| |||||||||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
ÇILDIRMA HAKKI25 Eylül 2009, 10:13 Özer YILMAZ Ümit Kurt Ümit Kurt
Eduardo Galeano: “Tepetaklak: Tersine Dünya Okulu”, Çitlembik Yayınları, İkinci Basım 2006. “Tersine dünya okulu eğitim kurumlarının en demokratiğidir. Giriş sınavı gerektirmez, kayıt parası almaz, dersleri bedava verir, herkese ve her yerde; yerde ve gökte: Bu okul, bir biçimde, insanlık tarihi boyunca ilk kez evrensel iktidarı ele geçiren sistemin kendisinden doğmuştur. Tersine dünya okulunda, kurşun su üstünde kalmayı öğrenir, mantar suya batmayı. Yılanlar uçmayı ve bulutlar yollarda sürünmeyi..”(s. 13) Alçakgönüllülüğü hor gören, emeğiyle çalışmayı ve dönüştürmeyi cezalandıran, vicdansızlığı ödüllendiren, adaletsizliği ve yamyamlığı doğanın kanunu addeden bu suç, korku ve delilik çağını; tersliklerin normal sayıldığı bu “yeni leviatanı”, tersine dünyayı böyle tanımlıyor devrimci etiği tüm hücrelerine yedirmiş ve sindirmiş asi ruhlu, ışıklar sönünce gerçekleri görebilen ve karanlıkta boy atan fabrika işçisi, biletçi ve boyacı Eduardo Galeano “Tepetaklak”ta. Uruguaylı yazar küresel kapitalizmin ve neoliberalizmin dünyada yarattığı total tahribatı aslında Latin Amerika izleğinde son derece çarpıcı, ironik, nüktedan ve dibine kadar politik bir tavır alarak tasvir etmeye girişiyor. “Doğru, istikrarlı, ilerlemeci, modern ve tek alternatif” olarak tüm insanlığa sunulan ve evrensel bir tarih anlayışıyla yedirilen; parametrelerini ve koordinatlarını yukarıda açımlanan ultra serbest bu düzende aslında her şey normal. Peki, tepetaklak olan ne? Örneğin, günümüzün tersine dünyasında evrensel barışı en çok gözeten ülkeler en çok silah üreten ve diğer ülkelere en çok silah satan ülkelerdir; en itibarlı bankalar en çok uyuşturucu parası aklayan ve en çok çalıntı para saklayan bankalardır; en başarılı endüstriler gezegeni en çok zehirleyenlerdir; çevrenin korunması onu yok eden şirketlerin en parlak işidir; en kısa zamanda en çok insanı öldürenler, en az işle en çok parayı kazananlar (kapitalizmin altın kuralları) ve doğayı en ucuza en fazla yok edenler dokunulmazlık ve kutlamayı hak ederler diyor Galeano. Tersine dünya bizi komşumuzu bir güvence değil, bir tehdit olarak görmemiz için eğitir; (zira insan insanın hala kurdudur bu yeni leviatanda) bizi zamansızlığa, mekansızlığa, yersizliğe yurtsuzluğa iter, sanal ve simülatif dostlar gelir bizi teselli eder; ve sonunda eğer şansızın varsa serseri bir kurşun işini daha önce görmezse, açlıktan, korkudan ya da sıkıntıdan ölmeye mahkum oluruz. Galeano’nun eskizlerini çizdiği bu tersine dünya, bize bu “gerçekliği” değiştirmek yerine ona sinik bir biçimde katlanmayı, bunu kader saymayı, dinlenmek yerine onu unutmayı, geleceği hayal etmek yerine onu kabullenmeyi öğretiyor. İşte, Galeano’nun da kaleminden bal damlayarak ifade ettiği gibi; suç böyle uygulanıyor ve böyle öneriliyor. Bu bir okul. Ve bu suç okulundaki zorunlu dersler iktidarsızlık, öznesizlik, benliksizlik, unutkanlık ve teslimiyet. Peki ya insanlık, mücadele ve pandoranın kutusundan o en son çıkan umut? Şu diyalektik gerçeklik Galeano’nun zihninde o kadar aşikâr ki: “mutluluğu olmayan mutsuzluk, karşı yüzü olmayan yüz, cesareti aramayan cesaretsizlik yoktur. Karşı okulunu bulmayan okul da..” (s. 16) Yani Woody Allen bir nebze de olsa rahat olabilir, çünkü Karl Marx daha ölmedi. Dersimiz Adaletsizliğin Temel İlkeleri “Bu dünya sofraya herkesi davet eden, ama çoğunluğun suratına kapıyı kapatan, aynı zamanda da eşitleyici ve eşitliksiz bir dünya: Dayattığı düşüncelerde ve alışkanlıklarda eşitleyici, sunduğu fırsatlarda eşitliksiz.” (s. 30). Böyle başlıyor Galeano herkesi sofrasına buyur eden sözüm ona kuralları herkes için adil olan “serbest”; ama çivisi çoktan çıkmış tüketim toplumu ve baskıcı adaletsizlik diktatörlüklerinden mülhem bu ahir dünyanın adaletsizliklerini anlatmaya. Esasında çeşitli ve farklı katmanları, renkleri ve acıları olan dünya, Adorno’nun veciz ifadesiyle kitlesel kültür endüstrisi denen totalitarizmin baskısı sonucu bizi tek biçime, basmakalıplılığa sokarak aptallaştırıyor ve kendi gerçekliğini dayatıyor. Bugün dünyanın en adaletsiz bölgesi olan Latin Amerika dünya ekonomisine hâkim olan, siyasal erki ve onun bütün kurumsal araçlarını da arkasına alan hegemon ekonomik aktörler için vazgeçilmez bir saha, neoliberal küresel kapitalizmin en verimli üretim deposu. Zira Galeano Latin Amerikan ekonomisi için, postmodernmiş gibi yapan köleci bir ekonomidir diyor. Bugün artık adaletsizliğin temel ilkelerine göre, yoksulluk adaletsizliğin meyvesi değil; tersine neoliberalizmin diliyle beceriksizliğin hak ettiği adil bir ceza. Şiddet yoksulların doğasına atfedilen genetik bir kod. Çünkü böyle doğdular, böyleler, böyleydiler ve böyle olacaklar. Normal olduğu tescillenen ancak Galeano gibi anormallere göre tepetaklak bu tersine dünyanın yarattığı bir de “korku endüstrisi” var ki, Galeano’nun sarkastik, grotesk, mizanseni ve absürdlüğü bol ironi yüklü üslubu bu endüstriyi tüm çıplağıyla dile getiriyor. Bu endüstride korku karlı ve gelişen sosyal kontrol ve özel güvenlik endüstrilerinin hammaddesi olduğu kadar, talebin sürekliliğini de sağlıyor. Galeano’nun da belirttiği gibi, yarım yüzyıl önce George Orwell bir distopyasında, iktidarın, Büyük Birader’in televizyon ekranından bütün insanları gözetlediği bir kentin karabasanını hayal etmişti. Korku her zaman, açgözlülükle beraber, kapitalizmin en etkin motorlarından biridir diyor Galeano. İşsizlik korkusu belki de tersine dünyanın en yaygın vehmi. İşsizlik bugünün dünyasında adeta bir terör. Bugünün dünyasında çalışanların büyük çoğunluğunun iş istikrarı ve ayrılırken tazminat alma hakkı yok, ayrıca iş güvencesi eksikliği emek piyasasında ücretleri aşağı çekiyor. Azami sekiz saatlik iş günü artık hukukun değil, Galeano’nun yerinde teşbihiyle edebiyatın ilgi alanına giriyor. Bir zamanlar evrensel değerlerle yasal olarak kutsanmış çalışma hakları grev gibi, toplumsal devrim gibi korkuların meyvesiydi. Dün korkudan titreyen güç, bugün korku salan güç haline geldi ve Galeano’nun da dikkat çektiği gibi ne yazı ki iki yüzyıllık emek mücadelesi heba oldu.. Latin Amerika’da, 1960’lı ve 70’li yıllarda cunta yönetimleri iktidarı ele geçirdiler. Politik yolsuzlukları bertaraf etmek saikiyle yola çıkmalarına rağmen iktidarın verdiği dayanılmaz hafifliğe yenildiler ve yolsuzluk konusunda siyasetçileri aratır hale geldiler. Galeano bu yılları kan, kir ve korku yılları olarak betimliyor. Hiç de haksız sayılmaz. Yerel paramiliter güçlerin ve gerillaların şiddetine ve komünizmin yayılmasına son vermek için silahlı kuvvetler işkence yaptı, tecavüz etti, katletti. Galeano’nun vurguladığı gibi bu, büyük bir insan avıydı, insanoğlunun adalet duygusunun her dile getirilişi, ne kadar yumuşak olursa olsun cezalandırıldı. Galeano için geçen yüzyıl bize makinelerin batıl itikatla tapınmaya ve silahların putperestliğine ibadet eden harap olmuş, ruhsuzlaştırılmış bir dünya bırakmıştır. İşte yazarın kitabında çarpıcı, vurucu, can yakıcı ve insanın bam teline dokunan uyarıcı bir dille anlattığı, farklı anekdotlar ve hikâyelerle süslediği ibret dolu bu kitap solu sağında, göbeği sırtında ve başı ayaklarında tepetaklak bir dünyanın resmedilmiş, dile gelmiş halidir. Bu tepetaklak dünyada kökünden ve bağlarından koparılmış gerçeklik, nesnelerin, insanların ve ülkelerin değerini fiyatın belirlediği bir hesap ve iskonto krallığına dönüşür. Adaletsizlik bu gerçekliğin öznesidir. Peki, insanlığa gerçeklik ve normal olarak sunulan bu adaletsizlik bizim kaderimiz mi? Yüzyılın sonu, binyılın sonu, dünyanın da sonu mu? Hastalanmamış ne kadar ruh kaldı? Söyleyecek ve yaşayacak başka bir şeyimiz yok mu? Galeano için ve yılgınlık nedir bilmeyen Galeanocu ruh için henüz son söz söylenmedi. Bu zamanların keskin havasına direnmek, bakışlarımızı bugünün alçaklıklarının ötesine dikmek, hep birlikte farklı bir olası dünyayı tahayyül etmek ve tepetaklak olan dünyaya meydan okumak için Galeanocu ruh bizi çıldırma hakkımızı kullanmaya ve adaletsizliğin normal kabul edildiği bu tersine dünyada anormal olmaya çağırıyor. “İlahi Komedya”’da Dante, Cehennem çukurundan, başının ve ayaklarının yerlerini değiştirerek, yani Katolik öğretinin tam tersini uygulayarak kurtuluyor ve Şeytan’ı bir merdiven gibi kullanarak yeniden ışığa doğru yükseliyordu. Faust da, yenilmiş Mephistopheles’in kafasına basarak cennete ulaşmamış mıdır? Tüm bildikleri Cehennem’e sırt çevirmek olan kişiler Cehennem’den kurtulamazlar. Onun zincirlerinden ancak Cehennem’e doğrudan bakma cesareti sayesinde kurtulabiliriz. Galeano’nun ifşa ettiği bu “Tepetaklak” dünyaya yüzyüze bakmaya ne dersiniz? Bu haber 1739 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |