| |||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
KIŞKIRTICILIK VE MEDYA07 Ocak 2013, 11:26 Yılın son günlerinde ODTÜ öğrencilerinin Başbakan Erdoğan’ı protestosuyla başlayan ve yayılarak bu yıl da süren eylemler hakkında, gerçekleri çarpıtan yorumlar yapılıyor. Ben de şu iki gerekçeyle bu yorumları yorumlamak istiyorum: Birincisi 1972–79 yılları arasında ODTÜ öğrencisiydim, dolayısıyla okul ve buradaki öğrencilik hakkında söyleyeceklerim var. İkincisi; toplumsal muhalefet eylemlerinin her seferinde “12 Eylül öncesinin karanlık ortamına dönüş özlemi” gibi gösterilmesi artık kabak tadı verdi; o dönemleri yaşayanlardan biri olarak, elbette bu tür yorumlara karşı da söyleyecek sözümüz olacaktır. Öncelikle bir saptama yapalım ve üzerine düşüneceğimiz gerçeğin sınırlarını belirleyelim: Olayın, yönetenler ve yönetilenler olmak üzere iki tarafı var. Yönetenler bölümünde başta hükümet yetkilileri olmak üzere, aralarında rektörlerin de yer aldığı çeşitli görevliler ve bir kısım medya duruyor. “Türkiye Öğrenci Konseyi Başkanı” sıfatıyla öğrencileri suçlayan ve daha sonra Sağlık Bakanlığında müşavirlik yaptığı anlaşılan şahsı da bu tarafa yazabiliriz. Diğer yanda; çeşitli okullardan çok sayıda öğrencinin yanı sıra öğretim üyeleri, sendikalar, çeşitli meslek odaları ve meclisteki üç muhalefet partisi yer alıyor. Diğer saptamamız da şu olsun: Biz yalnızca gazeteci değil, aynı zamanda insanız. Dolayısıyla buradaki gibi iki tarafın olduğu ve bizim de insan olarak bir tarafa yakın yaşadığımız zamanlarda, gazetecilikle insan olmak arasındaki farklılık ve ilişkilere dikkat etmeliyiz. Çünkü birini unutursak, diğeri de olmaz. Gazetecinin görevi gerçekleri olduğu gibi aktarmak ve toplumun olayları aslına uygun biçimde öğrenmesini sağlamaktır. Çünkü dünyadan haberdar olmak, biz insanlara ait bir özelliktir. Dolayısıyla toplum adına düşünerek ya da bazı “yüksek çıkarları” gözeterek kimi olayları gizlemeye, değiştirmeye, çarpıtmaya hakkımız olamaz. Eğer kendimizde böyle bir hak görürsek, toplumun haber alma hakkını çiğnemiş oluruz. Bunun kaçınılmaz sonucu kendimizi toplumdan üstün görmek ve sanki insanlar yararlarının nerede olduğunu bilemiyormuş da biz onların yerine düşünüp yol gösteriyormuşuz gibi davranmak olur. Ama yalnızca gazeteci değil, aynı zamanda insanız demiştik. Çünkü haberini yaptığımız olayların geçtiği toplumda yaşıyor ve çeşitli biçimlerde bunlardan etkileniyoruz. Somut olarak ya da ruhsal bakımdan yaşananlardan zarar görüyor ya da yararlanıyoruz. Bu etkiler altındayken aktardığımız gerçekleri değiştirebilir miyiz? Mümkündür. Hoşlandıklarımızı abartarak, istemediklerimizi küçülterek anlatmak bile; önemli bir değiştirme ve gerçeği çarpıtma işlemidir. Eğer bu duruma düşmek istemiyorsak, öncelikle gerçeği aslına uygun aktarmalı ve yine işimizin bir parçası olan yorumlama hakkını, yorumu gerçekmiş gibi göstermeye kalkışmadan kullanmalıyız. Anlattıklarımız içindeki gerçeklerle yorumlar arasındaki sınır açık ve anlaşılır olmalı. Artık gerçeği ifade etmeye geçebiliriz. Söz konusu eylemler hakkında Başbakan Erdoğan’dan başlayarak çeşitli hükümet yetkilileri ve ardı sıra bir dizi yönetici, aşağı yukarı aynı sözcüklerle değerlendirme yaptı. Kısaca şöyle dediler: “Başbakan, uzaya uydu yollanması gibi tarihsel önemi olan bir günde ODTÜ’ye gitti ve öğrenciler molotoflarla, sapanlarla, yakılan lastiklerle eyleme geçerek bu başarıyı gölgelemeye kalkıştılar.” Yönetenler katından gerçeği ifade edişin ilk cümlesi bu oldu. Bu başlangıç birçok kez yorumlanarak, çeşitli resmi açıklamalarla desteklenerek, neyi yönettiğini bilemediğimiz yöneticilerden eski ODTÜ öğrencilerine kadar uzanan geniş bir röportajlar dizisiyle beslenerek; televizyonlarda aynı kısa görüntülerin yüzlerce kez tekrarlanması eşliğinde çoğaltılıp adeta bir destana dönüştürüldü. Gerçek, yönetenlerin ağzından artık şu şekli almıştı: Dünyanın gıptayla izlediği bir teknolojik atılım yapılıyor ve uzaya uydu gönderiliyordu. Başbakan Erdoğan bunun haklı gururuyla olayı izlemek için ODTÜ’ye geldi. Malumunuz üzere bu okul eskiden beri anarşi ve terör yuvası olarak bilinir, öğrenci olduğu bile şüpheli kişiler bu gerçeği adeta onaylarcasına davrandı ve okula gelen heyeti protesto eylemlerine başladılar. Güvenlik güçlerine, araçlara, çevreye zarar verici birçok eylem yaptılar. Karşılığında kendilerine biber gazı atıldı ve her iki taraftan da yaralananlar oldu. Gurur verici bir günde böyle eylemler yapılması manidardı. Uzaya çıkılan bir çağda sapan gibi ilkel bir araçla polise bilye atılması bile çağdışılığın göstergesiydi. Bütün bunların arkasında kışkırtma olduğu açıktı. Birileri gençleri yine kışkırtarak ülkeyi eski günlerdeki gibi karıştırmak istiyordu. Bir siyasi parti olayları istismar ediyordu. Maazallah başka bir siyasi parti yandaşı gençler de karşı eylem yapsalar, durum eskisinden beter olurdu… Gerçek ise şöyle: Uzaya uydu yollamak elbette önemlidir. Ama ilk uydu Sovyetler Birliği tarafından 1957’de gönderildi. Bugün 50’den fazla ülkenin uzayda uydusu var. Bunların yaklaşık yarısı kendi uydusunu yapabiliyor. Ama ancak 9 ülke uydusunu kendisi gönderebiliyor. Bunlardan biri de, her fırsatta akıl verdiğimiz komşumuz İran. Bizim uydu Çin’den gönderildi. Yapımının bir kısmı Türkiye’de gerçekleştirildi ve bu alanda çalışan birçok bilim insanı, akademik baskılar sonucu üniversitelerinden uzaklaşmak zorunda kaldı. Gerçeğe devamla: Yalnızca ODTÜ’de değil, daha başka birçok üniversitede yıllardan beri öğrenciler hükümet yetkililerini, çeşitli resmi görevlileri ve şirket temsilcilerini protesto ediyorlar. Başlıca iki protesto konusu var: Birincisi YÖK uygulamaları, ikincisi eğitimin paralı ve pahalı hale getirilmesidir. YÖK’ün yarattığı akademik ve yönetsel baskı öyle boyutlardadır ki, öğretim elemanları da bu uygulamalara karşı öğrencileriyle birlikte isyan etmektedir. Öte yandan eğitimin paralı oluşu üniversiteleri ticarethaneye çevirmiştir. Son örneği Karadeniz Teknik Üniversitesidir. Öğrenciler okul içindeki bir salonu şenlik yapmak amacıyla kullanmak istemiş ama rektörlük 2 bin TL ücret talep etmiştir. Bunun üzerine öğrenciler rektörlük önünde protestoya başlamıştır. Hani rektör salonu vermese, bunun bile anlaşılır bir yanı olacaktır. Ama para istemesi, insanları parayla terbiye etmeye kalkışmanın örneğidir. İşte dershane ücretlerinden sınav ve okul harçlarına kadar her yerde öğrenciler yıllardır bu zihniyetle terbiye edilmek isteniyor. Parası olmayan okumasın der gibi… Son yıllarda öğrenci eylemlerinde tutuklanan sayısındaki artış, öğrenciler arasında başka bir ortak protesto gerekçesi yarattı. Ayrıntısına girmiyorum, giyim kuşamdan, meşru bir eyleme katılıma kadar birçok davranış, aylar süren tutukluluk gerekçesi olabiliyor. Ülke genelinde 500 kadar öğrencinin çeşitli nedenlerden tutuklu olduğu tahmin ediliyor. Bu yüzden tutuklu öğrencilerle dayanışma konserleri ve mitingleri yapılıyor. Baskılara rağmen protestocu öğrenci sayısı giderek artıyor. Bir nedeni de, cezaya dönüşen bu uzun tutukluluk hallerinin yolaçtığı haksızlığa uğrama duygusudur. Son olarak ODTÜ hakkında birkaç cümle: Okul ABD desteğiyle yakın coğrafyamızda Amerikan hayranı insanlar yetiştirmek amacıyla 1956’da kuruldu. Okulun tarihçesini birazcık araştıran her öğrencinin ilk gözüne çarpan, bu gerçektir. Bu bile kuruculara ve kuruluş amaçlarına yakın duran her şeye karşı olmak için yeterli olsa gerek… Bu haber 1697 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |