Eğitim, toplum tarafından benimsenen ortak değerlerin aktarımını sağlayan ve bu değerlerin yeniden üretilmesinde önemli rol oynayan bir sistemdir. Kişi, yaşadığı çevreye ait değerleri, inançları, sosyal ve kültürel kodları, içinde bulunduğu toplumla kurduğu ilişki aracılığıyla öğrenir. Eğitim de bu öğrenme sürecini sistemli bir biçimde vererek kişilerin toplumla kurduğu bağın güçlendirilmesini sağlayacak en temel araçtır.
İnsanın gelişimine sunduğu katkıyla onun değişimini de sağlayan eğitim sistemi, içinde bulunduğu ülkenin ve dönemin koşullarına göre şekillenir. Bu anlamda eğitimin şekillenmesinde etkili olan en önemli unsur, devletlerin benimsemiş olduğu ekonomik politikalardır. Sosyal refah devleti döneminde eğitimin daha çok devletin yükümlülüğünde olması, neoliberal dönemde ise piyasa ihtiyaçlarını karşılayacak bir kar alanı olarak tanımlanması, benimsenen ekonomik programın eğitim alanındaki belirleyiciliğini göstermektedir. Bu anlamda eğitim, hem içinde bulunduğu toplumun parçasıdır hem de o toplumun şekillendirilmesini sağlar.
Bu özellikleri bakımından, eğitim alanı, kapitalizmin içine girdiği krizin çıkış yollarında bir çözüm odağı olarak görülür. Dolayısıyla kapitalizmin yeni döneme ilişkin ihtiyaçları, eğitim alanında da köklü bir dönüşüme neden olmaktadır. Eğitimin kapitalist üretim tarzına katkı sunacak bir hizmet alanı olarak tanımlanması ise varolan üretim koşullarının yeniden üretilerek devamını sağlamaktadır. Bu temelde verilen eğitim, bu üretim koşullarında üzerine düşen sorumlulukları yerine getiriyor; sermayenin ihtiyaçlarını karşılayacak alanları açacak kilit rol oynuyor, eğitime tabii tutulan öğrencilerin, sınıfsal farklılıklarını benimseyerek biat eden bireyler olarak yetişmesini sağlıyor.
1974-75’te ekonomide açığa çıkan durgunluk, eğitimde başlayacak olan köklü dönüşümün de habercisi olmuştu. İktisadi alandaki değişimin ardından kamu harcamalarında eğitime ayrılan pay her yıl biraz daha azaltıldı; eğitim alanındaki etkinliğini azaltan kamunun yerini şirketler doldurmaya başladı.
ABD’de, eğitim alanında yaşanan bu dönüşüme ilişkin geliştirilen iki formül, önemli bir yönelim olarak açığa çıktı. Geliştirilen formüllerden biri ile özel okullarda, kamu okullarında verilen eğitimin aynısının verildiği dile getirildi; devlet okullarında okuyan çocuklar için -devlet eliyle- özel okullarda okumasının önü açıldı. Özel okulda verilen eğitimin başarı düzeyini arttırdığı iddiasıyla yapılan bu teşvikle devlet, öğrencinin masraflarını karşılamaya başladı. İkinci formül ise kamunun finansmanını sağladığı, yönetimi ve işletiminin özel sektörün elinde bulunduğu charter okullarını kurmak oldu. Charter okulları, finansmanı devlet olan; ancak yönetimi ve müfredatı şirketlerin veya kişilerin elinde bulunan okullar olarak yaygınlaşmaya başladı. Finansmanının devlet olması, charter okullarının 'devlet okulu' statüsünde bulunmasına; ancak işletmesi şirketlerin ya da kişilerin elinde bulunuyor olması, devlet okullarından bağımsız hareket edebilmesine neden oluyordu. Öyle ki charter okullarında müfredat değişiklikleri dahi yönetimin elinde bulunduruluyordu. Charter okullarının bu özellikleri, eğitim alanından elini çekmeye başlayan kamunun yeni yönelimini de belirlemişti: Eğitimin hem içinde hem dışında olmak.
Böylece sosyal refah devleti döneminde eğitim alanının düzenleyeni, denetleyeni, finansörü olan devlet; denetleme ve düzenleme görevini sermayeye bıraktı. Devletin finansman olarak eğitimin pasif öznesi haline gelmesi ise sermayenin koruyucusu olarak varlığını sürdürmesini sağladı.
ABD'de krizden çıkış yolu için eğitim alanında geliştirilen bu iki formül, 2009 yılında Dünya Bankası tarafından yayımlanan “Eğitimde Kamu Özel Ortaklığı Raporu”nda belirtilen maddelerle aynı özelliği taşıyor. Raporda, eğitim alanında kamu özel ortaklığının iki biçimli yapılabileceği vurgulanıyor. Buna göre, devlet öğrenci mekanlarını finanse edebilir ya da var olan özel okullara para yardımında bulunabilir.
Devletin öğrenci mekanlarını finanse ettiği ortaklık biçiminde; devlet, sağlık alanında olduğu gibi belirlenmiş bir süre içinde hizmet alımı için özel sektörle sözleşme yapar. Sözleşme gereğince özel şirket ya da ortaklar zinciri, kendisine ya da Hazine'ye ait bir araziyi alır, arazinin inşaatını yapar ve yaptığı okulun ya da eğitim kampüsünün işletmecisi olur, temel hizmet dışında tüm hizmetleri üstlenir. İçinde bulunduğu borç yükünden kurtulamaması sebebiyle okul yapamadığını iddia eden devlet ise sözleşme süresince özel sektöre kira öder. Devletin özel okullara para yardımında bulunduğu ortaklık biçiminin yaygın kullanımı ise ABD'de olduğu gibi, devlet okullarında eğitim alan öğrencilerin özel okullara yönlendirilmesidir. Bu yönlendirmenin temel argümanı, yine ABD'de olduğu gibi özel okullarda verilen eğitimin daha kaliteli olduğu, burada yetişen öğrencilerin daha başarılı olduğu yönünde. Teşvikin tamamlayıcısı ise özel okullara gönderilecek öğrencilere devlet tarafından yapılan para yardımı.
Hem ABD'de işleyen eğitim sistemi hem de Dünya Bankası'nın eğitimde kamu özel ortaklığı tanımlaması, 4+4+4 eğitim yasası ardından dillendirilen projelerle aynı özellikleri taşıyor. Bilindiği üzere 4+4+4'ün yasalaşmasının hemen ardından Başbakan, yaptığı açıklama ile dershaneleri kapatıp özel okul yapacaklarını; Milli Eğitim Bakanı ise yeni sistem ile çoğalacak öğrenci sayısını mevcut okulların kaldıramayacağını, kamu özel ortaklığı ile kurulacak eğitim kampüslerinin bu sorunu çözeceğini dile getirmişti.
Başbakan'ın dershanelerin kapatılıp özel okula dönüştürüleceği açıklamasının hemen ardından dershanelere gönderilen yazıda sorulan “Dershaneniz özel okula dönüştürülebilir mi?” sorusu da gösteriyor ki yerleştirilmek istenen sistemde bütün dershaneler kapatılmayacak. Bunun olmasına zaten imkan yok; zira eğitim sistemimizin temel bileşeni olan sınav sisteminin doğal sonucu dershanelerdir ki 4+4+4 eğitim sistemi de bu sektörü besleyecek şekilde kurgulanmıştır. Dolayısıyla dönüştürülecek dershaneler, bir okul gibi işleyen, büyük işletme merkezlerine dönüşmüş dershaneler zincirleri olacaktır. Bu dönüşümdeki temel nokta ise böylesi bir değişikliğin devletin desteği olmadan ve bu alana ciddi kaynak aktarımı yapmadan gerçekleşmeyeceğidir. Yapılacak kaynak aktarımının çok önemli bir bölümü de özel okula teşvik edilen öğrencilerle gerçekleştirilecek. ABD'de ve Şili'de olduğu gibi, devlet, özel okullara giden çocuklara para yardımında bulunacak. Kamu özel ortaklığı ile kurulacak okulların açık finansörü okul, bu uygulamayla özel okulların gizli finansörü olacak. Ayrıca projenin en büyük destekleyicisi de 4+4+4 yasası ile 1739 sayılı yasanın 22. maddesinde yer alan “İlköğretim, devlet okullarında kız ve erkek çocukları için zorunludur ve parasızdır” ifadesinin kaldırılması oldu. Yasadan çıkarılan bu madde ile devletin açıktan özel okullara yapacağı teşvikin yasal zeminleri hazırlandı.
Dolayısıyla dershanelerin kapatılması yönündeki tartışmalar, bu alana ilişkin yönelim, piyasalaşma ve sınav sistemlerine ilişkin olmaktan çok, dershanelerin özel okullara dönüştürülerek kurtarılmasını hedefliyor. Bu sistem sayesinde devlet artık kamusal eğitim hizmeti üretmek yerine özel okullardan 'eğitim satın alacak'. AKP bunu da muhtemelen 'yoksul çocukların özel okullara gidebilmesine' dönük bir popülizm ile açıklayarak kamusal eğitim tartışmasını da bu şekilde kapatmaya çalışacaktır.
Eylül ayında yayımlanan 652 sayılı KHK ile eğitim alanında yapılacak kamu özel ortaklık projelerinin alt yapısı belirlenmişti; ancak Milli Eğitim Bakanı, projenin tanıtımını 4+4+4'ün ardından yapmayı tercih etti. Böylece projenin, açığa çıkan ihtiyaç sonucunda geliştirildiği gibi bir yanılsama yaratıldı. Oysa Bakanlığın, “Eğitim Öğretimde Dönüşüm Programı”, projenin belirleyicisi olma özelliğini taşıyor. Programa göre, 2017'nin ilk yarısı itibariyle tüm eğitim tesislerinde tekli öğretim ve derslik başına 24 öğrenci şartı geliyor. Kamu özel ortaklığı ile kurulacak eğitim kampüsleri hem bu şartı yerine getirecek hem de ‘eğitime erişimi hızlandıracak’. Aksi takdirde eğitimdeki erişim sorununun çözülemeyeceği; kamu kaynaklarıyla, yeni okulların yapılmasının oldukça zor olduğu gerekçe gösteriliyor. Turkuvaz Grubu'nun dergisi 'Türkiye Forbes”, eğitim alanındaki kamu özel ortaklığının, yatırımcılara açacağı kapıları ele aldığı yazısında bu gerekçelendirmeyi şöyle açıklıyor: “Hükümet, okulöncesi, ilköğretim ve ortaöğretimde yüzde 100 okullaşma oranına ulaşmak istiyor. Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı'nın verilerine göre dersliklerin dönüşüm maliyeti 36.6 milyar lirayı bulacak. Bakanlığın bu yılki bütçesi ise 39 milyar 169 milyon 379 bin lira. Eğitime erişim oranının artırılmasına yönelik kısımda gerekli olan öğretmen ve yatırım ihtiyacının bedeli 20.7 milyar lira. Bu, yüksek bir maliyet ve hükümet bir kez daha kamu finansmanını rahatlatmak, operasyondaki verimliliği arttırmak adına özele yol açıyor...”
KHK ile genel hatları çizilen projenin içeriği 29 Mart 2012'de, 4+4+4'e karşı sürdürülen eylemin ikinci gününde, Milli Eğitim Bakanlığı İnşaat ve Emlak Grup Başkanlığı'nın “2013-2016 Yılları Eğitim Öğretim Tesisleri Planı”nda belirleniyor. “Kamu Özel Ortaklığı Modeliyle Eğitim Kampüslerinin Planlanması” başlığı altındaki yazıya göre, “İmar planında eğitim tesisi alanı olarak ayrılmış, yerleşim yerlerine ulaşımı kolay, mülkiyet ve tahsis işlemleri tamamlanmış, şehrin genişleme alanları içinde veya etrafında yerleşim alanı bulunan ileriki yıllarda (10-25-50 yıl) eğitim öğretim tesislerinin yapılmasına imkan verecek büyüklükte, topografyası düzgün, kapalı-açık spor salonu, stadyum, atletizm pisti, yüzme havuzu, bilim merkezi, konferans salonu gibi eğitim öğretim destek alanlarının oluşturulmasına yetecek ölçüde 100 bin metrekare veya daha büyük arsa temin edilecek, tesislerin planlaması yüzde 100 doluluk oranı göz önüne alınarak yapılacak”. Eğitim kampüsü içinde bulunacak bu 'destek alanları', proje ile eğitimin özelleştirilmesinden çok daha fazlasının hayata geçirileceğini de gösteriyor. Arsayı bulacak ve eğitim binalarını yapacak özel şirketin veya ortakların aynı zamanda kampüsün işletmesini de alacak olması; bu destek alanlarının her birinin sermayenin kar alanlarını kat kat arttıracağını gösteriyor. Yapılacak kampüslerin özele açtığı bu alan 'girişimcilerin' de projenin ortağı olmak için can atmalarına neden oluyor. Bahçeşehir Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı ve Uğur Eğitim Kurumları Yönetim Kurumları Başkanı Enver Yücel'in ifadeleri bunun nedenini açıklamaya yetiyor: “Şahsen bu modelle birlikte bir adım daha ileri gitmeyi düşünüyorum”. Forbes'un yazısı, bağlı olduğu grubun AKP ile kurduğu ilişki bakımından, AKP'nin yayın organı işlevi görmesi bakımından önemli. Yazıda sık sık projenin eğitim alanında yeni yatırımcıları açığa çıkaracağının vurgulanması, yeni bir pazar açtığının belirtilmesi ve yatırımcıların ifadeleri, proje ile amaçlananı açıkça gösteriyor.
Ayrıca kamu özel ortaklığını hayata geçirmek için Sağlık Bakanlığı'nda 'deneyim kazanmış' ve eğitimdeki ortaklık kadrosuna dahil edilmiş bürokrat Mustafa Murat, eğitim alanındaki ortaklığın sağlık alanından çok daha karlı olacağını belirtirken, Bakanlığın uygulamasını başlatmaya hazırlandığı bir projenin de bu projenin sonucunda geliştirildiğini açıklıyor: “Sağlıkta devlet 7-24 kullanıyor binayı. Biz saat 16.00'da terk ediyoruz okulları. Binaları yükleniciye bırakıyoruz. İstediğin kadar işlet, kullan, kullandır diyoruz. Spor tesislerini kulüp yapabilir, otoparkı işletebilir vb... Gelir artsın ki kiramız da görece düşsün”. Bu kurguyla özel sektörün gelirini arttırmayı, dolayısıyla kamunun özele ödeyeceği kirayı azaltmayı hedefleyen proje ise Milli Eğitim Bakanlığı'nın yayımladığı genelge ile duyurduğu “Okullar Hayat Olsun Projesi”...
Fazla sözün kısa hali ise krizden çıkış yolu olarak eğitimde derinleştirilen özelleştirme uygulamaları ile kamusal eğitim tamamen tasfiye edilmeye çalışılıyor. Öyle görünüyor ki tüm dünyada köklü dönüşüme uğrayan eğitim sisteminin ülkemizdeki ayağı 4+4+4 sistemi ile tamamlandı. Birbirinden bağımsızmış gibi duran bunca projenin altyapısını oluşturan 4+4+4, sadece ilköğretim-ortaöğretim kurumlarındaki dönüşümü açıklamakla kalmıyor, üniversitelerdeki dönüşümün de nasıl olacağının sinyallerini veriyor. Bu bakımdan parçalı gibi görülen bu topyekun saldırıya karşı, bütünü görerek mücadeleyi yükseltmek büyük önem taşıyor.