Kadınların seçimle ve atamayla gelinen siyasi, idari ve hukuki bütün karar organlarında gerçek temsilinden söz etmek zor. 2011 genel seçimleri sonrası TBMM ‘deki kadın milletvekili oranı –ki Cumhuriyet tarihinin en yüksek oranıdır- % 14,18. 2009 yerel seçimlerine baktığımızda ise – belediye meclis üyeleri, muhtarlar dahil- 300 binden fazla seçilmişin içindeki kadın oranı % 1,23 düzeyinde. Yaşadığımız gerçeklik siyasette kadının temsilinden daha çok, siyasette temsili kadın varlığı olarak görünüyor.
Bu oran % 50 kadın kotası için mücadele eden Avrupa Kadın Lobisi’ne rağmen Avrupa Parlamentosu’nda dahi % 35.
Ülkemizde kadınların siyasette temsili konusunda en önemli adımlardan olan pozitif ayrımcılık ve kota ilkesi ( % 30 zorunlu,% 50 aday olunması halinde ) ilk defa Özgürlük ve Dayanışma Partisinde uygulandı. Sol-sosyalist örgütlerin de erkek egemen anlayıştan azade olmadığını düşündüğümüzde bunun kadınların mücadelesi sonucu kazanılmış çok önemli bir kazanım olduğunu ifade etmek gerekiyor.
Siyasette kadın temsilinin bu kadar düşük olmasının farklı ve köklü nedenleri var. Cinsiyete dayalı toplumsal iş bölümü ve cinsiyete dayalı toplumsal roller kadınların önündeki en önemli engellerden. Siyasetin tüm kurumlarıyla erkek egemen bir anlayış ve kültürle şekillenmiş olması da kadınların söz ve karar süreçlerine katılımında engel oluşturuyor. Siyasal İslamın ve muhafazakarlığın yükselmesi cinsiyete dayalı işbölümü ve rollerin pekişmesine, kadın kimliğinin dışlanmasına, kadının eş ve anne kimliğiyle kutsanarak aile kurumu içine hapsedilmesine, toplumsal yaşamın dışına itilmesine neden oluyor. Kadınların siyasette eşit temsilinin anayasal güvence altına alınmaması, fiili tedbirlerin ( pozitif ayrımcılık, kota uygulaması vb.) alınmaması da bu konuda önemli nedenlerden.
AKP’nin 12 Eylül 2010’da halkoyuna sunduğu anayasa değişikliği paketinde, üzerinde en çok konuşulan konulardan biri de, “kadınlara pozitif ayrımcılık” getirecek düzenleme idi. Anayasa değişikliğinin kabulünün üzerinden çok uzun bir zaman geçmesine rağmen, kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsizlik uçurumunu kapatacak, kadınların hayatlarında somut bir fark yaratacak herhangi bir pozitif değişiklik yaşanmamıştır.
Başbakanın “ Ben kotayı eşitlik olarak almıyorum. Eşit katılım zaten şu anda var. Git kazan al. Sen kendin gidip kazanıp alamıyorsun. Kota olduğu zaman ben erkeklerin ianesine sığınıyorum demektir. Bütün dünyada bu yok. Kotayı kadına saygısızlık olarak görüyorum." Konuşması siyasal iktidarın pozitif ayrımcılık ve kota uygulamasına bakışını kısaca özetliyor.
Aynı algının bütün erkeklerde olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Erkeklerin daha iyi konuştuğu, kürsü kullandığı, inisiyatif geliştirdiği, gece geç saatte biten toplantılara,şehir dışı etkinliklere katılabildiği, kadınların ise bunları yapma becerisine sahip olmadıkları algısı yine erkek egemen anlayışla biçimlenen siyasetin özünden kaynaklanıyor.
Bu nedenle pozitif ayrımcılık ve kota uygulamasının yasalarda veya parti tüzüklerinde yer alması önemli bir tedbir olsa da tek başına sorunu çözmede yeterli olmuyor. Sorun cinsiyete dayalı toplumsal iş bölümünün ve toplumsal cinsiyete dayalı rollerimizin sorgulanarak kadınlar ve erkekler olarak farkındalık geliştirilmesinde, kadınların üzerindeki bakım hizmetleri ve ev işi yükünün toplumsal/kamusal biçimlerde çözülmesinde, kadınların kendilerini gerçekleştirebilmelerinin yolunun açılmasında diye düşünüyorum.
Kadınların toplumsal yaşamın içinde daha aktif bulunmalarının önündeki her türlü engelin ortadan kaldırılması bu dünyanın yarısını oluşturan kadınların siyasete dair katılımlarını artıracaktır. Siyasetin eril bir anlayışla şekillenmesi halinin de sorgulanması gerekiyor. Hegemonya kurma eğiliminde, iktidar olma halini her daim yaşatan, ezme ezilme ilişkisini sürekli üreten, rekabetçi bir anlayışla şekillenmiş “siyaset”in kodlarıyla davranmak zorunda değiliz. Erkekleşerek siyasette yer almak değil de siyaseti kadınlaştırmak gerekiyor. Daha eşit, daha paylaşımcı, hegemonik olmayan bir anlayışla “siyaseti” yeniden aşağıdan yukarıya örmek,örgütlemek gerekiyor. Kadınların siyasete dair bütün şablonları yerle bir etmesi yeniden yazması gerekiyor. Çünkü dünyanın yarısı olan kadınların hayata dair sözü, dünyayı değiştirecek güçleri var. Ne zaman ki kadınlar örgütlüler,o zaman güçlüler ve hayatı değiştirebiliyorlar.
Bütün bunları gerçekleştirebilmenin yolu bağımsız ve güçlü bir kadın örgütlenmesinden geçiyor.
Türkiye özelinden ve güncel olandan bahsedecek olursak, halkın seçilmiş oylarıyla meclise giren, belediye yönetimlerine gelen sınırlı sayıdaki kadın üzerindeki siyasal baskılar, gözaltı ve tutuklamalar; yine 13 Şubat 2012 tarihinde KESK ve bağlı sendikalara KCK operasyonu adı altında yapılan baskınlarda tam da 8 Mart öncesi kadın yöneticilerin göz altına alınması ülkemizde toplumsal hayattan ve çalışma yaşamından ittirilen kadınların, siyasetten de kovulması anlamına geliyor. Siyasal iktidarın muhalif seslere tahammülünün olmaması, baskıların bu muhalifler içindeki kadınlara yönelmesi, onların siyasal zeminde yer almalarının engellenmesi şeklinde de kendini gösteriyor. Siyasetteki ayrımcı, ötekileştirici tavır ve zihniyetten sadece örgütlü, politik kadınlar değil bağımsız feministler, cinsel tercihleri ve kimlikleri farklı olanlar bireyler/kesimler de nasibi alıyor. Kadınların etnik kökenleri, siyasal görüşleri ve cinsel tercihleri gibi unsurlara bakılarak ayrımcılığa uğramaları, hayattın tümünden yok sayılmaları kabul edilemez. Kadınların sendikalar, meslek odaları, siyasi partiler başta olmak üzere bütün demokratik kurum ve kurullarında eşit temsilinin sağlanması gerekir. Bu da ancak eşitliği, özgürlüğü, demokrasiyi gerçekten özümsemiş anlayışlarla gerçekleşebilir.
SEMA YAZAN ÖZÇETİN
ÖDP MYK KADIN KOORDİNATÖRÜ