyebilirim ki Van merkez ve Erciş en güvenilir bölgedir. Çünkü buradaki fay kırılmıştır, enerjisini boşaltmıştır. İlk 3 gün 6'ya yakın şiddetli deprem olabilir. Ondan sonra şiddeti azalır. 3 aya kadar bizim hissettiğimiz çok az ve hissetmediğimiz binlerce sarsıntı olur. Onun için burada özellikle ağır hasarlı binalar girilmesin. Yıkık binalara yaklaşılmasın. Bunun dışındaki binalara girilebilir.” Bakan bu açıklamayı Van’da, bir gazetecinin deprem söylentileriyle ilgili sorusu üzerine yapıyor. Büyük olasılıkla evlerine girmek istemeyen yurttaşların fazladan çadır, konut, hizmet isteyeceğini düşünerek ve eğer bunlara ilişkin bir aksama yaşanırsa hükümetin zor durumda kalacağını hesapladığı için böyle konuşuyor. Kısacası Bakan, yurttaşların bir an önce evlerine girmesini istiyor. Ve beklenmedik bir felaket karşısında hükümetin eksiklerini gizlenmesi gereken bir “kabahat” gibi gördüğü için, daha en baştan bu olasılığı önlemeye çalışıyor. Oysa ABD bile New Orleans kasırgası sonrası çaresiz kalmıştı… Biz insanız, tanrı değiliz. Bu yüzden hatamız olması doğaldır ve en doğrusu kusursuz gibi rol yapmamak, eksiklerimizi örtbas etmeye kalkışmamaktır. Çünkü gizlediğimiz yanlışların hayatın hangi dönemecinde karşımıza çıkacağını önceden bilemeyiz. Bu yüzden özellikle insan hayatının söz konusu olduğu anlarda işimizi savsaklamak istemiyorsak, “merak etmeyin, bir şey olmaz” demekten vazgeçmemiz gerekir. Böyle durumlarda en küçük bir olumsuzluk olasılığını bile, sanki kesin öyle olacakmış gibi kabul ederek çalışmak en doğrusudur. Eksiklerimizi gerçekten kısa yoldan gidermek istiyorsak, onları örtbas etmek yerine açıkça paylaşmalı ve kibri bir yana bırakıp, herkesin yardımını istemeliyiz. Eğer yöneticilerimiz henüz tamamlayamadıkları işleri yapmış gibi konuşmasalardı, kendilerini övenler kadar eleştirenlere de kulak verselerdi, “iş bitirici” görünmek için aceleyle hareket etmektense düşünüp taşınarak davransalardı ve en önemlisi benzer felaketlerden ders çıkartsalardı; Van’daki orta şiddetteki ikinci depremde bu kadar çok yurttaşımız yaşamını yitirmezdi. Tıpkı 22 Temmuz 2004 günü Pamukova’da yaşanan hızlı tren faciası gibi. Hatırlarsak, o zaman da günler öncesinden “hızlı tren geldi, geliyor, Japon yaptı biz de yaparız” misali balonlar uçurulmuş; sonra eski tren ve demiryolu üstünde hızlı gitmeye kalkışıldığı için 41 yurttaşımızın yaşamını yitirdiği, 80 kadarının yaralandığı facia yaşanmıştı. Tabi konunun bir de şu yanı var: Diyelim ki yönetenler sorunları büyük oranda çözmüş gibi görünmek için vurdumduymaz ve sorumsuz davranıyorlar. Peki, geri kalanlar neden durumu sorgulamaz ve kendi yaşamlarını korumak için dahi temkinli davranmaz? Toplumsal bir felakette büyük sorumluluk, her zaman yönetenlerindir. Ama bu tür olaylara uzun bir yaşam sürecinin penceresinden bakacak olursak, o yöneticileri şu ya da bu biçimde bizlerin o noktaya getirdiğini ve asıl sorumluların biz olduğunu görürüz. İster o yöneticilere oy vererek, isterse daha iyi bir seçenek yaratamayıp da onların işbaşına gelmesine fırsat tanıyarak; sorumluluk bizimdir. Japonya’da kimsenin binadan dışarı çıkmaya dahi kalkışmadığı şiddetteki bir depremde, ülkemizde yüzlerce insanla birlikte bize yardıma gelen bir Japon yurttaşı da yaşamını yitiriyor. Bu yaygın politik söylemlerdeki gibi bir cinayet değil, toplumsal olaydır. Dolayısıyla katil de biziz, kurban da. Eğer açıklama yapan bakan Van’da yaşayan herhangi bir yurttaş olsaydı, asla böyle konuşmazdı. “Girin” dediği evlere, sağlamlığını yeterince araştırmadan girmezdi. Ama bakan olması, işleri kestirmeden halletmiş gibi konuşmasına neden oldu. Ve biz yurttaşlar da “bakan söylüyorsa doğrudur” diye düşünüp, o binalara girdik. Hayatımız boyunca önümüze gelene inandık. Hala önümüze gelene inanıyoruz. Bir gün önümüze gelene inanmaktan vazgeçip kendi aklımızı da kullanmaya başladığımızda, sorunlarımızın çözümünün aslında ne kadar kolay olduğunu da anlayacağız. Son deprem felaketiyle ilgili olarak yöneticileri eleştirip durmayı anlamsız buluyorum. Eğer daha becerikli insanlarca yönetilmeyi hak etseydik, yönetilirdik. Sonuçta doğal bir felaket yeterince önlem alınabiliyorsa, “doğal felaket” olarak kalır. Tersi bir durumda, doğal felakete bir de toplumsal felaket eklenir. Biz ülkemizde yıllardır her ikisini birden yaşıyoruz… Bu haber 2528 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |