| |||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
GEÇEN HAFTADAN NOTLAR18 Temmuz 2011, 14:31 Geçen hafta 13 askerimiz şehit oldu. Bu acıyı sayıları karşılaştırarak değil, ancak toplumsal bakımdan paylaşarak anlayabiliriz. Tarih, belki bunu nasıl yapabileceğimizin en önemli kılavuzudur. Çünkü yaşamak çoğu zaman acının boyut ve derinliğini anlamaya yetmiyor, bunu sonradan başka acılarla birlikte düşündüğümüzde daha iyi görüyoruz. Şimdi tartışmaları hatırlatmak istemiyorum. Televizyon açık oturumlarına katılan bir emekli asker, bu çatışmada şimdiye dek 54 bin can yitirildiğini söyledi. Çanakkale’deki şehit sayısı çoğu zaman söylendiği gibi 250 bin değil, Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih Araştırmaları Strateji Etüdler Daire Başkanlığı kayıtlarına göre 57 bin kişi. Yine Kurtuluş Savaşındaki şehit sayısı 9 bin 167 olarak belirtiliyor. Çatışma resmi olarak 1984’te başladı. Gerekirse daha yıllarca savaşacak ve yüz binlerce yaşamını feda edecek insan olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu bir futbol maçı değil. Sonuçta kimin üstün geleceğini sayılar belirlemiyor. Çünkü bir de geride kalanlar var. Acılar, sıkıntılar, nefret, hiçbir şeyin dolduramayacağı boşluklar asıl yaşayanlar arasında birikiyor. Ne yapacaksa, yaşayanlar yapacak. Ne yapılacaksa, onlar için yapılacak. Bu da hayattakilerin daha iyi yaşamaya çalışması için çaba göstermekten başka bir şey olamaz. Birkaç yıl öncesine kadar üst düzey komutanlar demeçlerinde sorunun yalnızca askeri önlemlerle aşılamayacağını, zaten bu açıdan her şeyin yapıldığını, siyasi, toplumsal, önlemler de alınması gerektiğini belirtiyorlardı. Bir anlamda sivilleri göreve çağırıyorlardı. Şimdi sivillerin konuşmalarını dinleyince, sorun tekrar askerlere havale ediyorlarmış gibi anlıyoruz. Bu noktada sözün hükmü kalmıyor. Belki kalem kılıçtan keskin olabilir ama kılıcın geçerli olduğu yerde artık ne denirse densin hükümsüzdür. Ancak bunun bir yazı olduğunu ve istenirse tekrar başa dönüp okunabileceğini belirtebiliriz. * * * Libya; hani kendisine resmi olarak “akıllı ol” dediğimiz Kaddafi’nin yönettiği, yıllarca ülkemizden giden işçilerin kent yol ve köprüler kurduğu ülke. Kuş uçuşu hemen karşı kıyıda bulunan yer. Ülkemiz renkli basınında sürekli “deli” ya da “diktatör” gibi gösterilen Albay Muammer Kaddafi. Ama bir yandan da devlet büyüklerimizin bu adama neden değer verdiğini anlamadığımız bir durum. Sanki Libya para ve petrolünü düşünerek, “kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” der gibi Kaddafi’nin çadırına gittiklerini sandığımız bir anlayış… Kaddafi gerçekten deli mi? Yüksek petrol gelirlerini kişisel hırslarını tatmin için mi kullanıyordu? Bazen lüks otellerin kapıcıları gibi abartılı ve komik üniformalar giymesi, batı ülkelerini ziyaret ederken çadırıyla birlikte gitmesi delilik göstergeleri mi? Kaddafi 2010 Mart ayı sonunda yine çadırı ve geleneksel kıyafetleriyle İtalya’ya gitmiş, Berlusconi elini öpmüştü. Belki bu davranış gözümüze, bir yankesicinin cüzdanını çalmaya çalıştığı adama yakınlık göstermesi gibi görünmüştü. Ama ne Kaddafi bu kadar uyurgezerdi, ne de Belusconi bu kadar yetenekli. Eli öpülen adamın göğsünde, Libya’nın İtalyanlara karşı verdiği bağımsızlık savaşının kahramanı Ahmet Muhtar’ın resmi bulunan bir madalyon asılıydı. Kaddafi kime hangi mesajı vermek gerektiğini çok iyi biliyordu. Sözü fazla uzatmayalım. Libya, Kaddafi’nin kendine özgü bir sosyalizm ve İslam düşüncesiyle yönetiliyordu. Kısaca “emperyalist” dediğimiz ülkelere her zaman karşı oldu, ekonomik ilişkileri varken bile onlara boyun eğmedi. Kıbrıs çıkartması sırasında bize destek verme nedeni de buydu. Kaddafi petrol paralarını kişisel çıkar için değil, Libya halkının refahı için kullandı. Şu an ülkede ayaklananlar yalnızca feodal derebeyliklerini kurmak amacı taşıyorlar. Emperyalistler de hem Libya petrollerine sahip olmak, hem de yıllarca Kaddafi tarafından ayaklar altına alınan onurlarını kurtarmak için bu gerici ayaklanmacılara destek sunuyor. Ama hiçbir ülke içi ayaklanma dış destekle ilerleyemez. Nitekim NATO güçleri aylardır Libya’yı bombalıyor ve sürekli Kaddafi’nin sonunun yakın olduğunu açıklıyor. Öyle görünüyor ki, bu yakın zaman hiç gelmeyecek. Çünkü kara harekâtı yapmaya cesareti bulunmayan bir askeri güç uzaktan ya da havadan bomba atarak hiçbir hedefe ulaşamaz. Ne kadar modern silahlar kullanılırsa kullanılsın, hâlâ savaşlarda belirleyici güç piyadedir. Sonuç olarak ülkemiz adına Libya muhaliflerinin desteklenmesi, gelecekte iyi sözlerle anılmayacak bir gelişmedir. Tıpkı 1958’de Fransız işgaline karşı savaşan Cezayir’in bağımsızlığı Birleşmiş Milletlerde oylanırken, ülkemiz adına “çekimser” oy kullanılması gibi. Oysa savaşan Cezayirlilerin üstünden Atatürk resimleri çıkıyor, gizlice ülkemizden Cezayir’e yardım gidiyordu. Ama ülkemiz yöneticileri benzer bir tutumu emperyalistlerin gözü önünde gösteremedi. Şimdi bundan da geriye giderek Libya gibi yıllarca dost olduğumuz bir ülke yönetiminin karşısında yer alıyoruz. Hayırlı olsun. * * * Geçen haftanın önemli bir olayı da Suriyeli muhaliflerin İstanbul’da toplanmasıydı. Esat yönetimi bir diktatörlüktür, belirtmeye bile gerek yok. Ama bir ülke yönetimini değiştirmek, o ülke halkının işidir. Hangi gerekçeyle olursa olsun dış müdahale yanlıştır. Özellikle başta ABD ve Avrupa devletlerinin böyle bir müdahale girişimi kabul edilemez. Dünyanın dört bir yanında bu devletlerin emperyalist amaçlarla yol açtığı savaş, yıkım ve ölümler ortadayken, hiç birinin eli Esat yönetiminden daha temiz değildir. Bu çerçevede ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın ülkemize kadar gelerek hem bizim, hem de komşumuzun işine karışması yanlıştır. Yarın aynı biçimde bizim iç işlerimize karışıldığında ne diyeceğiz? Hiçbir muhalefet partisi bu konuya itiraz etmedi. Oysa büyük ülke, güçlü devlet, adil yönetim olmanın ölçütü sağa sola akıl vermek, onun bunun işine burnunu sokmak, emperyalistlerle oturup kalkmak değil; kendi halkına karşı davranışındır. * * * Geçen hafta bir önemli olay da ilçemizde yaşandı. Kemer beldemizden Karabel yönüne doğru giderken yolun sağ tarafında yeşillik vadiler görünür. İşte o yönde Tezli Deresi akar. Bu dere üstüne “Batıçim Enerji AŞ” tarafından bir baraj kurma girişimi var. 11 Temmuz 2011 günü Dereköy’de bu konuyla ilgili olarak “halkı bilgilendirme toplantısı” yapıldı. Öğrendiğimize göre halk barajın yapılmasına karşı çıkarak toplantıya katılmak bile istemedi. Şirket yetkililerinin halkın gönlünü kazanmak için getirdiği kasalar dolusu kola ve kilolarca kuru pasta bu kez ellerinde kaldı… Toprağı ve suyundan başka geçim kaynağı olmayan insanları bu kadar kolay kandırabileceğini düşünmenin nasıl bir şey olduğunu herhalde anlamışlardır. Burası Türkiye, bizim yurdumuz ve üzerinde yaşayanlar da herhangi bir sömürge ülkesinin insanları değil, kendi kardeşlerimiz. Hala kendi kardeşlerimizi gazoz ve pastayla kandırmaya çalışmak, utanç verici bir davranıştır. Ama köylülerimiz bu utanca hizmet etmeyerek onurlu bir duruş göstermişlerdir. Kendilerini ne kadar kutlasak azdır. Bu haber 2296 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |