| |||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
ÖDÜL VERDİLER...25 Temmuz 2011, 13:21 Geçen hafta Ünal Amcadan (Ünal Şöhret Dirlik) telefonda Muğla Gazeteciler Cemiyetinin bu sayfadaki yazılarımı ödüle değer gördüğünü, Fethiye’den ödül alan başka arkadaşlarla birlikte 23 Temmuz Cumartesi Muğla’daki toplantıya gideceğimizi duyduğumda çok şaşırdım. Cemiyetin ara sıra ödül verdiğini biliyordum ama nasıl alınıp verildiğine ilişkin ne fikrim, ne de beklentim vardı. Doğrusu yazarken, hukuksal sınırlarla gerçeği çarpıtmadan aktarmaya çalışmak arasında gidip gelen aklıma şimdiye dek ödül filan gelmedi. Yalnız, yıllar önce Fethiye Söz gazetesini çıkarırken, neredeyse ilçedeki tüm yerel basına ödüller verilmesine rağmen bizim gazeteye ilgi dahi gösterilmeyişine üzülmüş ve Muğla’ya yolumun düştüğü bir sırada Devrim Gazetesine uğrayarak Cemiyet Başkanı Ünal Türkeş’e sitemde bulunmuştum. Sanıyordum ki, cemiyet kendiliğinden yıl boyu çıkan gazeteleri izliyor ve beğendiklerine ödül veriyor… Oysa böyle değilmiş. Ödüle talip olanlar cemiyete başvuruyor ve uygun görülenler ödüllendiriliyormuş. Bunu öğrenmek rahatlatmıştı. Çünkü gazeteyi çok zor koşullarda çıkarıyorduk ve yok sayılmak üzücü geliyordu. Ödülümüz olmasa da, nedeninin bu olmadığını bilmek iyiydi. Ege Gazetesinden Ali Erdemli ile birlikte ödül aldık. Ali kardeşim “güncel siyasal yazılar”, ben “güncel çevre, şehircilik yazıları” dalında ödüllendirildik. Devrim Gazetesinden Özden Akgüç de benimle aynı ödülü paylaştı. Ödül insana elbette iyi geliyor. Ama orada da açıklamaya çalıştım; bu ödülü şahsen değil, bir grup insan adına aldığımı düşünüyorum. Öncelikle gazetemdeki arkadaşların haberim bile yokken layık görüp adımı cemiyete önermesi, benim için zaten ödül kadar değerlidir; bunun için kendilerine teşekkür ediyorum. Bir gazete yazısı yazarından önce gazeteye emek verenlerin eseridir. Elinizdeki sayfaların görünmeyen emektarlarını; gazetenin mülk sahibi olmaktan kaynaklı sıkıntılarını çekenler, yorumlarımıza konu oluşturan haberleri toplayanlar, sayfaları hazırlayanlar, basanlar ve okuyucuya ulaştıranlar oluşturur. İş burada da bitmez, basılan yazılar kimilerini rahatsız eder ve bunlarla uğraşmak da gazetenin sorumlularının işidir. Sonuçta yazarla okur arasındaki bağı bu arkadaşlar kurar. Yazara kalan da, okura ve gazeteye saygı göstererek bağı sağlamlaştırmaktır. Bu yüzden arkadaşlar ad önerirken, kendi emeklerini geri planda tutmak gibi bir alçak gönüllük de göstermişlerdir. Bu ödülün bir de şu anlamı var: Bu tür yakınımızdan gelen ödüllendirici davranışları çoğu zaman yeterince değerli bulmayız. Çünkü yakın oldukları için zaten bizi beğenmekten başka seçenekleri yokmuş gibi düşünürüz. Belki bu nedenle, örneğin büyük kentlerde verilen ve adı çok duyulan uzak ödüllerin daha önemli ve değerli olduğunu sanırız. Şimdi “kedi uzanamadığı ciğere murdar dermiş” misali konuşmuyorum, bence tam tersi geçerlidir. Her şeyden önce bunların çoğu şişirilmiş ödüllerdir. Genellikle özel okul öğrencilerinin, büyük bir medya kuruluşunun ya da adı çok bilinen bir şirketin yılın en iyi köşe, bucak, orta yazarlarını seçmesi gibi… Ödülü ne alan, ne veren, ne de bu işleme tanık olanlar birbirini tanımaz. Örneğin eli kalem tuttuğu bile şüpheli birinin yazılarına, adı çok bilinen uzmanlardan oluşan bir jüri tarafından ücret karşılığı bakılır. Ve belki hak ettiği, belki kayırmacılık yapıldığı için kendisine bir ödül uygun görülür. Yine havai fişeklerin atıldığı, Boğaz kıyısındaki ünlü bir otelin bahçesinde ödüller sahiplerine takdim edilir. Oysa insanın yakınlarındakiler ve üstelik işin erbaplarınca takdir edilişi bundan çok farklıdır. Yalnızca yaptığın işi ve ortaya koyduğun ürünü değil; seni de görür, tanır ve bilirler. Tıpkı “el elin delisini bilmez” sözündeki gibi, herkes en çok yakınındakinin özelliklerini bilir. Eğer “aferin” diyorsa, bu gerçekten takdir edilecek bir şey olduğu anlamına gelir. Bu yüzden yakınlardan gelen takdir, takdir edilenin de kendine güvenini arttırır. Dediğim gibi, bu ödüldeki kişisel payım azdır. Özellikle bir buçuk yıldan bu yana Fethiye çevresinde yapılan ve yapılmaya çalışılan hidroelektrik santrallerin zararları üstüne yazıyorum. Konuları, “Fethiye Saklıkent Koruma Platformu” adı altında çalışan gönüllülerin ortak çabaları sonucu çıkıyor. Bir fikir edinene dek arkadaşlarımla birlikte gidiyor, geziyor, tartışıyor, düşünüyoruz. Bu arada herkes aynı amaç etrafında ve benzer fikir düzeyinde ama farklı işlerle uğraşırken, ben de yazıyorum. Bu işlerin nasıl olduğuna da kısaca değineyim: Öncelikle bu tür çalışmaların elimizi kolumuzu sallayarak yola çıkıp birkaç köy kahvesinde sandalyeye kurularak çay içmekle olmayacağını bilmemiz gerekiyor. Belki bu ilk adımı oluşturabilir ama yetmez. Çünkü bizim gibi insanlar bir köy kahvesine kapağı attığında, ilk yaptıkları iş nutuk çekmektir. Oysa önce dinlemeliyiz. Yeterince dinlersek, köylerimizdeki çeşitli proje uygulamaları sırasında yaşanan sıkıntıları ve köylülerimizin endişelerini öğreniriz. Ek olarak, köylülerimizin pek çok konuyu okuryazarlardan daha kolay ve sağlam anladıklarını da farkederiz. Tabi bunu farkedebilmek için konuyu önceden bilmek ve buna göre dinlemek şarttır. Tüm bunlar sayesinde, sorunu doğrudan yaşayan insanların aklının, kafası bin bir saçmalıkla doldurulmuş “diplomalı cahillerinkinden” daha iyi işlediğini görürüz. Çünkü onlar doğrudan kendi yaşamsal gereksinimleri üzerinden düşünmektedir. Belki böyle düşünebilmelerinde, pek çok içi boş nutuk dinlemiş olmalarının da payı vardır. Böylece giderek bilen bilmeyen, köylü şehirli ayrımları ortadan kalkar ve güven ortamı oluşur. Bizim gibi az çok mürekkep yalamışların, haklarına sahip çıkmakta kararlı insanlara katkısı da ancak bundan sonra mümkün olur. İşte bunun için yazıyoruz. Yazarken ihtiyacı olup da isteyenin gözü, kulağı, sesi olmaya özen gösteriyor ama isteseler bile ukalalık edip kimseye akıl vermeye kalkışmıyoruz. Çünkü bunu herkes birbirine zaten durmadan yapıyor. Oysa bir konuda ne kadar “fikrim yok” desek de hepimizin bir bildiği oluyor ve çoğu zaman kendimizi değersiz gördüğümüzden, sesimizi çıkartmıyoruz. Eğer birbirimizin sesini bastırmaktan başka sonuç doğurmayan sonu gelmez akıl verme işlerine bulaşmazsak, sessizlerin sesi de duyuluyor. Çünkü dert insanı söyletiyor. Dert ortamına girmeyi göze almak, alçak sesle anlatılıyor olsa bile söyleneni duymayı ve dinlemeyi mümkün kılıyor. Böyle ortamlarda herkes fikrini eşit ve birbirine saygı içinde dile getiriyor. Ve çaresizlikler bir bir sergilendikçe, çareler de ortaya çıkıyor. İşte beceri bunları yazmakta değil, yaşamakta. Hayatımızı ve tanık olduğumuz hayatları anlatmaya çalışıyoruz. Değil böyle ödüller, yolda biri “yazını okudum, eline sağlık” dese bile övgünün asıl muhatabının başta gazeteye emek verenler olmak üzere, konu edindiğimiz hayatları yaşayanlar olduğunu biliyoruz. Anlattıklarımızın yaratıcıları, her tür mazereti bir yana bırakıp gönüllü yaşam savunucusu olarak koşturanlar ve insan yerine konulmadıkları halde bile inatla onurlarını koruma kararlığı gösteren köylülerimizdir. Bizim yaptığımız iş, emanet edileni yazarak aktarmaktan ibarettir. Bu haber 2348 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |