| |||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
FETHİYE'DE DEPREMLE YAŞAMAYI UNUTMAK17 Haziran 2012, 18:39 10 Haziran Pazar öğleden sonra, Fethiye’de üçüncü büyük depremi yaşadım. İlk ikisi 24 Nisan 1957’de 2 yaşımdayken olmuştu, yalnızca çadırları ve Çarşı Caddesindeki iki katlı eski evimizi hatırlıyorum. Yıllar boyunca çok sayıda depreme tanık oldum. Bazen ailecek dışarı kaçtık, bazen tereddüt içinde “deprem oldu duydun mu” diye birbirimize sorduk ve bir gözümüz hep tavandan sarkan lambada, deprem korkusuyla birlikte yaşamayı öğrendik. Örneğin deprem öykülerini, edindiğimiz bilgileri ve deneyimleri hiç unutmadık. Yanlış anlaşılmasın “yerli-yabancı” ayrımı yapmak için söylemiyorum; doğma büyüme Fethiyeliler, denizin doldurulmasıyla elde edilen “Dolgu Sahasına” uzun süre yaklaşmadı. Batak arazideki bu semte “deniz manzaralı” diye, daha çok ilçeye sonradan yerleşenler ilgi gösterdi. Eski Fethiyeliler yamaçları ve genellikle az katlı binaları tercih ettiler. Evlerimizde bile, kolayca devrilecek ya da düşecek eşyaları yükseğe koymadık. Ancak son 30 yılda ilçenin nüfusu, binaları, yerleşimi hızla değişip büyük kentlerin küçük bir kopyasına benzerken; deprem kültürümüz de unutulmaya yüz tuttu. Deprem anında 100 kadar yurttaşımızın balkondan ve pencerelerden atlayarak yaralanması, depremden günler sonra denizin çekildiğini gören binlerce insanımızın bu durumu “tsunami” olacağı söylentisiyle birleştirerek evlerini terkedip yüksek yerlere kaçması, kültürümüzü unutuşumuzun kanıtlarıdır. Oysa yöremiz milyonlarca yıldır deprem üretirken, farklı uygarlıklar da tarih boyu yerleşmek için aynı yerleri tercih ediyorlar. Buralar genellikle kayalık ve sağlam zeminler. Bunu herhalde yalnızca düşman korkusuyla ya da sivrisinek ve sıtmadan kaçmak için yapmadılar, deprem de önemli bir etkendi. Öte yandan deniz genellikle kuzeyli rüzgârlar sırasında ya da dolunayda çekilir, denizi tanıyanlar bunu bilir. Tabi bunları bilmemek yurttaşların suçu değildir. Dahası bu suç değil, tepeden tırnağa tüm toplumun yaşadığı ortak bir durumdur. Tarih kahramanlık destanları, günlük yaşam ekonomik ya da siyasi çıkardan ibaret görülürse; ne yapacağımızı bilemez hale gelmemiz normaldir. 11 Haziran Pazartesi günü depremin ilk şaşkınlığı atlatıldı ve çeşitli açıklamalar yapılmaya başlandı. Daha önce Fethiye’ye depremle ilgili konferans amacıyla da gelen Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan medyada geniş ölçüde yer verilen açıklamasında depremle ilgili bilgiler verdikten sonra şöyle dedi: “Meslektaşlarımız açıklamalarında bölgenin turizm merkezi olduğunu unutmamalı.” Aynı gün, Fethiye Kaymakamı Mehmet Ali Karatekeli şunları söyledi: “İlçemizde binalarda büyük çaplı bir hasar yok. Başbakanlıktan, il afetten ve Kızılay’dan arama kurtarma ekipler tedbir amaçlı ilçemize sevk edildi. Evlerinde hasar oluşan vatandaşların kaymakamlığa başvurmasını istiyoruz. Her müracaat oluşturduğumuz komisyon tarafından yerinde incelenecek. Ancak ufak sıva çatlakları vatandaşlarımızı paniğe sevk etmesin. Turizm sezonu öncesi ilçede panik havası yaratmak kimseye fayda getirmez. 1957 yılında yaşanan ve ilçede yıkıma neden olan deprem öncesi öncü bir sarsıntı olması vatandaşlarımızı yine aynı şey olacak düşüncesine sevk ediyor. Ancak böyle bir durum söz konusu değil. Fethiye büyük bir turizm merkezidir. Bu tarz beklentiler ve söylentiler bize zarar verir.” Ve bu resmi ifadelerin arkasından Fethiye Belediye Başkanı yardımcısı sıfatıyla Metin Talaş ile turizmciler ortak açıklama yaparak, tsunami söylentilerine ve deprem haberlerinin abartılmasına tepki gösterdiler; bunun turizme zarar verdiğini dile getirdiler. Panik kötü bir şey, somut örneklerini görüyoruz. Ancak turizmi etkileyecek diye bir gerçeği örtbas etmek daha da kötü. Eğer bu mantığı sürdürsek “Fethiye’de turizm, İzmir’de ihracat, Konya’da tahıl, Trabzon’da hamsi var” diye hep susmamız gerekir. Ya da hangi durumlarda konuşup ne zaman susacağımızın bir listesi yapılmalıdır. Örneğin deprem kış kıyamette olsa, turizm mevsiminde değiliz diye konuşmakta özgür mü olacağız? 1957’de Fethiye’de ilki 6,2 ve ikincisi 7,1 şiddetinde 7 saat arayla iki deprem oldu. (Deprem uzmanı diye televizyonlara çıkarılanların bazıları tarihini, bazıları aradaki zaman farkını ya da şiddetini yanlış söylediler.) Artarda iki büyük depremin nedeni, yakın fay kırıklarından birindeki hareketin hemen diğerini tetiklemesiydi. Bilim insanlarına göre bu tamamen yöreye has bir durum. Bugün böyle olup olmadığına ilişkin hiç bir somut veri yok. Ayrıca yöremizdeki olası bir deprem için ne yakındaki Yunan adalarıyla işbirliği yapılıyor, ne de Marmara bölgesindekine benzer ciddiyette bir deprem araştırması var. Öyleyse hangi depremin ne getireceğini kimse söyleyemez. Bir de, tarihte yöremizde tsunami oldu ve bu olasılık her zaman var. Hal böyleyken turizmi bahane edip depremle ilgili konuşmaları sınırlandırmak ya da paniği önlemeyi turizme bağlamak yanlıştır. Fethiye Ticaret Odası verilerinden çıkarttığımız kadarıyla ilçe ekonomisinin yaklaşık yüzde 40’ı turizmle, yüzde 50’si tarımla ve kalanı diğer sektörlerle ilgilidir. Tarımın bu ilçeye girdisi bellidir: Tarım İlçe Müdürlüğü Kayıtlarına göre 2010 yılı toplam tarım girdisi tutarı 848 milyon 869 bin 85 TL’dir. Toplam turizm gelirleri belli değildir. Bunun en önemli nedeni her şeyin turizmle ilgili olması değil, turizmden elde edilen gelirlerin büyük bir bölümünün merkezi ilçe dışında olan şirketlere ait olmasıdır. Bunların yöremize katkısı da sınırlıdır. Turizm sektörü yörenin asıl sahibi, diğerleri kiracısıymış gibi davranılamaz. Eğer panik önlenecekse herkes için önlenmelidir, bu amaçla yalnızca turizmden bahsetmek yanlıştır. Tabi depremi bir de “kentsel dönüşüm” faaliyeti ile bağlantılı olarak değerlendirenler var. Bunlar da genellikle iktidar partisi politikalarına destek verenler ve başlıca sloganları şu: “ Deprem öldürmez, çürük binalar öldürür.” Bu arkadaşlara “binanın sağlamı vardı da biz çürüğünü mü seçtik” diye sormak gerekiyor. Büyük kentlerde örneğini gördük ve İstanbul Sulukule’de mahkeme kararlarıyla durduruldu, “kentsel dönüşüm”, kent içi arsa rantından yararlanmak amacıyla yaratılan bir uygulamadır. 1960’lardan beri kentlerin nüfusu sürekli artıyor. Nedeni, toplumsal yaşamın plansızlığıdır. Bir zamanlar kent dışında olan gecekondu mahalleleri, şimdi kentin merkezi semtleri haline geldi ve arsalarının değeri yükseldi. Ayrıca bizim gibi sanayileşmeye geç kalmış ülkelerde ekonominin üretkenliği düşüktür, ticaret zayıftır; bu yüzden piyasanın canlılığı inşaat sektörü desteklenerek sağlanır. Kent nüfusundaki hızlı artışla ekonominin bu özelliği birleştirilerek, son yıllarda “kentsel dönüşüm” icadedilmiş ve devlet içinde devlet gibi çalışan TOKİ (Toplu Konut İdaresi) geliştirilmiştir. Bunlara ek olarak, Muğla yöresinde gecekondu diyebileceğimiz konut tipinin en çok olduğu yer, Fethiye’dir. Burada “kentsel dönüşüme” konu edilen Yenimahalle ve Çatalarık gibi yöreler, bilindiği üzere gecekondu mahalleleridir. Şimdi deprem bahane edilerek, bu yörede yaşayan yurttaşlarımızın topyekun karşı çıktığı “kentsel dönüşüm” hayata geçirilmek istenmekte ve buralardan ticari ya da siyasi rant beklenmektedir. Bu anlayış, selin önünden kütük kapmaya çalışmaktan farksızdır. Depremin imarla ilgisini haftaya ele almayı düşündüğüm için burada kesiyorum. Aslında ne yapılacağı bellidir: Fethiye ülkemizin Akdeniz sahilleri boyunca yönü kuzeye bakan tek yerleşim yeridir. Nedeni, Afrika kıtasının yaklaşık on milyon yıldır Anadolu topraklarını kuzeye doğru itmesi ve bunun sonucu ilçemizin güneyinde dağların oluşmasıdır. Günlük gerekçeler uydurmak yerine, buna göre hareket edeceğiz... Bu haber 2808 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |