| |||||||||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
Mücahitler nasıl müteahhit oldu?26 Temmuz 2010, 04:33 Özer YILMAZ İslamcılar arasında yaygın bir tekerlemedir: Zamanında mücahit olduk, seçim sandıklarında müşahit olduk. Sonra iktidara geldik müteahhit olduk. Mücahitler nasıl müteahhit oldu?İslamcılar arasında yaygın bir tekerlemedir: “Zamanında mücahit olduk, seçim sandıklarında müşahit olduk. Sonra iktidara geldik müteahhit olduk. Şimdi hamdolsun her şeye müsait olduk.” Saadet Partisi’nde kopan fırtına aslında mücahitlikten müsaitleşmeye geçen sürecin sancılarıdır. Bu sürece direnme noktaları gereksiz ya da hatalıdır. Bilindiği gibi 1968 yılında Prof. Necmettin Erbakan, büyük sermaye sahiplerine karşı güç ve etkinlik arayışındaki ‘küçük ve orta çaplı iş adamlarının’ temsilcisi olarak Odalar Birliği’ne seçildi. Ancak İzmir ve İstanbul Ticaret Odalarının tepkileri sonucu AP Ticaret Bakanı, Erbakan’ı başkan olarak tanımadı ve görevden aldı. Yapılacak genel seçimlerde Erbakan Konya’dan aday olmak için AP’ye başvurdu fakat bu da veto edildi. Bunun üzerine aynı ilden bağımsız olarak seçime girdi ve kazandı. 1970’de 18 kişiyle Milli Nizam Partisi kuruldu. İşte bu dönemde başlayan mücahitlik sürecinde Milli Görüş’ün sınıfsal tabanını küçük ve orta boy sermayedarlar oluşturuyordu. Yani esnaf ve eşraf kesimi… Erbakan’ın büyük sermayedarlara karşı din eksenli söylemi bu kesimin özellikle ilgisini çekiyor ve takdirini topluyordu. 1980 öncesi Milli Görüş partileri ekonomik olarak bu kesimi koruyan bir devletçiliği savunmaktaydı. Ağır sanayi hamlesi sloganları o dönemin temel mottosuydu. 1980 sonrası ülke egemenlerinin terk ettiği ithal ikameci modelin yerini alan serbest piyasacı model, 80 öncesinde oldukça küçük bir grubu temsil eden sermayedarların giderek büyümesini sağladı. Hatta Haldun Gülalp bu büyümeyi “Türkiye’nin toplam ihracat potansiyelinin yaklaşık dörtte birinin küçük ve orta boy sanayi işletmelerinden kaynaklandığı belirtiliyor” şeklinde açıklar. O dönemde gelişen bu yeni sermaye ile kent yoksulları aynı ‘adil düzen’ sloganı etrafında gelişebilmiş ve bu kesim Refah Partisi’nin yeni tabanı olmuştur. Refah Partisi’nin adil düzeni önceki Milli Görüş partilerinden farklıdır. MSP’nin önde gelen sloganı olan ‘ağır sanayi’ Refah’ın propaganda broşürlerinde küçük bir ayrıntı düzeyindedir. Hatta Erbakan’a göre Refah Partisi gerçek özel sektörcü partidir. Bu özel sektör sloganı yeni gelişen sermaye açısından oldukça değerliydi çünkü bu kesim yeni oluşan pazarda kendisine yer bulmak istiyordu. Nitekim özelleştirmeler sürecinde MÜSİAD’a bağlı İslami sermayenin de giderek geliştiğini söyleyebiliriz. Şennur Özdemir, ‘MÜSİAD: Anadolu sermayesinin dönüşümü ve Türk Modernleşmesinin derinleşmesi’ adlı kitabında şu bilgileri verir: “1995 yılı itibariyle toplam 1780 MÜSİAD üyesi şirketin 589 tanesi 1990’dan sonra kurulmuştur. 1980 öncesi kurulan şirket sayısı ise 437’dir. Bu 437 şirketin sadece 71 tanesi 1960 öncesi kurulmuştur.” 2010 yılı itibariyle ise 15 bine ulaşan firma sayısı, 90 milyar dolarlık üretim hacmi, 17 milyar dolarlık ihracatı ile MÜSİAD önemli bir güç konumundadır. Gülalp da Türkiye’nin toplam ihracat potansiyelinin yaklaşık dörtte birinin küçük ve orta boy sanayi işletmelerinden kaynaklandığı belirtir. Ancak unutulmaması gereken bir nokta da Ortadoğu’daki petrol zengini ülkelerden Türkiye’ye İslami bankacılık yoluyla akan sıcak paranın da bu yeni sermayedar kesimin sermayesini geliştirmesinde önemli kaynak sağladığıdır. Bugün Milli Görüş kadrolarıyla siyaset yapan çevre de ya bu alt ekonominin içerisine girmiş ya da girmeye hevesli, iktidar rüyaları gören bir durumdadır. Piyasaya eklemlenmesine rağmen hâlâ daha küresel güçlere aleyhtar bir görünüm gösteren Erbakan’ın siyaset arenasında pek de şansı kalmamıştır. Bunun da nedeni 1980 sonrası mücahitlikten müteahhitliğe evrilen yapının sürekli sisteme entegre olmayı daha fazla istemesidir. Olaylı Saadet kongresinden sonra Erbakan’ın Kurtulmuş’a göre yaşlılığı konusunun medyada gündeme gelmesi olayın iç yüzünü yansıtmaz. Burada “Kurtulmuş çevresi AKP’ye daha yakındır” gibi iddialı söylemlere de girmeye gerek yok. Belki sosyal eşitlik konusunda Kurtulmuş çok daha ileri bir söylem de tutturmuş olabilir. Bence yaşanan süreç şu haliyle artık tarih sahnesinde yer alması çok da mümkün olmayan, ya daha radikal bir İslami muhalefet ya da küresel siyasete tamamen eklemlenme ayrımı yaşayacak bir partinin kaçınılmaz krizidir. Bu kriz bugün kişisel kariyer kavgalarıyla ortaya çıkmıştır yarın başka biçimlerde çıkar. Egemenler arası çatışmada bir kesimin AKP’yi bölme ihtiyacı olduğu, Saadet’in de bu noktada önemli bir figür olduğu biliniyor. Özellikle yolsuzluk konularında yıpranmış AKP’nin oylarını bölen bir noktadadır Saadet. Ancak TÜSİAD sermayesi, kan davalı olduğu Erbakan’dan ve ona yakın isimlerden böyle bir misyon beklememekte, yeni bir yüz olarak ortaya çıkan Numan Kurtulmuş ise daha iyi bir figür olarak durmaktadır. Anketlerdeki şişirmeler de biraz bundandır. (Kurtulmuş’un bu medya şişirmesinden biraz dolduruşa geldiği de hissediliyor.) Sonuç itibariyle Saadet Partisi’nde mücahitlikten müteahhitliğe evrilmiş kadroların ‘her yola müsait’ bir hale gelmesi eşiği vardır. Milli Görüş, İslamcılığın yükseldiği bir ülkede elbette ki taraftar bulmayı sürdürecektir. Ancak Milli Görüşçüler piyasa ilişkileri içerisine girdikçe kaçınılmaz olarak AKP’lileşecektir. Hoca’nın Numan Kurtulmuş’u AKP’li diye yaftalaması yersizdir. Partisini nostaljik bir noktadan çıkarıp iktidar arayışlına girecekse bu değişime katlanmak durumundadır. Sisteme cepheden karşı çıkmayan her siyasette olduğu gibi ‘müsait’ bir zamanda liberal değişim onun da kapısını çalacaktır. BARIŞ İNCE Bu haber 2677 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |