1980’li yılların başında birçok kişi Bobby ve Ceyar arasındaki çatışmayı izlemek için ekran başında kilitlenirdi. ‘Dallas’ dizisi o zamanlar Amerikanvari bir yaşamı dayattığı için eleştiri alıyordu. Tam 344 bölüm boyunca Bobby ve Ceyar arasında kurulan dramatik yapı tüm dünyada milyonları peşinden sürüklemeyi başardı.
Dallas, Türkiye’de de o kadar sevildi ki hâlâ bazı mahallerin eskiden kalma bir Ceyar’ı var. Daha sonraki yıllarda ise Brezilya dizileri hayatımıza girdi. Onlar da çok sevildi, çok eleştirildi. 1974’te TRT 1’de yayınlanan ve ilk yerli televizyon dizisi olma özelliği taşıyan ‘Aşk-ı Memnu’dan sonra Perihan Abla, Bizimkiler, Kaynanalar gibi diziler ekranların gözdesi oldu. 1990’lı yılların Türkiyesi’nde ise özel televizyonların kurulmasıyla yerli dizi sektörünün gelişimi hız kazandı. Özellikle de reklam pastasından yüksek pay almaya başlayan özel televizyonlar pahalı prodüksiyonlara girme konusunda daha cesur davrandı. İzleyicilerin bu yapımlara olan büyük ilgisi onları daha fazla dizi çekme işine yönlendirdi. Günümüzde her sezon ortalama 70’e yakın dizi ekrana gelmekte ve buna her geçen gün yenileri eklenmekte. Üstelik bu sayıya tematik kanallarda yayınlanan yabancı diziler dahil değil. İşte bu noktada da tartışma başlıyor. Toplum nasıl oluyor da dizilere bu kadar ilgi gösteriyor, onları yaşamının merkezine koyuyor. Bugün sokaktan kimi çevirseniz takip ettiği en az 2–3 dizi bulunuyor. Haftanın her günü iki dizi takip edenler de az değil.
KURGU GERÇEĞİN YERİNİ ALIYOR
Bu diziler sadece izlenmekle yetinilen bir yapım olmanın dışında tüketim alışkanlıklarından, günlük hayattaki isteklerin seçimine kadar belirleyici bir konuma da sahip oluyor. Dizi kahramanlarıyla, izleyicilerin kendilerini özdeşleştirmesi, onlara benzemeye çalışması her an kendini gösteriyor. Öyle ki kurgu, gerçeğin yerini almış durumda. Yaratılan kahramanlar da egemen ideolojinin bir parçası. Özellikle mafyayı, polisi konu alan dizilerdeki karakterlerin silahla olan yakın bağlarını düşünelim. Eline silah alıp ‘Deli Yürek’ , ‘Kurtlar Vadisi’ dizilerindeki gibi ülkeyi kurtarma motivasyonuyla sokağa çıkanlar... Gönüllü toplum koruyuculuğu görevi gibi neye hizmet ettiği belli olmayan bu kişiler, çok daha kolay benimsetildi. Sadece bunlarla mı sınırlı? Değil!
Tüketim toplumunun bir parçası olan diziler oldukça mutlu olabileceğimizi bize dayatan söylemiyle ideolojiyle uyum gösteriyor. Dahası hayatın içinde var olmayan ‘şeyleri’ gösteren bir mekanizma da dizi mantığının bir parçası.
Herkesin kendi gerçeğini bir tarafa bırakıp, dizilerdeki kurgusal öykülerle yaşamını anlamlandırmaya, sorunlarını çözmeye çalışması neden peki? Gelinen noktada suç yapımcı ve televizyon yöneticilerinde mi? Bu soruya keşke “evet” demek kolay olsa. Çünkü o zaman çözüm yapımcı ve televizyon sahiplerinin ikna edilmesi olacaktı, ki bu en kolayı. Ama yine de suya sabuna dokunmayan, ideolojiyi zedelemeyecek şekilde ele alınan projelerin yerine yönlendirici, bilgilendirici yapımlara ihtiyaç var.
Geçen sene bir gazetenin Pazar ekinde ‘Yaprak Dökümü Turizmi’ başlıklı bir haber yayımlandı. Haber özetle, 2, 3 yıldır yüksek izlenme oranlarına sahip ‘Yaprak Dökümü’ televizyon dizisinin fragmanında yer alan ve aileyi simgeleyen ağacın bulunduğu yere giden yüzlerce kişiyi konu ediyordu. Kırklareli Pehlivanköy beldesinde yer alan ağacın bulunduğu yerde fotoğraf çektirmek için binlerce kilometre yapan insanlar, ağacın üzerinde bulunduğu arazi sahibine sıkıntılar yaşatsa da çoğu amacına ulaşmış. Aileler tıpkı dizide olduğu gibi ağacın önünde durarak poz vermiş.
AĞACIN TÜRÜ NE?
Hiçbir yapımcı ya da televizyonun insanları binlerce kilometre yol yaptırıp bir ağacın altında toplama gücü yoktur aslında. Bunu bir süreç olarak görmek en doğrusu. Onlarca yıldır halkına gerçek amaçlar, bir yaşam kültürü veremeyen bir ‘devlet kurgusunun’ vatandaşları o ağacın altına gitmesin de ne yapsın. Yine o habere dönersek, işin hüzünlü bir tarafı daha çıkıyor ortaya. Haber, o malum ağacın altına giden dizi izleyicilerinin, ağacın meşe olduğunun farkında olmadığını, zaten türünü de merak etmediklerini söylüyor.
Evet, bir dizi sizi yüzlerce kilometre uzaktaki bir ağacın altına sürükleyebilir ama o ağacın türüne dair bir merak uyandırmaz. “Bu ağaç; kayın mı, köknar mı, yoksa ceviz mi?” diye düşünmenize neden olmaz. Ya da “Bir ağacın serinliği niye huzur verir?” diye bir soru da düşürmez insanın aklına.
Öyleyse bizim aklımıza böyle esaslı sorunları, merakları, hayalleri, amaçları düşürecek olan kim? Sadece yapımcı olmasa gerek. Sadece bir ağacın türünü merak ettiğimiz için yol kenarında arabamızdan inip araziye çıkmayacak mıyız hiç!
‘Yaprak Dökümü’nün fragmanında boy gösteren meşe palamudunun ortalama ömrü 500 yıl. Kışın yapraklarını döken ağacının latince adı ‘Quercus ithaburensis'dir.
İyi seyirler!..
İLKE KAMAR-birgün