Likya Haber Gazetesi, Kalkan, Kaş Antalya Haberler
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM

EN ÇOK OKUNANLAR

HABER ARA


Gelişmiş Arama

BU GÜNÜN MANŞETLERİ...

manşetler

SON DAKİKA HABERLERİ....

EKŞİ SÖZLÜK...






CANLI TV İZLE...

YAKINDA...

ÖZELLEŞTİRMELERE HAYIR!

ALEXA

Alexa Certified Traffic Ranking for www.likyahaber.net

SİTEYE GELENLER

free counters

ÇEVRİMİÇİ

DEPREM Mİ, BİNALAR MI, YOKSA BAŞKA ŞEYLER Mİ?

Mehmet POLAT

24 Haziran 2012, 18:44

Mehmet POLAT

Hatırlanacağı üzere 1999 Marmara Depremi sonrasında “deprem değil, bina öldürür” sözü moda oldu. Eğer bina usulüne göre yapılırsa depremden en az zararla çıkılacağı anlatılmak isteniyor ve Japonya örnek gösteriliyordu. İlk bakışta doğru gibi görünse de, üzerinde biraz düşünüldüğünde sözün saçma olduğu açıktı. Nedenine gelince:
Bu mantığı sürdürürsek örneğin trafik kazaları yerine şoförlerin, hastalıklar yerine mikropların, katiller yerine bıçak ya da kurşunların öldürdüğünü söylememiz gerekir. Dolayısıyla şoförleri eğitirsek kazaları, mikropları ilaç ya da etkili temizlik maddeleriyle yok edersek hastalıktan ölümleri, cinayet silahlarını yasaklarsak insanların katlini durdurabileceğimizi sanırız. Şüphesiz bu önlemlerin sonuca etkisi vardır. Ama sorunların nedeni önlem alınan konular değildir. Biliyoruz ki ulaşımda kamu yararı gözetilmezse durmadan yeni yollar açılır ve özel binek aracı satılır. Bu durumda eğitimle kazalar ne kadar azalır? İlaç ve kimyasallar yardımıyla mikropla savaşa öncelik vermek, bu canlıları daha dayanıklı hale getirir. Nitekim “hastane mikrobu” olarak da adlandırılan ve kolayca yok edilemediği için ölümlere yol açan türler oluşur. Öte yandan silahları yasaklamak iyidir ama toplumsal huzurun olmadığı yerde taş, sopa, tekme, yumruk bile öldürücü birer silah olarak kullanılabilir. Bu yüzden “deprem” gibi doğal sayılan bir afet sırasında da insanlar genellikle binaların altında kalıp ölüyor diye suç binalarda aranamaz, o koca kentlerin deprem bölgelerine hangi ölçülere göre yapıldığına bakmak gerekir. Ve eğer bu ölçüler kişi, kurum, kent ya da dönemden döneme değişmeyen ve toplumu kucaklayan bir planlamadan ibaret değilse; sözün doğrusunun “deprem değil, plansız kentleşme öldürür” olması gerekir.
10 Haziran sarsıntısının ardından turizm gerekçesiyle depremden bahsetmek pek hoş karşılanmıyor. Ancak deprem ilçenin değişmez gerçeği. Ne kadar görmezden gelirsek o kadar az önlem alır ve bir doğal afeti giderek toplumsal afete dönüştürürüz.
Depremin ardından konuyla ilgili neler söyleniyor diye internete gözattım. Öncelikle belirteyim; resmi kurumların, meslek odalarının ve çeşitli turizm tanıtım amaçlı web sitelerinin onlarcasında, Fethiye’de 1957 yılında bir deprem yaşandığından ve yörenin birinci derece deprem bölgesi olduğundan hiç bahsedilmiyor ya da tek satırla geçiştiriliyor. Yakın zamanda yaşadığımız bu depremle ilgili olarak, geniş kapsamlı sayılabilecek tek inceleme Servet Yanatma’ya ait. Bu kardeşimiz Tarih Vakfı tarafından 2001 yılında üniversite öğrencileri arasında düzenlenen tarih yarışması için, Fethiye Depremini konu edindiği bir makale hazırlamış. İlgilenenler vakfın web sitesinden ulaşabilirler.
Bunun dışında, yöremizin bu değişmez gerçeğiyle ilgili ve “deprem değil, plansız kentleşme öldürür” düşünceme destek oluşturabilecek bir makaleye daha rastladım. “Modernlik Aracı Olarak Deprem Sonrası İmar: Fethiye, Muğla” başlıklı, ilçemiz mimarisi, kentsel gelişimi ve planlamasıyla ilgili bu makale; Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyelerinden Doçent Dr. İpek Özbek Sönmez ve Yrd. Doçent Dr. Abdullah Sönmez tarafından 2007 yılında yayınlanmış. Konu hakkında rastgele konuşmaktansa, sözümüzü bilim insanlarının çalışmalarına dayandırarak söylemekte yarar var.
Öncelikle makalenin başlığındaki “modernlik” sözcüğünü açıklayalım: Avrupa’da 17. yüzyıldan başlayarak sanayileşmenin görülmesiyle birlikte nüfus kentlerde yoğunlaşıyor. Eskinin basit kent yaşamı giderek karmaşık hale geliyor, yerleşim ve yönetim anlayışında yeni düzenlemeler yapılması gerekiyor. Örneğin eskiden pazar yeri, ibadethane, yönetim merkezleri vb. çevresinde toplanan bina ve mahallelerden oluşan kentlerin yerini; yaşama, çalışma ve dinlenme alanlarının kesin sınırlarla birbirinden ayrıldığı kentler alıyor. Son bir kaç yüzyıldır yaşadığımız bu değişime kısaca “modernleşme” deniyor. Anlaşılacağı üzere modernleşme bir tür “batılılaşma”. Ülkemiz bu dönüşüm sürecine batılılarla ilişkilerin artmasına bağlı olarak 1839 Tanzimat Fermanından sonra giriyor. Daha çok Levantenlerin etkisiyle yaşanan bu değişim önce İstanbul ve İzmir gibi kıyı kentlerinde görülüyor. Cumhuriyetin kuruluşunun ardından Ankara’dan başlayarak, çeşitli kentlerde böyle bir yenilik hamlesi yaşanıyor. Büyük depremler ve yangınlar yüzünden ya da Kurtuluş Savaşı sırasında yıkılan kentlerin yenilenmesi amacıyla bu değişim çeşitli Anadolu kentlerine de yayılıyor. A. Sönmez ve İ.Ö.Sönmez modernleşme sürecini çeşitli dönemlere ayırarak inceliyor ve genel olarak planlı kentleşmenin 1980 sonrasında aşılarak terkedildiğini belirtiyorlar.  İlçemizi bu çerçevede bir örnek olarak ele alıyor, 1957 Depremi öncesi ve sonrasında kentteki planlı yapılaşmayı inceliyor, ardından bunun nasıl ve neden terkedildiğini kısaca anlatıyorlar.
Makalede Fethiye’de ilk planlı kentleşmenin 1856 depreminin ardından görüldüğü belirtiliyor. İlçede birçok yıkıcı deprem olsa da, etkisi somut olarak bilinen en eski deprem bu. Bilindiği üzere ilçemiz bir liman kenti ve Anadolu’nun denize açılan kapısı. Tarih boyu özellikle Rodos Adasıyla yoğun ticareti var. Dolayısıyla dünyayla bağlantısını deniz üzerinden kuran ilçede belli bir sermaye birikimi ve bunun sonucu belli ölçülerde kentleşme gereksinimi görülüyor. 1856 depreminin ardından ilçe merkezinde, şu an da kullandığımız geniş yollar açılıyor ve Çarşı Caddesi üzerinde bazıları hala ayakta olan binalar yapılıyor. Ancak halkın büyük çoğunluğu deprem korkusundan Kaya Köyüne göçüyor. Dolayısıyla köyün bugün de gıpta ettiğimiz planlamasının o tarihe dayandığını düşünebiliriz.
Bilindiği üzere Türkiye’de 1950’li yıllarda çok partili düzene geçiliyor ve dünyadaki gelişmelere paralel olarak hızlı bir ekonomik büyüme sürecine giriliyor. Bu durum aynı zamanda Türkiye’nin modernleşmesinde yeni bir aşamayı oluşturuyor. 1957 Depremiyle neredeyse tümüyle yıkılan ilçenin yeniden kurulması, bu yeni modernleşme anlayışı içinde gerçekleştiriliyor.1959 yılında bir “Afet Kanunu” çıkarılarak, ilçemiz buna göre yeniden kuruluyor. Bizim kısaca “deprem evleri” dediğimiz binalar yörenin deprem riski, iklimi, ödeme gücü gözetilerek; bahçeli ev düzeni içinde güzel ve rahat bir kent görüntüsü anlayışına göre yapılıyor. (Hatırlıyorum, 1970 sonlarına dek bahar aylarında sabah erken saatlerde her yer bugünkü gibi is ya da egzoz dumanı değil, portakal, mandalin çiçeği kokardı.)
Makale’de 1980’den sonra Türkiye’de yeni bir toplumsal değişim sürecine girildiği ve o güne kadarki modernleşme çabalarının ötesine geçilmeye başlandığı belirtiliyor. Bu da yine dünyadaki ekonomik ve politik değişime bağlı olarak bizim gibi ülkelerde serbest piyasacı, liberal, plansız bir yaşam biçiminin yaygınlaşmasıyla yaşanıyor. Makalenin yazarları ilçemizde ilk örneği 1856, ikincisi 1957 depremi sonrası uygulanan planlı kentleşme anlayışının; turizmin gelişmesi ve kent içi arsa rantlarının artması sonucu 1980’den sonra terkedilmeye başlandığını belirtiyorlar. Ve biz bu plansız hayat yüzünden bugün güney kıyılarında olduğu halde yüzü kuzeye dönük olan, dar bir kıyı şeridi ile verimli tarım arazileri üzerinde yükselen bir yerde yaşıyoruz. Plansızlık sayesinde yıllar içinde oluşan kent içi arsa rantlarının, şimdi deprem de bahane edilerek “kentsel dönüşüm” adı altında tekrar el değiştirmesine hazırlanıldığını görüyoruz. Şimdilik izliyoruz. Oysa bu işleyişin ardındaki asıl gerçeği hepimiz biliyoruz:  İlçemiz bir zamanlar depreme dayanıklı ve planlı olarak kurulduğu halde,  kâr amacı ve plansız yaşama anlayışının el ele vermesiyle bugünkü sorunlu haline geliyor. Tıpkı sorunun ortaya çıkışı sırasında kâr edilmesi gibi, şimdi çözümü sırasında da kâr amacı güdülüyor. Kısacası afet olasılığından bile para kazanılmaya çalışılıyor...

Bu haber 2688 defa okunmu?tur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit
********FARKIN NE****************23 Şubat 2014

HAVA DURUMU

Detaylı bilgi için resmin üzerine tıklayın.

ANKET

sence; KALAMAR TAVA MI MEZE Mİ?






Tüm Anketler

GOOGLE TERCÜME



Copyright © 2005-2012 www.likyahaber.net Tüm hakları acaip bir şekilde saklanmıştır. Kopye eden fena olur!... demedi demeyin... editör-özer yılmaz/elk.mühendisi-yıldız teknik üniv. POSTA ADRESİMİZ; haber@likyahaber.net
RSS Kaynağı | Yazar Girişi | Yazarlık Başvurusu

Altyapy: MyDesign Haber Sistemi

elektronik sigara