| |||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
SEÇİM SONRASI KARMAŞASI26 Haziran 2011, 21:20 Seçim sonuçlarını değerlendirirken demokrasinin oy kullanmaktan, yönetimin parlamentoda karar almaktan ibaret olmadığını belirtmiş; karar alma süreçlerinin her aşamasına halkın eleştiri ya da doğrudan destekle katılmasının önemini vurgulamıştım. Çünkü bunların olmadığı yerde açıkça karşı çıkmasa bile halk alınan kararlara içinden rıza göstermez. Halkın rızasını alamayan bir yönetim de istediği kadar kanun, para, silahlı güç, parmak sayısı ya da laf kalabalığına dayanıyor olsun; er geç iktidarını yitirir. Uzağa gitmeye gerek yok, yakında yeterince örneği var. Yunanistan’da geçen yılki gösteriler sırasında yaşamını yitiren bir kişi dışında şu ana kadar can kaybı görülmedi. Suriye’de ise son üç ayda yaşamını yitirenlerin sayısının bin 500 olduğu öne sürülüyor. Hangi iktidarın daha sağlam durduğuna ve gelecek vaadettiğine varın siz karar verin. Siyasi tarihimizde oylarını yükselterek üçüncü kez seçim kazanan başka örnek olmadığından iktidar partisinin 12 Haziran’da elde ettiği sonuç bir başarıdır. Ama iktidarı açıkça destekleyen ya da seçim öncesi eleştirirken sonrasında desteklemeye karar veren medyanın abartarak öne sürdüğü gibi bu durum tarihî bir olay değildir. Çünkü bu seçimle ülkemizde bir dönem kapanarak yenisi açılmamıştır. Seçim sonuçları hayatımızı tümüyle ve kökten etkilememektedir. Seçimden önce ne yaşıyorsak, iktidar partisinin deyimiyle seçim sonrası da “yola devam” edilmektedir. Seçimler yalnızca hükümetin yıpranan yüzünü değiştirmesini ve bilinen politikalarına bir kez daha onay almasını sağlamıştır. Ayrıca ülkemizde seçimler nasıl bir ortamda yapılırsa yapılsın hangi kuralların işleyeceği, başlıca aktörlerinin kimler olduğu, nasıl sonuçlar elde edileceği önceden bilinir ve öngörülebilir. Nitekim bu seçimde de kimin kazanacağı değil, iktidar partisinin ne oranda oy alacağı merak ediliyordu. Öte yandan son yıllarda politikanın başlıca araçlarından biri haline gelen “gizli çekimlere” rağmen MHP öne sürüldüğü gibi barajın altında kalmadıysa da artan seçmen sayısına göre yerinde saydığı için oy kaybetti. Ve “benim adım Kemal” ötesinde henüz fazla bir etkinlik gösteremeyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun gayretlerine rağmen “yeni” CHP yarattığı beklentinin gerisinde kalsa da oylarını arttırdı. Buna karşılık partilerle karşılaştırılamayacak kadar büyük zorluklar içinde seçime giren bağımsızlar, pek çok siyasi gözlemcinin öngördüğü gibi milletvekili sayısını arttırarak 36’ya yükseltti. Buraya kadar seçimde hiçbir sürpriz görülmedi dersek yanlış olmaz. Ama sürpriz seçimin ardından ortaya çıktı. Önce seçime girmesine izin verilen Hatip Dicle’nin milletvekilliği düşürülerek yerine iktidar partisinden bir aday milletvekili yapıldı. Ardından CHP, MHP ve BDP’li toplam 8 milletvekilinin tutukluluk halinin sürmesine karar verildi. 550 milletvekilinin bulunduğu bir mecliste bu sayıda tutuklu olması, herhalde açıklanması kolay bir durum değildir. Öyle ya, bu insanların seçime katılmalarına izin veriyorsunuz ama meclise gelmelerini engelliyorsunuz. Yeri, yurdu üstelik milletvekili olarak belli olan insanların içerde tutulmasının bir mantığı olabilir mi? Peki, bu durum gerçekten bir “sürpriz” mi oluşturuyor? Şimdi günlerdir televizyonlarda süren hukuk tartışmalarını buraya da taşıyarak kafanızı şişirmeyeyim. Yukarıda da belirttiğim gibi her daim seçimlerin belli başlı aktörleri seçim öncesinden bellidir. Bunların başında da Yüksek Seçim Kurulu gelir. Diğer hukuk kurumları gibi YSK da kanunlar çerçevesinde çalışır. Ve ister muhalefet partileri olsun isterse iktidar, kanunların anasını oluşturan anayasanın değiştirilmesi gerektiğini söylemektedir. Neden? Yürürlükteki anayasanın 12 Eylül 1980 darbesinin ardından yapılmış olması ve 30 yıl içinde sayısız değişikliğe uğratılarak bir dediğinin diğerini tutmaz hale gelmesi yüzünden. Öyle ki, pek çok resmi kurum arasında ve her resmi kurumun kendi içinde anayasadan kaynaklı çelişkiler yüzünden uyuşmazlıklar çıkmaktadır. Yetki karmaşası ve yorum farklılıkları nedeniyle cumhurbaşkanı ile başbakan, başbakanlarla diğer yüksek makamlardaki zevatlar arasında çıkan tartışma ve anlaşmazlıkları hatırlayalım. Dolayısıyla bir kişiye seçim öncesinde “milletvekili olabilirsin” diyerek adaylık yolunu açıp seçimin ardından “hayır olamazmışsın, bu yüzden milletvekilliğini düşürüyorum” demek arasındaki çelişki, çelişki bile sayılmamalıdır. Öte yandan bir sanığın tutukluluğuyla mahkûmiyeti arasındaki fark kanunlarda ve uygulamalarda yeterince açık olmadığı için, bu konuda hâkimin kendi takdirine göre karar almasının yarattığı çelişkiler üzerinde de fazla durulmamalıdır. Tutukluluğu cezaya çevirici kararların kabahatlisi ne hâkimlerdir, ne de sanıklar. Duyulmadığı için bilinmemektedir, kesinleşmiş hüküm giymediği halde ülkemizde yıllardır içerde yatan sayısız insan vardır. İşte herkes söylüyor, cezaevlerinde 100 bin dolayında insan bulunuyor. Bunların 60 bin kadarı tutuklu, kalanı hükümlüdür. Çeşitli ülkelerde tutuklu sayısı genellikle hükümlü sayısının onda biri kadardır. Milletvekilleri aracılığıyla gündeme gelmese, yıllardır üstü örtülü kalan bu konudan yine haberimiz olmayacaktır… Dolayısıyla milletvekillerinin içerde olmasını “derin güçlerin bir komplosu” gibi görmüyorum. Ve aynı zamanda bu durumu söz konusu şahısları aday gösteren partilerin suçu olarak da kabul etmiyorum. Çünkü bazıları çıkıp “bu partiler söz konusu şahısları tutukluluk hallerinin süreceğini hatta milletvekilliklerinin tehlikeye gireceğini bilerek aday gösterdiler. İsteseler, bu tür sorunları bulunmayanları aday yapabilirlerdi. Öyleyse şimdi sonuçlarına katlanmalılar” diyebiliyor. Bu tür düşünce sahiplerine içerde ya da dışarıda olsun her yurttaşın eşit haklara sahip olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Seçildikleri halde 8 milletvekilinin tutukluluğunun sürme nedeni, hukuk sistemimizde ve genel olarak yönetim anlayışında yapılması gereken değişikliklerin geciktirilmesidir. Benzer uygulamalara 12 Eylül darbesinin karanlık günlerinde Kürt sorununun en kanlı yaşandığı zamanlarda tanık oluyorduk. Ama bir yandan darbeciler yargılanır, öbür yandan toplumsal barıştan bahsedilirken aynı uygulamalar görülmesi tuhaftır. Er geç bu tuhaflığın yeni yasal düzenlemelerle giderileceğinden ve herkesin haklarını eşit olarak kullanacağından şüphe duymuyorum. Aslında bu eşitlik henüz yazıya dökülmese bile fiili olarak gerçekleşmiştir. Şu an üç ayrı partinin milletvekilleri aynı durumdadır. Yapılacak düzenlemeler sırasında ister istemez birlikte hareket edeceklerdir. Ve bir başka örnek, iktidar partisi yandaşları ne kadar reddederse etsin Tayip Erdoğan’a başbakanlık yolunu açan TBMM kararları benzer biçimde, haksız bir mahkûmiyete karşı ve diğer partilerin desteğiyle alınmıştır. Şimdi iktidarın borcunu ödeme zamanıdır. Çünkü toplumsal yaşamda hiçbir sorun yok sayılarak yok edilemez, görmezden gelinerek üstünden atlanamaz, mutlaka çözülmesi gerekir. Ve yine toplumsal yaşamda borçlu ve alacaklı bu dünyada hesaplaşır. En iyisi bu gibi karmaşık durumlarda genellikle ilk izlenimimize güvenmemizdir. Çünkü çözümün ipuçları genellikle oradadır. Seçime girmesine izin verilen insanların meclise girmesine de yol vermek, bu ülkede yaşayan insanların ezici çoğunluğunun ilk izlenimidir. mehmetpolat148.blogspot.com Bu haber 2302 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |