| |||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
Merhaba Sevgili Okurlar,23 Eylül 2009, 19:57 Merhaba Sevgili Okurlar, Daha önce de belirttiğimiz gibi bu yazıda Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde kadının yerine kısaca değinelim istiyoruz. Geniş çaplı bir araştırma alanı olarak, ancak son yıllarda tarihçilerin daha çok merak ettikleri kadın dünyası üzerine söyleyebileceklerimiz bugün için hala sınırlı. Ayrıca "Osmanlı kadını" diye tek bir tip çizemeyeceğimiz de gerçek. Çünkü hangi yöreden, hangi milliyetten, etnik veya dini kesimden, sosyal sınıftan geldiklerine göre kadınların yaşamları büyük farklılıklar gösterir. Türk göçleri ve egemenliği sonunda Anadolu'da örtünme, seyahat etme, sosyal ve siyasal hayata açık bir biçimde katılma gibi konunlar da oldukça rahat davranan kadınlar çıkar karşımıza. Dede Korkut kitabının kahramanlarından Kan Turalı, kendisine bir eş aradığında onun,"kâfir ilinden baş getirmiş" bir savaşçı kadın olmasını diler. Ancak sonra eş seçtiği Salçan Hatun, kendisini düşmanlardan kurtarınca, bir kadın tarafından kurtarıldığı için utanç duyar. Savaşlarda yaralanan gazilerin yaralarını, saran, yine Anadolu bacılarıdır. İbn Battuta 1330’larda Anadolu beyliklerini gezerken kendisi gibi bir seyyahla görüşmekten çekinmeyen, onu büyük bir konukseverlikle ağırlayan kadınlarla karşılaşır. Bunlardan, kimisi ikinci Osmanlı Sultanı Orhan Bey' in eşi Nilüfer Hatun gibi yönetici sınıftandır. 1453ten sonra Osmanlı devletinde kadınlar "harem saltanatı" ndan çok önce siyaset sahnesinde boy gösterirler. Fatih Han, babasının eşi Sırp Prensesi Mara'dan Venedik harbinde uzlaşmacı olarak yararlanmıştır. Kanuni Süleyman'dan itibaren siyaset sahnesine çıkan kadınların çoğu cariye kökenlidir. Hürrem Sultan, Mihrimah Sultan, Kösem Sultan, Hatice Turhan Sultan gibi Osmanlı devlet yönetiminde çok etkin olmuş kadınlar vardır. Bunların hayatları, iyi ve Kötü yanları incelendiğinde önümüze çok farklı yaşam hikâyeleri çıkar. Ancak biz bugünkü yazımızda kadının genel olarak o dönemdeki yaşamına değinecek olursak şunları söyleyebiliriz; Selçuklu ve Osmanlı toplumlarında ailelerin kız çocuklarıyla ilgili en önemli düşünceleri, onları evlendirmek olmuştur. Çünkü kadın, genelde evlenip, çocuk; sahibi olduktan sonra bir sosyal statü kazanabilmiştir sevgili okurlar. Bu durum, sadece Müslümanlar için değil, aynı toplum içerisinde yaşayan Rum, ermeni, Yahudi kadınlar için de geçerliydi. Evlenmeye, görücü usulü denilen yolla aile büyükleri karar verirlerdi. Eşler çoğunlukla birbirlerini görmeden, şahitlerin huzurunda nikâh akdini gerçekleştirirlerdi. Bu kuralın dışına çıkıp nikâh öncesi birbirlerini görmeye çalışan, birbirlerine çeşitli simgelerle mesajlar yollayan eşler de yok değildi ama genel kural böyleydi. Aile, evin erkeğinin otoritesi altında ve toplumun kurallarına göre düzenlenen yaşamını, haremlik ve selamlık, bölümlerinden oluşan evlerde sürdürürdü. Kadının ev dışındaki yaşamı sınırlıydı. Evlilikte damat adayının, kız tarafına "mehr" adı altında bir para ödemişi zorunluydu. Mehr'in özellikle boşanma ve ölüm sonrasında ödenen cinsi, dul kalan kadını koruma amacına yönelik önemli bir sosyal güvenceydi. Boşanma hakkı genellikle erkeğe tanınmıştı. Yaygın boşanma biçiminde, kocanın ayrılmak istemesini ifade eden "boş ol" (talak) sözcüğünü üç kez tekrarlaması boşanmayı gerçekleştiriyordu. Ancak az da olsa karı-kocanın anlaşmaları yoluyla veya kadının isteği ile kaza-i boşanma türleri de vardı. Miras hukukunda, ise erkek ön plana alınmış, kadına erkekten daha az hisse hak olarak görülmüştü. Kadın, kocası öldüğünde çocuğu varsa 8 de bir, yoksa 4 te bir hak kazanırdı. Şahitlik konusunda ise ancak iki kadının tanıklığı bir erkeğin yerine geçebiliyordu. Bunlara karşılık," kadına mülkiyet kornasında bir serbestlik tanınmış olduğunu birçok mahkeme kaydından anlıyoruz sevgili okuyucular. Her ne kadar, kadının malı hukuki olarak kocanın vesayeti altında ise de mal ayrılığı prensibi geçerliydi. Örneğin 17.yy.ın ilk çeyreğinde Kayseri kadı sicilleri üzerinde yapılan bir araştırma, konuya ilişkin mahkeme kayıtlarının %40 kadarının kadınların mülkiyet haklarıyla ilgili olduğunu ortayı koymuştur. Ev, bağ, bahçe, çiftlik, tarla sahibi hatta dükkân, atölye, değirmen gibi ticari iş yerlerine sahip kadınlar, bu mallarım istediklerine satabilmişler veya mülk satın alabilmişlerdir. Kadınların o dönemlerde, erkekle birlikte olmamak kaydıyla bazı işlerde çalışarak geçimlerini sağlamalarını, devlet ve toplum tüm tutuculuğuna rağmen olumlu karşılamıştır. Örneğin kadınlar için en önemli iş dalı dokumacılık ve el işlemeciliğidir. Selçuklu döneminde de Bacıyan-ı Rum(*) yani Anadolu Bacıları adlı kadınlar örgütünün dokumacılık ve dallarıyla uğraştıkları biliniyordu. Bu iş kolu, Osmanlı döneminde de özellikle Kayseri, Konya ve Bursa yörelerindeki kadınların başlıca uğraşıydı. Çok yaygın bir pazarlama sistemi olan bohçacılıkta o dönemin önemli ticari işlerinden biriydi. Zamanının çoğunu evinde geçiren kadın, bohçacı kadınlar sayesinde hem giyim kuşam ve ev tekstil alışverişini yapar hem de günlük dedikodulardan haberdar olurdu. Toplum, yapısı gereği kadınların elde etme şansına sahip oldukları mesleklerin en önemlisi ise ebelik ve hekimlikti. Yalnız anadan, soydan görerek yetişen bu ebe ve hekim kadınları, büyücü, üfürükçü, falcı kadınlardan ayırmak gerekir. Ebeler, doğumun yanı sıra kadın hastalıklarında da tıbbi müdahalelerde bulunurlardı. Hekim kadınlar ilaç yapmakla uğraşırlar ve herkes tarafından tanınırlardı. Saray onlara oturmaları için ev verir ve senelik ücret öderdi. Kadınlar tarafından yapılması uygun görülen işler arasında esircilik ve hamamcılık ta bulunuyordu. Daha sonraki yüzyıllarda bazı ünlenmiş şair kadınlara rastlanır sevgili okurlar ancak kadınların edebiyat ve sanat katkıları genellikle isimsiz kalmıştır. Oysa o uçsuz bucaksız yaratıcılık alanında türkü ve düzen söyleyenlerin, masal anlatanların, şiir yazanların arasında pek çok kadın bulunur. Ancak okuryazarlık gibi modernizmin temel taşı bir faktörü göz önüne aldığımızda, okulların daha çok erkekler için olduğunu görürüz. Şehir ve kasabalarda vakıf kuruluşları çerçevesinde oluşan "sübyan Mektepleri”nin çoğu erkekler içinse de sadece kız çocuklarına eğitim verenler az da olsa vardır. Tanzimat’tan sonra kız çocuklarına eğitim için kurulan okullar, kadın öğretmenlere ihtiyacı arttırmış ve bu sebeple kız öğretmen okulları açılmıştır. Osmanlı idaresi altında Anadolu'da ve İstanbul’da değişik milletlerden insanların yaşamış olduğu bir gerçektir sevgili okurlar. Bu cemaatler, hiçbir zaman Müslüman toplumdan tecrit edilmemişlerdir. Kültür mirası ve kimliğin oluşumunda Türk, kurt, Arap, Musevi, ermeni, rum kadınların oluşturduğu Anadolu'nun baş döndürücü mozaiği, gelenekleriyle, yaşara biçimleriyle birbirlerini etkilemişlerdir. Bugünlük bu kadar olsun diyelim. Selçuklu, Osmanlı toplumlarında kadının gündelik yaşam biçimine, köle ve cariye konusuna, saray kadınının Osmanlı siyasetindeki etkisine gelecek yazımızda değinelim. Yavaş yavaş günümüz kadınına yaklaşıyoruz sevgili okurlar. Sosyalleşme konusunda içten içe büyük, bir hazırlık yaşayan Anadolu kadınının, cumhuriyetle birlikte edindiği konumu da değerlendireceğiz. Bize ulaşmak isterseniz telefonlarımız; 0 242 844 2849 0 242 844 3540 Hoşçakalın, dostça kalın. Ramazan'ınız mübarek olsun Demet Zehra ÖZBAYKAL (*) "Diyar-ı Rum" o dönemlerde Anadolu toprakları anlamında kullanılırdı. Bu haber 2019 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |