| |||||||||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
SESSİZLİĞİN SESİ11 Nisan 2012, 02:12 Özer YILMAZ Mimar Mehmet Emin Akkaş Doğa'nın insan psikolojini nasıl etkilediği ve sessizliğin de sesinin olduğuna dair bilgiler verdi. Akkaş "Günümüzde bireyin yaşadığı hızlı yaşam curcunasından ve sahip olduğu teknolojik/elektronik alet edevattan, mesaisinin çoğunu geçirdiği kapalı mekânlardan dolayı gittikçe doğadan uzaklaşıyor. Unutmasın ki, hepimiz doğanın birer parçalarıyız ve doğa ile içten samimiyet kurmalıyız" dedi. SESSİZLİĞİN SESİ Selam Dostlar Kelimeleri örgütlemek haddim değil Benim işim, taşları örgütlemektir Mimar Mehmet Emin Akkaş
SESSİZLİĞİN SESİ (İNSAN PSİKOLOJİSİ VE DOĞA ETKİLEŞİMİ) Mimar Mehmet Emin Akkaş Doğa’nın insan psikolojini nasıl etkilediği ve sessizliğin de sesinin olduğuna dair bilgiler verdi. Akkaş “Günümüzde bireyin yaşadığı hızlı yaşam curcunasından ve sahip olduğu teknolojik/elektronik alet edevattan, mesaisinin çoğunu geçirdiği kapalı mekânlardan dolayı gittikçe doğadan uzaklaşıyor. Unutmasın ki, hepimiz doğanın birer parçalarıyız ve doğa ile içten samimiyet kurmalıyız” dedi.
TERAPİ MERKEZİMİZ DOĞADIR Birey; farklı tonlarda yeşilliklerle çevrelenmiş ortamlarda, farkında olsa da olmasa da doğal tedavi alıyordur. Siren sesleri, egzoz gazları ve beton yığınları ile beraber yaşamakla, canlılar stres depolamak zorunda kalıyorlar. Stres, kültür düzeyini dinlemez. Doğa ile iç içe yaşayan bir çobanın dinginliği, şehir hengâmesinde yaşayan akademisyeninkine göre daha sağlıklıdır. Şehir sakinlerinin güdüleri; kendilerini doğaya, yeşile, suya ve kırsala itekler. Nehir, kayalık ve ağaçların bulunduğu yeşil alanlara gitmek ister. Günümüzde bireyin belgesel izlemeye çeken gizli güç, doğal olana hayranlık duyması, doğaya bakıp derinlere dalması, hatta doğa manzaralarına, doğa tablolarına bakarak ya da zamanında gezdiği doğal ortamların hayallerine dalarak terapi(sağaltım-tedavi) olmanın tesellisinden kaynaklanıyor. İnsanlar ezelden beri üzerinde kolayca dengede durabildikleri doğanın ürünleri olan; havasından, suyundan, toprağından, meyvesinden, enerji kaynaklarına, özcesi bütün ürünlerinden faydalanmışlardır. Bu ahenk çok tanrılı dinlerden günümüze dek, doğaya karşı yazılı olmayan, ancak ibadetleşen yasalar şeklinde içselleşmişlerdir. Bu yazılı olmayan yasaları çiğneyenler de betonlar arasında, duyguları betonlaşanlardır maalesef.
SON YÜZYILDA FAZLASIYLA DOĞADAN UZAKLAŞTIK Varoluşundan günümüze kadar, insanoğlu doğanın içinde ve onun bir parçası olarak yaşamıştır. Zümrelerden oluşturulan sosyal topluluklar, yaşam boyu çevresiyle ilgilenmişler. Kültürel, sosyal, iktisadi ve bilimsel olarak değişik siyasi, doğal ve sağlık felaketlerinden ötürü, yaşadıkları çevrelerde de bu izleri görmek mümkün. İnsanoğlunun çevresi ile etkileri; insan ve etkilediği doğal-sosyal çevreyi de kapsar. Birey kendisini çevreleyen bütün canlı organizmalara muhtaçtır. Örneğin; bitkilerin yaprakları akciğer işlevini gördüğü ve bu yapraklar sayesinde, güneşin ışığı altında zor çözülen karbondioksit elementini, karbon ve oksijene ayrıştırma özelliğine sahiptir. Bitki yaprakları oksijeni dışarı verirken, karbonu ise, (bitkilerin kökleri aracılığı ile) topraktan emdiği suyun hidrojeni ile birleştirerek içinde tutar. Aynı zamanda bitkiler, bizim teneffüs ettiğimiz ve onsuz beş dakikadan fazla yaşayamadığımız oksijeni dışarı verirler. Bitkiler, ormanlar, otlar, yosunlar, sulak ekinler, karbondan, özellikle de sudan meydana gelmişlerdir. Hayvanlar solunum yoluyla karbondioksiti dışarı verirken, bitkiler de oksijen gazını dışarı verirler. Bu karşılıklı alış-veriş olmasaydı, hayvanların ya da bitkilerin hayatı, oksijenin ya da karbondioksitin tükenmesi sonucu sona erecekti. Bu dengenin bozulması, beraberinde bitkilerin yok olmasını, insanlarında yaşama şansının ortadan kalkması demektir. Bütün bu sorunların önüne geçebilmemiz için; İnsanoğlunun sahip olma ve açgözlülüğünden dolayı ve denetimsiz tüketim alışkanlığından dolayı, “Doğa”mız yaralanıyor. Doğamızı insandan korumamız ve tedavi/restore etmemiz gerekir. Bunun çaresi de farkındalık yaratmaktan ve elbirliği ile doğamızı korumaktan geçer.
BİREYİN GÜCÜ, GÖRÜNENİN ÇOK ÖTESİNDEDİR Birey yeteneklerinin ufuklarını ve de sonsuzluğunu keşfedebilse, bireyin görünmeyen yanı, görünen yanından daha engindir. Savım; birey istediği takdirde; evrensel enerjiyi harekete geçirerek, elektronik olmayan bir iletişim ağı kurabilir. Bu ‘İçten isteme’ye bağlıdır. Bu yetenek her insanda vardır, ama istek olmadıkça yetenek uyanmaz. İnsan kendini beş duyu ile kısıtlamadığı takdirde, ‘içten isteme’yi harekete geçirerek, uzaktan kumandalardan ve cep telefonlarından daha hızlı ve daha sağlıklı (hiç kimsenin şifrelerini kıramayacağı ve de şifrelerine giremeyeceği kalitede) iletişim kurabilirler.
DOĞADAN DAHA GÜÇLÜ DEĞİLİZ Akkaş “Maalesef, doğa ile barışık olmamızın gereğini hissettiğimiz anlar daha çok hasta olduğumuzda, mezarlıklara gittiğimizde ya da taziye ziyaretlerine gittiğimiz zamanlardır. Aslında çoğu davranışlarımızın temeline inersek, güdülerimizin derinliklerinden geldiğini hissederiz: Isınmak ve üşümek, yemek ve içmek, sevgi ve cinsellik, hüzün ve mutluluk, sahip olma ve kaybetme güdüsü, çevremize uyum sağlamak(adaptasyon) gibi. Doğanın bizim üstümüzde bu kadar büyük bir güce sahip olmasına rağmen, insanoğlu çevreyi kendi gereksinimlerine göre düzenleme işinde aşırıya kaçmıştır. Oysa insanoğlu; doğadan güçlü olmadığını, doğa kadar kendisini olması gerekene hazırlamadığını ve doğanın kendisine cömert davrandığı oranda cömert davranmadığının farkına varmalı/vardırmalı” ifadelerine yer verdi.
DURUMUN VEHAMETİ Akkaş açıklamasında: “istatistikler, bireylerin yaşamlarının %95’ini kendi oluşturduğu ya da razı olduğunu, son yarım yüzyılda ‘doğal olmayan’ tarzda yaşadıklarından kaynaklandığını ortaya koyuyor. İnsan doğayla ancak dolaylı ilişki kurabilmektedir. Gittikçe artan doğa ve doğal yaşam belgesellerini seyir etmek, parka-refüje bakan pencereden seyretmekle çoğumuz doğayla iletişim kurmaya çalışıyoruz. Bu durum, bireyin hislerinde varoluşunun köklerinden uzaklaştığını, kendisini doğanın bir parçası değil de, doğanın yaması, misafiri hissi ağır basar”. Ekosistem artık insanın verdiği tahribatları kaldıramayacak düzeylere ulaşmıştır. Küresel ısınma ve ozon hadisesi bu bozulmanın en büyük sinyallerindendir. “Dünya benimdir” diyen zengin(yoksul!) açgözlüler bilsinler ki, bu tehditten muaf değiller. Doğayı iflasın eşiğine getirmişiz. Bu vahim durum karşısında, dur demenin zamanı geldi geçti, mücadele yöntemlerini ortaklaştırıp, ekoloji aktivistlerini, doğa ile barışık yaşamak isteyen oluşumları, doğa dostlarını ve yerel örgütlenmelerini; ırk, dil, din, renk, cinsiyet ayrımı olmaksızın, doğamızın restorasyonuna acilen başlamamız gerekir.
NELERİ KAYBETİĞİMİZİN FARKINDA DEĞİLİZ “Çocuk ve gençlerin yalnızca %33’ü 8 değişik ot ismi sayabilmekte, yalnızca %14,2 yşam biçimlerini bildiği beş kuşun adını sayabilmektedir. Yetişkinlere nazaran gençler, daha da doğadan uzaklaşmışlardır. 7–13 yaş grubundakilerin %45’i doğa ile ilgili bir iki anısı vardır. Bu anıların çoğu da bir okul gezisi veya anneanne/babaannelerinin köylerine gitmişliğinden anıları olmuşlar. Doğadan uzaklaşma ne kadar artarsa, vicdan, adalet, dostluk, paylaşım duyguları da o oranda azalır, bireyin yetenekleri ve özgüveni azalır. Bunların neticesinde insanlık kaybediyor”.
DOĞA İLE DOSTLUK KURMALIYIZ Bireyler belli bir yaştan sonra; nasıl doğayla iç içe yaşayacağım, bu şehir hengâmesinden kendimi nasıl özgürleştireceğim gibi soruların cevabını aramaya koyulur. Tabiatın içinde olma tesellilerini, birkaç saksı ile uğraşmaktan, trekking (dağ yürüyüşü) yapmaya ve şehir içinde daha çok yeşil alan talep etmeye kadar uzanmakta. Birey, kendi köklerini irdelemenin ve keşfetmenin önemini kavrayıp bu yönde araştırdıkça, sadece oturup doğayı dolaylı olarak seyretmekle yetinmeyecektir. İnsanlar günden güne doğayla daha samimi ilgilenmeyi istemektedirler”.
KAYDA DEĞER KAZANÇLAR Gittikçe rağbet gören yöntem, tabiatta yürüyüş yapmaktır. Çünkü yürüyüş esnasında, doğayı daha fazla içselleştiriyoruz, çevremizi daha ilhamla inceliyoruz ve bir süre sonra kendimizi sorgulamaya, incelemeye başlıyoruz. Kendi doğamızı, bedensel ve duyusal özelliklerimizi fark etmeye başlıyoruz. Çoğu ülkelerde son yıllarda, yürümenin talep görmesi ve sevilen bir faaliyet olması da bundandır. Yürüyüşe gösterilen bu ilgi, ekonomik olarak da kendini göstermekte ve sporla ilgili ürünlerin satışlarından büyük karlar elde edilmektedir”.
YARARI VAR “Belli bir yaşın (40–45) üstü insanlar, çoğu zaman gençlerinde doğada yürüyüş yapmaya arzusunun altında kendisine ulaşma var. İnsanları doğaya yönelmelerinin sebebi, doğadan huzur ve naz almaktır. Aynı zamanda bakir doğanın içinde olmak ve sessizliğin sesi ile deşarj olma arzusudur. Bakir doğada içinde yürüyüş yapmanın bireye birçok açıdan yararı vardır”
ESTETİK ZEKÂ VE ALGILAMA YETENEĞİ Akkaş: “Doğanın yararlarından biri de, insanın metabolizmasını dengelemesi, direnci arttırılması ve bağışıklık sistemini güçlendirmesi. Vücudumuz bir haftada fazladan 2000 kalori yakması sağlanırsa, bünyemiz şehirde yaşamanın oluşturduğu çoğu hastalıklara karşı direnç göstererek, yaşam süresini uzatarak katkı sunar. Bakir doğa yapacağımız dingin yürüyüşler, bireyin psikolojik dengesine de olumlu katkı sağlar. Kentlerdeki beton binalar, bunların birbirleriyle uyumsuz karmaşası, çarpıklığı, siren ve diğer anlamsız seslerin uğultusu, egzoz-kömür-sanayi bacalarının verdiği kirlilik, bireyin estetik gelişimini köstekler, zekâyı ve yeteneği olumsuz olarak etkiliyor”
SESSİZLİĞİN SESİ “Çözüm olarak, doğadaki kıyı ve kayalıkları yalayan bir nehir, bir birinden farklı ancak ahenkli tepe/dağların ahengi(birde ağaçlar ile kaplı olsa) ya da doğal bir ortamda değişik canlıların otlandığı otlaklar, bireyin psikolojisinde huzur ve özgürlük hissini yaratır. Böylesi alanlarda birey; hoşgörülü, merhametli, aşkı, alçakgönüllü, hormonal dengeyi ve üç boyutlu düşünmenin hasadını toplar. Algılama yeteneğimiz gelişir, ruhumuzun hengâmesi diner, görebilme yeteneği gelişir, düşüncede odaklama ve daha birçok duyumuz da payına düşeni almış olur. Şehirde yaşayan bireylerin en çok ihtiyaç duyduğu şey; “sessizliğin sesi”nde doyuma ulaşmayı isterler. ‘Sessizliğin sesi’ni daha çok bakir doğada duyabiliriz.
GENLERİMİZ İLE DOST OLAN SESLER “Tabii sesler; rüzgârın sesi, kuzu melemeleri, kuş cıvıltıları, nehir sesi, yağış sesi ve deniz dalgalarının sesi, insanın algı derinliklerinde tanıdık-barışık-samimi seslerdir. Doğanın insanlaşmasından bu güne dek “genlerimizle dost olmuş seslerdir. İçgüdülerimizin barışık olduğu natürel seslerdir. Doğal ortamlarda yaşmak, bireyin kendisini dinç, huzurlu, özgür hissetmesini, iç temposunun dengelemesini ve adalet duygusunu geliştirir. Stres, tedirginlik, sabırsızlık gibi şehir rahatsızlıklarının doğal tedavisi/ilacıdır. Yapay ortamın ve teknolojinin rehin aldığı dünyamızda, öne çıkan kavramlar: “siyaset”, “ekonomi” “mesafe”, “mantık”, ‘magazin’ ve “nesne”ler olurken, doğada bu kavramlar; “dürüstlük”, “bolluk” “yakınlık”, “duygular” ve “canlı”lardır”.
BİREYİN DERİN DÜŞÜNMESİNİ SAĞLAR “Doğa içinde yapılan kısa bir yürüyüş bile, doğa içinde yer alan natürel varlıklar, insanın tabiatıyla uyumlu oluşlarından, doğada bir süre yaşadıktan sonra; bireyde, psikolojik, biyolojik ve duyusal olarak vücudundaki organların uyum içinde çalıştıklarını hissedebilir ve doğada yama olmadığını, doğanın bir parçası olduğunu hisseder. Bakir doğada yaşamak ya da zaman geçirmek, bireyin derin düşünmesini (meditasyon) de sağlar. Bundandır doğada gezindiğimiz zamanlar, kendimizi dinlenmiş hissederiz. Psikolojik deneylerle de kanıtlanan; bireyin, nehir, deniz, ormanlık ve hatta doğa manzaralarını seyrettiğinde rahatladığını, uyumsuz-çarpık binalara, sanayi tesislerine, hava limanlarına ve garlara baktığında ise; huzursuz oldukları, gerildikleri, tansiyonlarının yükseldiği ve kendilerini yorgun hissettikleri gözlemlemiştir”.
DEĞİŞİK ÇÖZÜMLER “Şehir resimleri olumsuz duygular uyandırırken, güzel doğa resimleri bireylerin keyfini yerine getirmekte, nabzı ve tansiyonu düşürmekte ve beyin alfa dalgaları üretmeye başlamaktadır. Yatan hastalarda; vadiye, ağaçlığa, dereye, denize pencereleri bakanlar, pencereleri sanayi bölgesine, garlara, mezarlıklara ve beton binalara bakan hastalara oranla, daha az bakım ihtiyacı duydukları, daha az ağrı/acı hissettikleri, refakatçilerine daha az sıkıntı yaşattıkları ve daha çabuk iyileştikleri gözlemlenmiştir. Bunun paralelinde; at ile seyahat edenler, motorlu taşıtlarla seyahat edenlerden- temiz açık alanlarda yürüyenler ile yürüme bandını kapalı mekânlarda kullananlara oranla, çok daha düşük miktarda stres hormonunu salgılarlar. Doğanın insanı yetenekli, yaratıcı ve çözüm gücünü kendinde bulmayı geliştirdiği de bilinmektedir.
HEDEFE ODAKLAMA GÜCÜ “Avavan Merdo; toplam 42 öğrenci özerinde yaptığı araştırmasında; 21 öğrenci, kırsal alanda bağ, bahçe, ziraat, hayvancılık gibi uğraşları olan ailelerin çocuklarına, diğer 21 öğrenci ise, bürokrat, akademisyen, mülki amir, organize bölgesi çalışanı olan ailelerin çocuklarına, değişik konularda ve perspektiflerde resim çizmelerini istemiş. Birinci grubun(doğayla iç içe büyüyenler) çok boyutlu düşünüp, değişik perspektiflerde objeleri tasavvur ettiklerini ve çizdiklerini, ikinci grubun ise, , film, televizyon ve belgesellerden tek boyutlu (dokunma-okşama şanslarının olmadığı) kaynaklardan beslendiğinden, daha monoton düşündüklerini ve başarısız olduklarını tespit etmiştir. Kapalı mekânlarda, masa başında hedeflerine odaklanıp istediği konuda çözüm üretmekte zorlanan birçok yönetici, doğal ortamlarda çeşitli alternatifler sunabilmişlerdir”
BÜTÜN OLARAK ALGILAYABİLME “Yaşam biçimimiz, teknolojik alet edevatların yaydığı binlerce yapay sinyallerle çevrelenmiş ve tüketim sersemliğini hortlatan aptallaştırma kutusu (tv), bireyin iki algısının dışında yaşama şansını, sinsice ortadan kaldırmıştır. Sadece iki algı yönümüze yönelik çalışırlar: Görme ve duyma. Tat ve koku alma, dokunma ve hissetme, manyetik iletişim ve empati kurma gibi algılar, geri planda kalmaktadır. Bakir doğa ise, bütün duyularımızı besler; böceklerin ve kuşların sesi, çiçek ve güllerin kokusu, dere ve çayların şırıltısı, toprağın insan doğasında oluşturduğu samimi his, yeşilin renk cümbüşü gibi olgular bireyi olumluya götüren kuvvetli ve uyumlu güçtür. Bütün duyularımızı uyarır ve bu vesile ile kendimizi çok daha “bütün” hissediyoruz. Bu da bireyin kendisine olan özgüvenini, vicdanını, yaratıcılığını ve affediciliğini besler.
YEGÂNE TABİP DOĞADIR “Yukarıda saydıklarımızın yanı sıra, kişinin hedefe odaklama, hatırlama, yön bulma ve paylaşma özelliklerini pekiştiren yegâne doktor doğadır. Bireyin doğa ile kuracağı samimiyetten kazanabileceği ve farkına varmadan kendisine katacağı değerler vardır. Doğanın melodisi(sessizliğin sesi), asla deforme olmayan sesler bütünüdür ve bu seslerin tümü, insan doğası ile uyumlu, genlerimize işlenmiş seslerdir.
RUHU DOĞANIN KUCAĞINDA VAFTİZ ETMEK “Doğaya özlemi; Uzaklaşmak ve varmak, keşfetmek ve doyuma ulaşmak, merak ve korunma. Uzaklaşma, günlük hayatın bütün sıkıntılarından uzaklaşmak anlamına gelmekte, sadece bulunulan ortam değil, hayata bakış açısı da değişmektedir. Doğa, bireyin araştırma yönünü, iyiyi ve güzeli sürekli aramasını, yararlı olanı kalıcılaştırmanı öğreten öğretmendir. Monotonlaşmadan, bilinenden uzaklaşmak, yeni bir hedefe ulaşma. Bir antik kente, doğal yaşamın sürdürüldüğü bir köye, her detayı ayrı bir güzellik olan nehir kıyısına ya da ulu bir zirveden bütün güzellikleri içselleştirmeye olabilir. Bireyin doğa sayesinde kendisine kavuşması, doğanın insan için ne kadar büyük bir gereksinim olduğunu gösteriyor. Doğa ile kucaklaşmak, hafifletilmiş inziva etkisini de oluşturur. Bireyin kendi iç dünyasına yolculuk yapma ve kendine format çekmeye, ruhunu vaftiz etmeye de yardımcı olur.
YEŞİL TERAPİ “Bütün algı kanallarının uyarılması, hayatla samimi bakmayı, olumlu düşünceler geliştirmeyi, emeğe saygıyı, üretme ve katkı sunmayı, yardımlaşmayı beraberinde getirir, Diğer bireylerle bir arada kardeşçe yaşam sürme inancı, insanın kendini bir bütün olarak algılaması, doğanın bireyde oluşturduğu sonuçlardır. Bireyin doğaya çıkma şansı yoksa ne yapabilir? 1990’larda, Diyarbakır’da, öğrenci evimin en büyük salonunu, 70 değişik çeşit çiçek vardı. Bunların tamamı canlı ve sağlıklı çiçekler idi. Boy sıralarına göre anfi tiyatro da oturan seyirciler misali dizmiştim ve her gün çiçeklerime, o anki atmosferin ruhuma yansıdığı melodilerle, yıllarca saz çaldım. Bir nevi betonların içinde küçük bir tabiat oluşturmuştum kendime. Bitki yetiştirmek de insan ruhunu olumlu etkiler. Son dönemlerde “Bahçe Terapisi” olarak adlandırılan bir akım, bahçe ile uğraşmanın psikoloji üzerindeki olumlu etkilerini saptayıp, bu etkinliği bir sağaltım (terapi) formatına dönüştürmüş durumda”
SABIR DEPOLAMA “Yeşil alanlarda veya bahçe ile uğraşmak, yoğunlaşma bozukluğu, isteklendirme (motivasyon) eksikliği yaşanan bireylerde olumlu etkiler yaratabiliyor. Bitkiler, kişilere bir anlamda örnek oluşturuyorlar. Bitkiler, insanlara yaşmalarını sürdürebilmek için nelere gereksinim duyduklarını uyarıcıdırlar. Yayılma, çeşitlenme, büyüme ve olgunlaşma, bunların yanında, güçten düşme ve ölme. Bitkilerle uğraşmak, kişiye kendi davranışlarının önemli ve etkili olduğunu hatırlatıyor, Bireyin yaptıklarının sonucunu beklemek ise, sabır depoluyor.” “Av. Merrdo’nun şu tespiti önemlidir: Fide ekenler; fideleri ile beraber yaprak açar, büyür, çiçek açar ve meyve verir. Bu da beraberinde; cömertliği, adilliği ve sanatsal/ruhani kişiliği oluşturur. Avcılık ile uğraşanların kişilik yapılanması ise: (emek vermeden hazıra kondukları için) gaddarlık, tahakküm, aldatma, benmerkezci, emeğe hoyratça davranma gibi eğilimleri geliştirir. Bahislerden kazanılan para sahibi ya da kumardan-hırsızlıktan kazanılan para sahiplerinin karakterini zamanla alırlar”.
DOĞAYLA BÜTÜNLEŞMEK “Ağaç-fide ve yeşillik ile uğraşmanın, olumlu psikolojik etkilerinin yanında, tansiyonu dengeleme, stresi azaltma ve sinir kaslarını gevşetme gibi etkileri de bulunmaktadır. Doğa, bireye aslının ne olduğunu çeşitli şekillerde hatırlatıyor. İnsanın bu farkındalığı kazanması, onun köklerini hatırlamasını da sağlıyor. İnsan, doğa içindeki olayları gözledikçe, karşılaştığı olaylara verdiği tepkilerde daha olgun ve merhametli olabiliyor. Sürprizleri daha hoşgörü ile karşılayabiliyor. Birey, kendisiyle barışık ve çözümü kendisinde arama yeteneğini geliştirebiliyor. İnsan doğa ile iç içeyken kendini çok daha iyi tanıyor, bir bütün olarak algılayabiliyor. Doğa birey açısından ayna görevini görüyor. Bireyin şartları gereği; birkaç saksı ile uğraşması, küçük bir bahçe oluşturması, eko-köy de yaşama isteği, ezeli dürtülerdendir. Dolayısı ile doğayı kucaklamamız şarttır. Çocuğumuzun eğitim ve terbiyesine nasıl özen gösteriyorsak, aynı oranda, doğa anaya karşı dost olabilmesi için de, gereken donanımı vermeliyiz.
“Doğurgan doğa özgürleşmeden, doğurgan dişinin ve ortağı olan erkeğin özgürleşmesi gerçekçi olmaz.” Mimar Mehmet Emin Akkaş (Merrdo) Bu haber 7879 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |