12 Eylül geride kaldı, önümüzde 20 Eylül var. Şimdi, silahların yeniden konuşmaya başlamasına engel olabilirsek, "Evet"ten bir hayır da çıkarmış oluruz.
'Evet'ten bir hayır çıkar mı?
Toplumsal sorumluluk taşıyan hiç kimsenin, bir oylamadan istediği sonuç çıkmadı diye kenara çekilme lüksü yoktur. Ancak, her koşulda, sorun bildikleri şeylerin çözümüne katkı verenler “hayatın öznesi” olabilir ve toplumsal destek bulurlar.
Bu girizgah şunun için: Referandumda “Hayır” demiş olmamız, “Evet”in ortaya çıkardığı koşullarda “sorun çözme”ye çabalamamıza engel değil. Aslında, bu mümkün olan bir şey de değil. Verili koşullara sırtınızı dönmeniz, sadece bir toplumsal aktör olarak yok sayılmanıza yol açar.
Referandumun mağlubunu MHP olarak ilan edenler, şu noktada haklılar: MHP kendi “Hayır” kampanyasını “Habur görüntüleri” ve “Kürt açılımı” karşıtlığına oturttu. Bunları, “Hayır”larının belirleyici gerekçesi yaptı.
Buna kendi tabanlarının fazla itibar etmemiş olması, “Evet”ten çıkarılabilecek hayra vesile olabilir. Bu tabloda, hükümet Kürt sorununun çözümü konusunda daha fazla bahane üretemez.
Galiba, aklı başında hiç kimse, memleketin en acil sorununun Kürt sorunu olduğunu reddedemez ve yıllardır süren kanamamızı durdurmanın en önemli toplumsal, ahlaki ve vicdani görev olduğunu yadsıyamaz.
Şimdi, PKK’nın ilan ettiği tek yanlı ateşkesin sona ermesine birkaç gün kala, herkesin yüreği küt küt atıyor olmalı. Hepimiz silahların tekrar konuşmasının ürpertici dehşetini hissetmeliyiz. Hepimiz, o silahların tekrar konuşmaması için elimizden geleni yapmalıyız.
Geçen gün, Diyarbakır’ın sağduyulu seslerinden Sezgin Tanrıkulu, devlete silah bırak denemeyeceğinin altını çizerek, ateşkesin sona ereceği 20 Eylül’ü bir kabus olmaktan nasıl çıkarabileceğimizi anlatıyordu. İktidar partisinde önemli bir konumu olan ve bölge gerçeğini çok iyi bilen AKP Diyarbakır milletvekili Abdurrahman Kurt da benzer şeyler söyledi dün:
“PKK silahlı militanlarını sınır ötesine çeksin, asker de çekilmelerine müsaade etsin. Operasyonel alanda karşılaşma ihtimali sıfıra düşürülsün. Sayın cumhurbaşkanı devletin başı olarak tavır alabilir. Bunu sadece hükümete bağlı bir alan olarak gösterip çözümsüzlüğe sürüklemek doğru değil.”
Boykotun ulaştığı düzeyin Kürt sorununda muhatabın BDP, hatta PKK olduğunu yazanlar oldu. Üstelik, soldan sesler de değil bunlar. Artık, burnundan kıl aldırmaz tavırların bedelinin Kürt ya da Türk gençlerinin hayatları olduğu gerçeğine kimse sırtını dönemiyor.
BDP’nin 20-25 Eylül tarihleri arasında anadilde eğitim hakkına dönük bir sivil itaatsizlik eylemi örgütleyerek çocukların okula gönderilmemesini istemesi boykottan sonra bir başka ölçü olacak “muhatap” arayanlar için.
Öcalan, Akşam gazetesinin sorularını avukatları aracılığıyla yanıtlarken, ilk günden beri kendisiyle görüşüldüğünü, son zamanlarda ise başlangıçta askeri ve istihbari nitelikteki görüşmelerin sivil bir heyetle diyalog şeklinde sürdüğünü söyledi. Normal olan da bu.
Dört parçada kurulacak bağımsız bir Kürt devleti talebinden “demokratik özerklik” noktasına geldi PKK. Öcalan’a göre; “Demokratik özerklik, Türkiye’de yanlış tartışılıyor. Bizim ortaya koyduğumuz demokratik özerklik projesi etnisiteye ve coğrafi sınırlara dayanmıyor, demokrasiye dayanıyor. Toplum merkezi devleti sınırlayarak kendi yetkileriyle kendini yönetecektir. Önemli olan devletin sınırlandırılmasıdır. Bahsettiğimiz demokratik özerklik sadece Kürdistan’a ilişkin değil, Ege, Karadeniz, Orta Anadolu’ya da ilişkindir. Ulus-devlet anlayışının halklara dar geldiğini, yetmediğini görmek zorundayız.”
Benzer şeyleri “yerel yönetimlerin güçlendirilmesi” ya da “adem-i merkeziyet” gibi kavramlarla sağ çevreler bile savundu. Belki, kullanılan kavramlar ve dil iyi seçilse ve içi sağlıklı bir şekilde doldurulabilse, “demokratik özerklik”te sağdan sola geniş bir kesim rahatlıkla uzlaşabilecek.
12 Eylül geride kaldı, önümüzde 20 Eylül var. Şimdi, silahların yeniden konuşmaya başlamasına engel olabilirsek, “Evet”ten bir hayır da çıkarmış oluruz.
L. DOĞAN TILIÇ-Birgün
Bu haber 1793 defa okunmu?tur.