| |||||||||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
Kalkan'daki oteller New York fiyatına!13 Haziran 2010, 21:31 Özer YILMAZ "Kalkan'da iyi oteller var, kardeşim onlar da New York fiyatına!" ‘Kalkan’da iyi oteller var, kardeşim onlar da New York fiyatına!’
13.06.2010 RÖPORTAJ-Sayım Çınar, gezi programları denince ilk akla gelen isimlerden biri olan Fatih Türkmenoğlu ile konuştu. Bir yaz ekranı klasiği haline gelen CNN TÜRK’teki Sahil Günlüğü programı 15 Haziran’da başlayacak olan Türkmenoğlu, yaptığı programdan, gazete yazılarından, gittiği ve gitmeyi istediği yerlerden, sevdiği gezi yazarlarından bahsetti… Yakında CNN TÜRK’teki programınız yeniden başlıyor. Gezmek sizi özgürleştiriyor, değil mi? Kesinlikle öyle. Sahil Günlüğü’nü çok seviyorum. Neden bilmiyorum ama, İstanbul’daki çekimlerde aynı hazzı almıyorum. Uzağa gidince, belki biraz da yatılı okul çocuğu psikolojisi, daha kendime yeter ve daha bir dünyayla barışık bir ruh haline bürünüyorum. Bu da sanırım röportaj yaptığım insanlara ve programa da yansıyor. Belki de Sahil Günlüğü’nün beş yıldır devam etmesinin ve bu kadar sevilmesinin ardında yatan neden bu. Ben de çok seviyorum yani. Uzakta olmanın tek dezavantajı özlem. Görmeden asla ölmek istemediğiniz bir yer var mı? Var Sayım’cım: Yeni Zelanda! Nedense içimde kaldı, bir türlü gidemedim. Hem de adamakıllı görmek istiyorum orayı; şöyle hakkıyla. Orada bir ay geçirmek istiyorum. Yazar ve şair adayları için doğal güzelliği insanı şair yapar, yazar yapar dediğiniz bir yer var mı? Biraz o yerden bahseder misiniz? Marmaris’in Selimiye’si mesela. Doğal güzelliğin getireceği dingin ruh hali, şüphesiz yaratıcılığı etkiler. Buna biraz da tarih katarsan, al sana Ayvalık ve Cunda; enfes... Ama ben büyük şehir kaosunun bir şaire, bir yazara daha iyi geleceği inancındayım. New York, İstanbul, Londra, Paris; oralarda nefessiz yaşayıp yazacaksın. Dinlenmeye de Ayvalık’a gelip ilham perilerini bekleyeceksin. Oldu mu? Türkiye’de güzel yerleri anlatan anlamlı bir kitap hazırlamıştınız. Bu kitabın devamı olmayacak mı? Olacak, bir türlü iş yoğunluğundan kendimi toparlayamadım. 101 Yer’i Saffet Emre Tonguç ile birlikte yazmıştık. Hem Türkçesi hem de İngilizcesi çok başarı kazandı, hala baskıları tekrarlanıyor. Ama sonrasında, gazete, televizyon, dergi yazıları, sunuculuklar ve eğitimlerle çok bölündüm. Bu yaz mevsimine yeni ve çok farklı bir kitap yetiştirmeye niyetlenmiştim, beceremedim. Bu kış yeni bebekle geçti. İnşallah seneye. Milliyet gazetesindeki nitelikli yazılarınızda bir azalma olduğu dönemler oldu, neyse ki tekrar yazmaya başladınız. İnsan hikayeleri çok ilginizi çekiyor, değil mi? Eklerin yönetimi ile büyük bir aşk yaşadığım söylenemez. Prensipte anlaşamadık, farklı bakıyorduk. Bence çok hoş olan konuları kabul ettirmek için mücadele etmekten, yöneticiler tarafından desteklenmediği için yapamadığım işleri, hemen başka gazetelerde görmekten, ardından “n’apalım”ları dinlemekten sıkıldım. Ama garip bir şekilde gazeteyle aramda organik bir bağ oluşmuş meğer. Şimdi ara sıra dışarıdan yazıyorum Milliyet’e. Bazen de Posta’ya gezi yazıları. Yaz mevsiminde bütün enerjim televizyona gidiyor maalesef. Ama okurlardan çok mesaj geliyor. Ben gazeteyi sevdim, okurlar da beni. Yeni dönemde bir fırsat çıkarsa kavuşuruz birbirimize. Çevremizde sürekli başarılarından bahseden gazeteciler var. Egosunu kontrol edemeyen dostlara neler önerirsiniz? Yerinde sayanlar, yürüyenlerden daha çok ses çıkarırmış. Böyle hafif “ben ben” diye duran bir televizyoncu veya gazeteci gördüğüm zaman, hemen bakışlarımı çeviririm. Ne söylediklerini dinlerim, ne de onları gerçek anlamda tanırım. O yüzden de egosu yüksek bir gazeteciye ne önerilir, açıkçası bilemem. Sadece “Bir gün herkes için 24 saattir” demek isterim. Eski zamanlarda yaşayan bir yazar olsaydınız, nerede yaşardınız? Mutlaka İstanbul, fazla eskiden değil, 1940-1970 arası. Louis de Bernieres’in Kanatsız Kuşlar’ını bir daha okudum geçenlerde. “Dünyanın ilk gerçek anlamda kozmopolit kenti İstanbul’dur. Bütün konuşulan diller, şehrin semalarına sinmiştir. Londra, New York, Paris sadece son elli yılın kozmopoliti. Henüz çok yeni, henüz çok toy” tadında bir paragraf var kitapta. Hep bunu hissettim ben de. Her sokağını ayrı severim bu kentin. O zamanlar faks, cep telefonu, bilgisayar yok. Gazetecilik, yazarlık sadece alandan yapılıyor. İstanbul gibi rengarenk bir şehirdesin. Geçenlerde Elazığ’a gittim. Palu’yu görünce kendimden geçtim. Keban bölgesine gidince neler hissediyorsunuz? Aslında biraz önce bahsettiklerimden çok farklı değil: Yaşanmışlık, çoook eski bir tarih ve üstüne orada nefes kesici, biraz da vahşi güzellikte bir doğa. İngilizce çok sevdiğim bir kelime var: Palimpsest. İnce bir kağıda, bir öncekini silmek suretiyle birbiri üstüne yazılar yazmak demek. Türkiye böyle bir ülke. Keban’da bir kere çok çarpıcı biçimde Cumhuriyet enerjisini de hissediyorsun, yüzlerce yıllık geçmişi de. Geçen yıl bir dostumla Kaş’a gittik. Kaş gibi anlamlı bir yerde güzel bir otel bulamadık. Gezileriniz sırasında, konaklama aşamasında tercih ettiğiniz otellerde ne gibi kriterleri göz önünde bulunduruyorsunuz? Ne fena değil mi! Kaş kesinlikle bu konuda sabıkalı. Kalkan’da iyi oteller var, kardeşim onlar da New York fiyatına! Ben gezilerde mümkünse şehir merkezine çok yakın, küçük otellerin giriş katlarında kalmayı tercih ederim. Odada hiç lüks aramam. Temiz bir banyosu olsun, rahat bir yatağı olsun, bana yeter. Son yıllarda “Butik Otel” yazan her otelden tiksinerek kaçıyorum. IKEA eşyalarla birbirinin aynısı olan pansiyon upgrade’lerden gına geldi. İnanmazsın, plastik çiçeklerle süslü “Boutique Hotel” bile gördüm ben. Güzel yerlerde anlamlı duygusal anlar yaşanır. Şiddetle sevdiğiniz şeyleri görürsünüz. En çok nerede mutlu bir an yaşadınız? Öyle çok an var ki Sayım... Yerebatan Sarnıcı’nda bir İngiliz adam geldi yanıma. Çok düzgün bir Türkçeyle “Siz Fatih Türkmenoğlu’sunuz” dedi. “Ben Oxford’da Türk Edebiyatı okudum. En çok sizin NTV’de yaptığınız Sesler ve Renkler’i seyrederek Türkçe öğrendim. Bir gün karşılaşacağımı hiç ummazdım” dedi. Hayatımda en mutlu olduğum anlardan biriydi. Bir de güneyde çok düzgün Türkçe konuşan bir bey yaklaştı. Los Angeles’tan Sahil Günlüğü’nü kaçırmadan izliyorlarmış. Feriköylü Ermeni bir aile. “90 yaşındaki annem de ben de vatan hasretini sizle gideriyoruz” dedi. Tüylerim diken diken oldu; şimdi bile. Bak, gördün mü, benim için insan yoksa doğal güzellik sadece bir kartpostala bakmak süresinde ilgimi çekiyor. Bir yeri mutlaka insana, insani bir anıya bağlamalıyım. Her yerde sevdiğim birkaç dostum, sohbetten çok zevk aldığım insanlarım var. Güzellik, o zaman daha da anlamlı oluyor bence. En çok hangi bölgemizin yemeklerini kendinize yakın bulursunuz. Aşk ve güzel yemekler size neleri hatırlatır? Ege, kesinlikle. Zeytinyağını bir aralar içercesine çok tüketirdim. Malum, bu kış ikinci kızımız doğdu; hamilelikte ben de kilo aldım biraz. Güzel yemek, bana göre bir nevi ayin. Ama öyle “dananın yanağının 3 gün şarap içinde bekletilmesi ardından yapılan rosto” gibi fanfin fon yemekler bana göre değil. Otu alacaksın, biraz zeytinyağı biraz sarımsak, az biraz tuz ve karabiber; al sana yemek. Köy fırınından bir de kara ekmek; bandır bandır ye! Tutkuyla yemek yerim, tutkuyla çalışırım. Meşhur bir İtalyan atasözü var ya “Tutkusuz geçen hayat aslında yaşanmamıştır” diye. Aşk, bambaşka bir ruh hali. O zaman yemek olmasa da olur! Yolculukta yanınızdan ayırmadığınız, en sevdiğiniz eşyanız hangisi? Onsuz asla seyahate çıkmam, hatta onsuz tek bir seyahat bile geçirmedim dediğiniz bir eşyanız var mı? Bir defter, bir kalem ve bir kitap. Başka her şey yerine konur. Ama ille de içinde notlarımın olduğu o defter, okumaya başladığım kitap lazım bana. Yoksa bütün bir gezi anlamını yitirir benim gözümde. Türk edebiyatında gezi yazarları denildiğinde aklınıza kimler geliyor? En çok kimleri okuyorsunuz? Geçenlerde Serhan Yedig harika bir Rodos yazmıştı. Bayılarak okudum. İşin içine biraz edebiyat katanları çok severek okuyorum. Yelda Baler’i çok severim. Tabii onlar şimdinin yazarları. Geçenlerde Sait Faik’in bir yazısını okudum, aman yarabbi ne güzel tasvirler. Hıfzı Topuz’un Paris yazılarına da bayılırım mesela; oradaki insanlara. Unutamadığım bir “Doktor Safter” vardır kitaplarının birinde. Yazılarımda her zaman Evliya Çelebi’den alıntı yaparım. Cenap Şehabettin’in Avrupa Mektupları zamanının en ilerici gezi kitaplarından biri. Hayatta en sevdiğim yazar Paul Auster’dır. “Keşke gezi yazsa” diye hep düşünürüm. Bir gün Brooklyn’de ona rastlarsam, ilk söylediğim şey bu olacak. Türk turizminin gidişatını nasıl bakıyorsunuz? Sizce, ülkemize gelen yabancı turistlerin en büyük avantajı nedir? Bence çok olumlu değil maalesef. Bir yanlışlık, bir sürü iyi şeyi silip süpürür. Bir kaba davranış, bir ters hareket, bir kazık; tamam işte. Bir de son hızla tahribata devam ediyoruz. Geçen sene Göcek’te TURMEPA’nın tekneden atık su çeken aracıyla dolaştım. Hala o kadar az tekne uğraşıyor ki böyle bir şeyle. “Sal denize gitsin” durumu. Her yer inşaat, her yer çöp. Üç günlüğüne gelen adam, ucuz ve bol yemekle, öğlen başladığı içkiyle, hala güzel deniz ve güneşle kendinden geçer. Mutlu mesut ülkesine döner. Ama bu sürdürülebilir bir turizm değil. Gerçek anlamda o adam “burada” değil aslında. Aynı etki bir stüdyoda da yaratılabilirdi. Yedi, içti, yüzdü ve gitti. Biraz gezen, gerçekten anlayarak, severek gelen gezginler, çarpıklıkları gerçekten görüyorlar. Her programda çöp topluyorum; acaba birilerine yol gösteriyor muyuz, bilemiyorum. Bir de bir sürü yerde herkes iki boncuk satıp para almak derdinde. Tabii ki para alınacak, ama bu iş daha akıllıca ve daha vakur yapılamaz mı acaba? Sahil Günlüğü programı, 15 Haziran Pazartesi gününden itibaren hafta içi her gün saat 22:00'de, tekrarı ertesi gün 17.30’da CNN TÜRK’te.
Bu haber 2467 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |