| |||||||||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
"suçluyuz"19 Mayıs 2010, 01:23 Özer YILMAZ METİN YEĞİN: "suçluyuz" çünkü biz dünyayı değiştirmek istiyoruz. METİN YEĞİN: ‘suçluyuz’ çünkü biz dünyayı değiştirmek istiyoruz.METRİS FİRARINI FİLME DÖNÜŞTÜREN VE ADINA DA ‘D’ DİYEN SEYYAH DEVRİMCİ METİN YEĞİN: İlk kez 2006’da gerçekleştirilen Uluslararası İşçi Filmleri Festivali bugün Ankara, İzmir ve İstanbul’daki yolculuğunu bitirdi. Festivalin Anadolu yolculuğunun ilk durakları dün Bolu’ydu, 19 Mayıs’ta Diyarbakır olacak. Dokuz gün boyunca üç ilde birbirinden önemli filmleri izleme şansını nail olduk. Tabii festival kapsamında ilk kez görücüye çıkan filmler de vardı. Bunlardan biri Metris firarını anlatan ‘D’. Metin Yeğin’in uzun metrajlı filmi ‘D’nin galası da festival kapsamında üç ilde birden yapıldı. Dünyanın farklı coğrafyalarındaki toplumsal hareketleri anlatan belgeselleriyle tanınan yönetmen ve yazar Metin Yeğin, ilk uzun metrajlı kurmaca filminde 1988’de Metris Cezaevi’nde yaşanan firarı anlatıyor. Filmde Nebil Sayın, Selim Akgül, Mustafa Diyar Demirsoy, Turgay Tanülkü gibi isimler rol alıyor. Kolektif anlayışla çekilen ve oyuncusundan yönetmen yardımcısına neredeyse tüm kadronun gönüllü olarak çalıştığı filmin, önümüzdeki şubat ayında vizyona girmesi planlanıyor. Çekimleri İstanbul Küçükçekmece’de, hapishaneye dönüştürülen eski bir fabrikada yapılmış. Biz de dünyayı değiştirmek üzere yola çıkan, seyyah devrimci Metin Yeğin’le biraraya geldik; Metris firarından, yol hikâyesine uzun soluklu bir söyleşi yaptık. »Beklenen filminiz, Metris firarını anlatan ‘D’nin üç ilde galası yapıldı. Ne kadar Metris firarı desek de ‘D’ alışılmışın dışında. Biraz bu yola çıkıştan söz edebilir misiniz? Sıkılmıştım artık 12 Eylül filmlerinden, sürekli dayak yiyen bir sol, mazlum, işkence mağduru… Biz sadece böyle değildik, biz en olanaksız şartlarda üreten, yapan, yaratan insanlardık. Bu bizim gol attığımız filmdi. İnsanlar filmi izledikten sonra sinemadan sevinçle çıksınlar istedim. Kurmaca anlamında filmler yapmak istiyorum zaten. Hiçbir fona bağlı olmadan, bir yerden beklentisi olmadan. Çünkü tonlarca film projesi var, herkes “nereden para buluruz” diyor. Bizim bütçemiz ise tam tersi bir uzun metraj film için çok komik, 70 bin lira. Bunun içine bir cezaevi yapmak var, dönem arabaları kiralamak var. Bizim bütçemiz dostluk ve dayanışma olmuş. O yüzden de filme baktığımda en önemli tarafı bu. Ama filmi izleyenler bu şekilde baksınlar istemiyorum. Bizle konuşulurken çok emek harcamışsınız ama diye başlamasınlar. Mazur görmesinler bizi. Biz mazur görülmek istemiyoruz, ‘suç’ işlemek istiyoruz. Dünyayı değiştirme suçu işliyoruz. »12 Eylül filmlerinden sıkıldım dediniz, bu filmler yenilgi filmleri miydi? Son zamanlarda çekilen 12 Eylül filmlerinde hep masumuz, bir şey yapmadık, içeri girdik… Hayır öyle değil, biz ‘suçluyuz’ çünkü biz dünyayı değiştirmek istiyoruz. Benim filmdekilerde ‘suçlu’ aslında, banka soyguncusu, kuyumcusu, yazıişleri müdürü… Hepsi devrimci, hepsi dünyayı değiştirmek istiyor. Biz devrimciler sadece mazlum değil, aynı zamanda yaratıcıyız ve zaferler kazandık. Bu film bir tutsağın kaçtıktan sonra söylediği gibi “12 Eylül’e nanik yapmak…” » ‘D’ Metris firarını anlatıyor ama tamamen kurmaca değil mi? ‘D’, banka soymak banka kurmanın yanında hiçbir bir şey diye başlıyor. Film sadece Metris firarını anlatıyor ama tamamen kurmaca. Bizim anlattığımız öyküler çok olağanüstü gelecek ama gerçek olmayacak kadar gerçek. Firarı yapanların 12 Eylül koşullarında devrimci yaratıcılıkları çok daha güçlü. Bu nedenle belgesel değil kurmaca. »Biraz hassas davrandınız sanıyorum, örgütsel bir bağlantı yok filmde. Film yaparsınız, bazı filmlerde kahraman vardır. Ama bizim filmde böyle bir şey yok, filmden çıkınca akılda kalan kahraman yok. Aynı zamanda firar edenler kendilerini onlarla karşılaştırdıklarında hiçbiri değil aslında onlar, yada hepsi onlar. Biz bunu yapmakla Metris firarını yada devrimcilerin firarını kendi özgürlüklerine kavuşabilmelerini, güneşin altına itmeye çalıştık. »Filmin adı devrimcilerin D’si ve burada da tüm devrimcileri kapsayan bir durum var. Bütün devrimcileri kapsıyor evet. Çünkü firar edemeyenler de var orada. Kalanlar üzerine bir film aslında. Onun için tabii ki yıllar geçince bu firardan sonra herkeste “firarı biz örgütlemiştik” diye bir durum oldu. O yüzden de filmde siyasi örgütlenmeyle ilgili doğrudan bir bağlantı yok. Film seyredenler için tüm devrimciler işin içinde. Ama merak edenler olursa da esas firarı kimin örgütlendiğine çok kolay ulaşabilirler. Firarla ilgili tartışmaları da ortaya çıkartabilirler. »Bildiğim kadarıyla filmin uzun bir süreci vardı. Gecikti mi biraz? Geçen yıl çektik, aslında uzun değil ancak biz her şeyi parasız yaptığımız için 4 kere montajda çöktü film, başka olanaksızlıklar da sürdü. Bu endüstri içinde aykırı bir şeyler yapmış oluyoruz. Tecavüzle sevişmek aynı şey, tek önemli fark: Birisini isteyerek yapmak öbürünü istemeyerek. Biz bu filmi isteyerek yaptık. »Alışık olmadığımız bir film dedim gerçekten de öyle, politik ama değil… Öbür filmlerinin de politik olup olmadığı tartışılır. Benim filmim politik bir fonda geçiyor, diğer filmlerle karşılaştırırsak benim filmim politik. Gençler filmden çıkınca şunu dedi bana: Biz 12 Eylül filmlerine ağlamak için giriyorduk, bu filme çok şaşırdık. »Politik dram filmleriydi aslında 12 Eylül filmleri. Buna tamamen ticari olarak bakmak mümkün mü? Ticari diye tanımlamak doğru değil belki ama bence politik film de değil. Mesela Sonbahar filmindeki ölüm orucunda olmasaydı da kot taşlama işçisi olsaydı o da politikti. Politik bir ortamda geçmesi onun politik olduğunu göstermiyor. Ama ben bu filmin amacı çok açık. Ben 80 yılında cezaevindeydim, biz orada yaşıyorduk ve espriler de yapıyorduk… »Peki, yenilmiş bir sol mu görüyorsunuz? En nihayetinde Latin Amerika’yı dolaşmış biri olarak, tüm direniş ülkelerini solumuş biri olarak, nasıl bakıyorsunuz? Herkese Latin Amerika’yı anlatıyorum; diyorlar ki “oralarda olur direniş, biz de 12 Eylül geçti” Sonunda dedim ki, bizim 12 Eylül hiçbir şey dünyadaki darbelere baktığınızda, bizim darbe dünyadaki darbelerin en yumuşağı. Kimse ölmedi falan demiyorum, çok kişi öldü, acı ve ızdıraplar çekti, ama Guatemala diye 9 milyonluk bir ülkede 300 bin kişi ölüyorsa, 5 milyonluk El-Salvador’da 150 bin kişi ölüyorsa, sayılarla da karşılaştırmak istemiyorum ama, bizim ki light bir darbe. Bizim üzerimizden 12 Eylül geçti falan dendiği zaman, kendi pasifizmimize sığınıyoruz. Mesela ben çocuklar için adalet çağrıcılarında da yer almadım, çünkü ben ilk gözaltına alındığımda 14 yaşındaydım, tutuklandığımda 15, hüküm giydiğimde 16… Biz egemenler gibi budala olarak görürsek çocukları, onların da çocukları öne sürüyorlar düşüncesine katılmış oluruz. Hayır devrim çocukların işidir. Çocukların taksiti, kredi kartı yok… Onlar o kadar özgür ki, panzerlere taş atabilirler. Panzerlerde zaten taş atılmak için yapılmıştır. Burada da hiçbir sorun yoktur. Bu özgürlük tabii ki onların ama onun dışında herkese özgürlük. »Her ne kadar yenilgilerden söz ediyor olsak da farklı anlamlarda da yenilgiler yaşamış bir ülkeyiz. Bugün bakıldığında renklerin birbirine karıştığı görülüyor. Biraz hümanizmin ön planda olduğuyla ilgili mi? 80’de yenilgi diye tanımladığım esas, biz paylaşmayı unuttuk, 80 öncesinde kimin cebinde ne kadar para var diye sormazdı. Mesela Demokrat vardı, o zamanlar Demokrat’ta neden çalışıyorsun denildiğin de “ben devrimciyim” derdi… Şimdi BirGün’de neden çalışıyorsun, Radikal’e, Star’a geç derler. Esas fark bu, bizim yenilgimiz de bu. »Bu anlamıyla sol içinde oluşan fraksiyonların dışında da sınıf farklılığı kendini açıkça belli ediyor diyebilir miyiz? Sol içinde de ayrım var, bir varoş solu var, orta sınıf dediğimiz beyaz sol var. Bunun bence temel nedeni üniversitelerin özelleştirilmesi. Çünkü eskiden sol varoşta olurdu, orta sınıftan da olurdu, zengin çocuğu da olurdu. Şimdi üniversitelere yoksul çocuğu giremiyor, çok ender. Niye Yunanistan’da isyan çıkıyor hâlâ, çünkü üniversiteleri özelleşmemiş tek ülke. »Aslında hümanizmden kastım da artık barış içinde yaşayalım, hepimiz kardeş olalım gibi bir durum da var… Yani neden ben rahmetli Sakıp Sabancı’yla kardeş olayım, benim böyle bir derdim yok. Köylüyle, işçiyle tabii ki kardeşim. Kürt kardeşlerim var, eğer ben Türk’sem, bir Türk’le, sermayenin parçası Türk’le neden kardeş olayım. Biz sınıf denilen hikâyeyi unutuyoruz. 1 Mayıs neden işçi bayramı? Ben işçi olarak taleplerimi dile getiremeyeceksem, kendi kurtuluş simgesi kızıl bayraklar olmayacaksa olmaz ki… Simge bu, simgeler üzerinden hareket ediyoruz. Son 1 Mayıs mesela… Ben anma töreni duymadım. Karanfil bıraktık diyecekler, ama neden yüz binlerin yumrukları sıkılarak havaya kalkmadı? Bunu yapmadıktan sonra ne anlamı kaldı Taksim’in, bana kalırsa. İşte bayram oldu, çıktık falan, böyle bir şey değil. Bizim 1 Mayıs dünyadaki 1 Mayıslardan daha önemliydi. Liberal sol, “işte çıktınız da boyunuz mu uzadı” diyor, hayır boyumuz uzamadı, Taksim mücadelesini küçümsemiyorum, tabii ki söke söke alındı. ‘Direnmeseydik çok daha alçak bir dünya olacaktı’ »Dünyayı değiştirmek üzere yola çıkan biri olarak, Türkiye nasıl bir yerde? Türkiyeli olarak dolaşıyorum ve benim sorularım Türkiyeli sorular. Latin Amerika öyküleri anlatıyorum ama anlattığım buranın öyküsü. Ama konuştuğum zaman “orası isyancı bir ülkedir” diyorlar, Latin Amerika’da ne kadar direnişçi varsa o kadar da alçak ve hain var. Farklılıklar var tabii, Orta Amerika’da uygulanan şiddet gibi değil bizim burada uygulanan şiddet. Kültürel bir durum. »Sokağa inmek ve sokağın dilini bilmek gibi bir gayretimiz yok… Siz tam tersi bir şey yapıyorsunuz, dünyanın sokaklarını dolaşıyorsunuz. 20 yıldır dolaşıyorum, hiçbir ülkede 4 aydan fazla kaldığımı hatırlamıyorum, gerçekten sokakları anlatıyorum. Benim için gezmek bir meydanda oturup kahve yada bira içmek demek… Rusya’ya gittiğimde gözaltına aldılar, tehlikeli görüp, Müslüman terörist olarak (insanın Müslüman olası geliyor) sonra bıraktılar, 7-8 saat sonra… Trene bineceğim ama çok görkemli bir tren istasyonu, bir tarafta Marks var, bir tarafta Lenin var. Üst kata çıktım oturdum. Gazete ve televizyon yeri var ama kimse televizyon olan bölüme oturmamış. Reel sosyalizmin etkisi diye düşünüyorum tabii ben. Orada fiş vardı telefonumu da fişe taktım oturdum. Bir kadın geldi, Rusça bir şeyler anlattı ama anlamadım, ondan sonra anladım ki orada televizyon seyretmek 20 ruble, telefonu fişe takmak 30 ruble… O yüzden kimse orada oturmuyormuş… Mesela Lübnan’da komünist bir partinin sloganı vardı: Zenginler bizi aç bırakırsanız sizi yeriz diye… Ne kadar hoştu… Sokak bu işte. »Dünyayı değiştirmek için diyorsunuz ama yeterli mi sokakta olmak? Dünyayı biz konuşurken de değiştiriyoruz. Biz direnmeseydik çok daha alçak bir dünya olacaktı. Tamam, teknoloji ilerledi ama ben şuna inanırım: Devrim istiyorsan televizyonu kıracaksın. Ben elimden ne geliyorsa yapıyorum. Bu dünyada yaşıyorum çünkü… Metin Yeğin kimdir? 1963 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Cambridge Üniversitesi’nde sinema eğitimi aldı. Meksika’da Chiapas’da uluslararası insan hakları gözlemcisi, Ekvator’da bambu evlerin yapımında işçi, Guatemala yerli hakları kongresinde katılımcı, Nikaragua da karides avcısıydı. Chiapas’ta subkumandan Marcos’la, Venezüella da devlet başkanı Chavez’le, Arjantin’de uluslararası terörizm cezaevi hücresinde Leonardo Bertulazzi ile görüştü. Yaptığı filmler 55 ülkenin festivallerinde oynarken, her festivalde, otel ve kahvaltı karşılığında o ülkelerin filmlerini yapmaya devam etti. İtalya’da il Manifesto’ya, İngiltere’de Nerve’e, Arjantin de Pais’e yazdı. Türkiye’de NTV’ye, Polonya ve Arjantin televizyonlarına belgesel yaptı. Filmleri Rize Çay Kongresi’nde, Arjantin işgal fabrikalarında, Liverpool üniversitelerinde, sokaklarda gösterildi. Bu haber 1696 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |