Likya Haber Gazetesi, Kalkan, Kaş Antalya Haberler
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM

EN ÇOK OKUNANLAR

HABER ARA


Gelişmiş Arama

BU GÜNÜN MANŞETLERİ...

manşetler

SON DAKİKA HABERLERİ....

EKŞİ SÖZLÜK...






CANLI TV İZLE...

YAKINDA...

ÖZELLEŞTİRMELERE HAYIR!

ALEXA

Alexa Certified Traffic Ranking for www.likyahaber.net

SİTEYE GELENLER

free counters

ÇEVRİMİÇİ

"Mimar Doğaya Zarar Vermemeli"

Tarih 26 Şubat 2012, 15:24 Editör Özer YILMAZ

'Mimar, doğaya zarar vermeden tasarım yapmalıdır. "İnsan yuvaları" doğanın yaması değil, bütünün parçası olmalıdır. Çünkü asıl güzellik doğanın kendisidir. Dokunulmamış, bakir kalmış doğadır.

“Mimar doğaya zarar vermemeli”

ORGANİK MİMARİ’NİN ÖNEMİ


Resim: Mehmet Emin Akkaş

Doğa-insan ilişkisi, insan-mekân ilişkisi açısından organik mimarinin önemine dikkat çeken Mimar Mehmet Emin Akkaş, organik mimari doğa ile bütünleşmenin, doğanın konuttan, konutun da doğadan faydalanmasının amaçlandığını söyledi. Organik mimarinin, çevresiyle örtüşen, insana yakın ve insanla iç içe olması gereken tasarım prensiplerine sahip bir felsefesi olduğunu ifade eden Akkaş, ‘Organik mimari, insanın yaşam şeklini, doğayla olan ilişkisini, toplumun psikolojik etmenlerini dengeleyen mimaridir’ dedi.

Organik mimarinin Türkiye'de çok az kullanıldığına, kullanılanın da eksik olduğuna dikkat çeken Mimar Akkaş, 'Organik mimari, mekânı sürekli ve sürdürebilir şekilde, canlı duygularının baskı altında tutmadan, tabiattan sağacaklarımızı, başta insanoğlu olmak üzere, bütün canlıların; sağlığına, huzuruna ve özgürlüğüne özen göstererek, barınmaya çözüm getirme erdemidir' dedi. Akkaş, doğanın mimarlık için en kapsamlı laboratuar olduğunu belirterek, doğadaki canlıların organik mimari öğretileriyle dolu olduğunu söyledi. Mimar Akkaş, şöyle dedi: 'Bülbül; keçi kılı, melengiç sütü ve özellikli toprağı su ile karıştırıp, olağanüstü ustalık ve form ile yuva inşa ediyor. Arı ise; geometriyi, mekânda ısınmayı-soğutmayı, kolektif çalışmayı, mevcut araziyi en verimli kullanmayı, savaşların iki tarafı da imha ettiğini, hepimizin birimiz ve birimizin hepimiz için yaşaması gerektiğini, adil hiyerarşiyi, kıtlık olmadan evvel stoklamayı, yeteneklere göre sınıflandırmayı, maksimum verimliliği ve kıskanmanın yerine-kendisi ile yarışarak yükselmeyi öğretiyor. Karınca şehirleşmeyi, araziyi bilinçli seçmeyi, bu günün işini yarına bırakmamayı, doğal afetlere karşı önceden tedbir almayı, doğal malzemeyi verimli kullanmayı, sadece bireyi değil mekânı da mikroplara karşı dezenfekte etmeyi ve sorumluluklarını yerine getirme konusunda uzman.' olduğunu söyledi

“Mimar doğaya zarar vermemeli”

Doğaya yabancılaşan insanlığın kendisine de yabancılaştığını dile getiren Mimar Mehmet Emin Akkaş, “Doğaya yabancılaşmak beraberinde bencilliği, zalimliği, üretim kısırlığını, hazıra konmayı ve emeğe hoyratça davranmayı getiriyor” dedi. Organik mimarinin tabiata ve çevreye en uyumlu mimari olduğunu söyleyen Akkaş, 'Mimar, doğaya zarar vermeden tasarım yapmalıdır. “İnsan yuvaları” doğanın yaması değil, bütünün parçası olmalıdır. Çünkü asıl güzellik doğanın kendisidir. Dokunulmamış, bakir kalmış doğadır. Organik mimari ile bu doğa-mekân ilişkisindeki zararı minimuma indirmeye özen göstermektir. Doğadan ve yakın çevreden elde edilmiş taş, ahşap, cam, toprak, ahşap ve kireç gibi işlenmemiş/yarı işlenmiş ürünlerle tasarım yapılırsa başarılı olur' diye konuştu.

4 bin 850 yıl evvel Zerdüştler tarafından oluşturulmuş yapılardaki harçların tahlillerinden elde edilen sonuçların organik mimarinin uzun yıllardır kullanıldığını ortaya koyduğunu belirten Akkaş, şöyle devam etti: ‘4 bin 850 yıl evvel kullanılmış harcın tahlilleri ışığında, hiç inorganikliğe sapmadan malzememizi üretmeliyiz. Deprem ve doğal afetler bir kader değildir. Bir karınca kadar yerleşim yeri uygulamıyorsak, bu ihmalkârlıktır.' İnsanın doğadan uzaklaştığı için organik mimariden de uzaklaştığını belirten Akkaş, doğal taş, sönmemiş kireç, yakılmış kemik, ponza, organik yumurta akı, taş tozu gibi doğal malzemelerin kullanıldığı organik mimaride, iç mekânlarda kullanılan boyaların ise; ceviz ve nar kabukları suyundan elde edilen boya, taş kınası, böğürtlen kökü boyalarından oluştuğu söyledi. Doğanın doğru okunması gerektiğine işaret eden Akkaş, 'Tıpkı bir ruhanin kendini dinine adamışlığı misali, doğanın öğrencisi olunmalı. Tabiatın dilini öğrenmeliyiz. Tabiata karşı kopya çekmek, insanlığa her zaman zarar verir ve bizi tabiata karşı suçlu konuma düşürür. Doğayı yeniden canlandırmaya yönelik başkaldırı sadece bir erdem değil, acil bir zorunluluktur’ dedi.

 

Resimdeki Konak: 2007’de Mehmet Emin Akkaş'ın yapmış olduğu H.Şeyhdavut Konağı / Şeyhanda

Hasankeyf ve Mardin organik - mimarinin başkentidir

Çocukluğunda doğa ile iç içe olduğu için organik mimariyi tercih ettiğini kaydeden Akkaş, 'Öğrenci evimin en büyük salonunda, 70 değişik çeşit çiçek vardı ve bunların tamamı canlı ve sağlıklı çiçeklerdi. Boy sıralarına göre anfi tiyatroda oturan seyirciler misali dizmiştim, her gün çiçeklerime, o anki atmosferin ruhuma yansıttığı melodilerle, yıllarca saz çaldım. Bir nevi betonların içinde küçük bir tabiat oluşturmuştum. Beşinci kattaki öğrenci evimin, şehrin manzarasına hâkim balkondan, seher vakti uyanıp kuşların doğa anaya dağılışını seyrederken; hep, insanoğlu bu beton yığınlarını bu kadar düşmanca ve hiçbir canlıya barınak oluşturmadan, para hırslarından dolayı, sadece insanların bir çatı altına yerleşmesi için, antik yapıları yıkmalarına, yeşil alanları yok etmelerine ve tarım arazilerine beton kondular yığmalarına anlam veremiyordum. Bu kötü gidişatın bir kader olmadığını, sorumlu mimarların daha yaşanır bir doğaya ve doğadaki canlılara dostça davranarak, barınma ihtiyaçlarına çözüm getirebileceğine hep inandım. ‘Mimarlık diplomasını aldıktan sonra tabiat dostu olabilmenin tabiatın dilini öğrenmekten geçtiğini fark ettiğini belirten Akkaş, sağlıklı mekânların dilini öğrenmek için Mardin'e yerleşmeye karar verdiğini söyledi. 13 yıllık tecrübenin ardından organik mimariye uygun projeler ürettiğini ifade eden Akkaş, projelerini diplomasız mimarlar ve halkla ortaklaştırarak hayata geçirdiğini kaydetti.

Organik mimari; canlılara ve bitkilere benzer. Doğurgan ve yaratıcı rahim misalidir. Bu doğurgan tasarımlar, tıpkı kuluçka evresini tamamlamış civciv misali, zamanı geldiğinde, tasarımlarım kabuğunu kırıp gözlerini yaşama acıyorlar’ dedi.

 

Mimar Kullanıcılar Adına Karar Vermemelidir

Mimar Mehmet Emin Akkaş, ‘herhangi bir şehirde, bölgede veya ülkede yapacağımız mimari üretimde, daha önceki bilgilerimizin esiri olmamamız için, yeni mimari üretimlerde mekânın uygulanacağı yerelde, tasarımlara başlamadan evvel, giyimden-folklora, eğimden-bitki örtüsüne, kültürden-eski mimari dokuya kadar bir araştırma yaptıktan sonra, tasarım eylemine başlanmalı. Buna kuluçkaya yatma evresi diyorum. Bu da orijinal bir üretimi oluşturmanın yanında, kullanıcıların ruhunu, yuvaya nakş etmenin zeminini oluşturuyor. İşte o zaman gürbüz civciv, gagasını kabuktan dışarı çıkarıyor diyebiliriz’ dedi.

 

Aşkı, cafe ve kantinlerden kurtarsınlar

Mimar Akkaş’ın mimar adaylarına tavsiyesi, ‘doğaya zaman ayırsınlar, canlıları doğal ortamlarında incelesinler, zamanlarının bir kısmını, beton mekân/tesislerde, denizde geçireceklerine, bir dağ köyüne gitsinler, köylülerin yaşamını yerinde görsünler.

Aşkı, cafe ve kantinlerden kurtarsınlar.

Her bahar ağaç ve çiçek ekerek, büyümelerini takip etsinler.

Teorik bilgilerle yetinmesinler.

Kendilerini öyle donanımlı bir hale getirsinler ki, kelimenin-çizginin gücünden, bireyin gücünü anlayan mertebeyi yakalasınlar.

Resim, heykel ve müzik ile akraba olsunlar.

Kendi aralarında yaz kampları düzenlesinler.

Babalarının ayakları ile yürümesinler.

Her yıl minimum bir ay, cep telefonunun ve bilgisayarın olmadığı bakir bir doğada kendilerine zaman ayırsınlar.

Bir antik yerleşimi seyrederken, hayal güçlerine yüklenerek; acaba o dönemde iletişim, ulaşım, aşk, yemek, iş aletleri, inançları ve hedefleri neler idi? gibi soruları kendilerine sorsunlar.

Derslerin, sadece fakültenin belirlediğinden ibaret olmadığını, yanı sıra tabiata karşı olan derslerimizin de olduğunu bilerek, zamanlarını değerlendirsinler’ dedi.

Mimar Akkaş’ın genç mimarlara önerdiği formülü şöyle açıkladı: Yapacakları mimari üretimlerde ise şu öneriyi incelesinler:

Tabiat + canlılar + coğrafi konum + kullanıcıların zevk, imkânları ve ihtiyaçları + doğaya dost yapı malzemeleri = Yapılacak % 100 organik mekânlar periyoduna dikkat etsinler. Çünkü bütün dersler tabiatın kendisindedir. Mimara düşen ise, bu dersleri iyi gözlemleyip hayata geçirmektir.

 

 MİMAR MEHMET EMİN AKKAŞ KİMDİR?


Resim : 2003’te yaptığım 24 villadan biri.

Sizi tanıya bilir miyiz?

Mehmet Emin AKKAŞ:

Mardin/Derik’te dünyaya geldim, ilk-orta ve lise öğrenimimi Derik’te bitirdim. Dicle Üniversitesi Mimarlık Bölümünü 1998de bitirdikten sonra Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliğini bitirdim. 13 yılımı organik mimariye verdikten sonra, Mardin, Ankara ve Kırıkkale’de organik mimari projeleri ve aynı zamanda uygulamalarını icra ettim.

Herkesin kendine göre bir sevdası vardır, benim de sevdam doğadır. Bu nedenle tabiatın materyallerini, insanoğluna mutlu, dayanıklı ve sağlıklı yuvalara dönüştürmeye çalışıyorum.

Her oluşturduğum bir yuvayı, çocuğummuş gibi, daha fazla nasıl doğayı bozmadan büyütebilirim sorumluluğu ile davranıyorum. Bir anne nasıl çocuğunun eğitim ve terbiyesine özen gösteriyorsa, bende eserlerimde, doğa anaya karşı saygısızlık yapmayayım diye, özen gösteriyorum.

 

İlk sorumu, size “organik mimarinin mucidi” diyorlar, bu konuyu biraz açar mısınız?

Mehmet Emin AKKAŞ:

Ben organik mimariyi icat etmemişim. Ancak günümüzde en iyi uygulayıcılarından olduğum doğrudur.

Doğru olan, şu anda sadece Türkiye’de değil, dünyada uyguladığım oranda, organik mimari (Organic Architecture) uygulamaları yoktur. Ancak mucidi değilim, çünkü insanoğlu binlerce yıl evvel de, tabii materyaller ile barınma ve diğer yapı müştemilatlarına çözüm getirmişlerdir.

Daha evvel organik tarımı duymuşsunuzdur. Fakat %100 organik mimari uygulamaları, ülkemizde yüzlerce yıldan sonra, yeniden uygulanmaya başlandı. Kullandığım malzemeler ve çevreye uyum ilkeleri, son yıllarda organik mimari olarak sunulanın çok ötesinde. Yani suni malzemeleri, betonlaşmayı, sırf bir tepeye benziyor diye, organik mimari olarak sunamayız. Tabiatı tahrip etmeden ve çevresindekiler ile barışık olan, biçim ve fonksiyonun bir arada tokalaştığı, hiç kimyasal madde içermeyen malzemelerle, kullanıcı zevk ve imkânlarını hesaba katarak, barınma ihtiyacına çözüm getirmeye çalışıyorum.

 

Organik mimari nedir ve bu konudaki çalışmaları başarmak için ne yapmalı?

Mehmet Emin AKKAŞ:

Organik mimari”, mekânı sürekli ve sürdürebilir şekilde, canlı duygularını baskı altında tutmadan, tabiattan süzüleni, başta insanoğlu olmak üzere, bütün canlıların; sağlığına, huzuruna ve özgürlüğüne özen göstererek, barınmaya çözüm getirme erdemidir.

Diğer bir deyişle; doğayı tahrip etmeden, barınma ihtiyacımızı gidermek amacıyla, tabii materyalleri, çevresindekiler ile bir bütünsellik ve uyum içinde uygulamaya “Organik Mimari” (Organic Architecture) diyebiliriz.

Organik mimariden anlayacağımız; bir eser amacına uygun ve çevresi ile uyum içinde olmalıdır. Tabiatın yaması değil, parçası olmalı.

Yapılarımız; kardeşliğin, barış içinde yaşamanın ve tabiat uyumunun sembolü gibi durmalıdır.

Organik mimari yeni değil, ancak doğadan uzaklaşmış olan insanoğlu, organik mimariden de uzak kalmıştır. Bu yabancılaşma sadece mimaride değil; yemekte, giyimde, müzikte, aşkta ve kültürde de aynıdır. Aynı zamanda birey, kendisine de yabancılaşmıştır. Bu da beraberinde endişeyi, bencilliği, zalimliği, tahakkümü, üretim kısırlığını, savurganlığı, hazıra konmayı ve emeğe hoyratça davranmayı getiriyor.

Doğa yasalarına riayet ettiğimiz sürece, doğa bize kaybettiklerimizi fazlasıyla geri verecektir. Bir mimarın bu uyumu yakalayabilmesi için de, tabiatın asistanı (müridi) olması ve doğayı doğru okuması gerekir. Tıpkı bir ruhanin kendini dinine adamışlığı misali, doğanın öğrencisi olmalı. Tabiatın dilini öğrenmeden, organik mimari uygulamaları sakat olur. Tabiata karşı kopya çekmek ise, insanlığa her zaman zarar verir ve bizi tabiata karşı suçlu konuma düşürür. Bu da zamanla birikir ve felaketlere davetiye çıkarır.

Tabiatı kutsal ve cömert bir ANNE olarak kavramamız gerekir. İhtiyacımızı gidermeye çalışırken, tabii materyalleri, geri dönüşümü kolay olan organik malzemeleri, çevresindekiler ile bir bütünsellik ve uyum içinde olanı kullanmalıyız.

Doğurgan doğa özgürleşmeden, doğurgan dişinin özgürleşmesi gerçekçi olmaz.

Mimarlık dişi bir meslektir. İnsanoğlu zamanı ve mekânı dürüst okumalıdır ve kısırlığa hizmet etmemeli.

DOĞAYI YENİDEN CANLANDIRMA’YA yönelik başkaldırının sadece bir erdem değil, acil bir zorunluluk olduğunun farkındalığını yaratmamız ve hızla örgütlememiz gerekir. Çünkü en bilge öğretici, tabiattır ve bilgemizi yaralamışız.

 

Kaç yıldır organik mimari ile uğraşıyorsunuz ve bu alanı seçme nedeniniz nedir?

Mehmet Emin AKKAŞ:

Doğa ile iç içe, renkli ve zevkli bir çocukluk yaşantım oldu. Öğrencilik yıllarımda da sürekli farklı bir öğrencilik hayatım oldu. (Mimarlık okulunda birinci sınıf hariç, bazı hocalarımın gözünde en tembel bir öğrenciydim diyebilirim.)

Kanımca, bir insanın yaşamda sıradanın ötesine çıkabilmesi için, iyi bir çocukluk yaşaması gerekir. Kendi yeteneklerinin farkına varıp, geliştirmesi için gereken ortam ve emekten kaçınmamalıdır. Aynı zamanda, değişik yaş evrelerinde, yaşamını besleyecek plastik sanatlardan, amatörce de olsa tatması gerekir. Benim de, sağlam ve renkli çocukluk birikimlerimin verdiği kamçılama, üniversite yıllarımda da, hep idealist, mütevazı, gösterişten uzak ve kendime has farklı yaşam tarzım hep devam etti. Örneğin, öğrenci evimin en büyük salonunu, 70 değişik çeşit çiçek vardı ve bunların tamamı canlı ve sağlıklı çiçekler idi. Boy sıralarına göre anfi tiyatro da oturan seyirciler misali dizmiştim, her gün çiçeklerime, o anki atmosferin ruhuma yansıdığı melodilerle, yıllarca saz çaldım. Bir nevi betonların içinde küçük bir tabiat oluşturmuştum kendime.

Şehrin manzarasına (gri çarpık binalar) hâkim, beşinci kattaki öğrenci evimin balkondan, seher vakti kuşların doğa anaya dağılışını seyrederken; şu sorunun cevabını aramaya kafa yordum:

Neden insanoğlu bu beton yığınlarını, sorumsuzca ve hiçbir canlıya barınak oluşturmadan, para hırslarından dolayı, sadece insanların bir çatı altına yerleşmesi için dikilmişti, bütün antik yapıları yıktıklarına, yeşil alanları yok ettiklerine ve tarım arazilerine, parklar için ayrılan arazilere, sağlık hizmetleri ve eğitim hizmetleri için ayrılan arazilere v.b. beton kondular yığdıklarına nasıl dur diyebilirim diye kafa yormaya başladım.

Bu kötü gidişatın bir kader olmadığını, sorumlu mimarların daha yaşanır ve aynı zamanda doğaya ve doğadaki canlılara dostça barınma ihtiyaçlarına çözüm getirebileceğine hep inandım.

Mimarlık diplomamı aldıktan sonra, tabiata dost olabilmem ve doğada var olan her şeye, karıncadan kırlangıca kadar, projelerimde yer verebilmenin yolu; tabiatın dilini öğrenmekten geçtiğini fark ettim.

Okulu bitirdikten sonra, Mimarinin başkenti (Taşkent’i) Mardin’e yerleşmeye karar verdim. O zamanlar çevremdeki dostlarım, bu kararımı çok tasvip etmiyorlardı. Ancak şu anda, herkesten, hayranlık duygularıyla, en isabetli karar olduğunu duyuyorum.

Mardin’e yerleşip, diplomasız mimarların çıraklığını yıllarca yaptıktan sonra, teorik mimari eğitimim ile gerçek hayatta doğa dostluğundan ödün vermeden mimariyi üretmenin çetinliğini iyice hissettim. Taş mimari uygulamaları hakkında, Türkiye’de sınırlı ve kısır kaynaklar olduğundan dolayı, bu çetin yolda zafere ulaşmanın tek yolu, doğa ananın diplomasını almaktan geçtiğini ve öğretmenlerimin de diplomasız mimarlar olduğunu kavradım. Mimarlık diplomasını aldıktan sonra (Ki çok eziyet çektim ve can sıkıcıydı), yeniden 13 yıl diplomasız mimarların öğrenciliğini yaptım.

İlk yıllarımda en çekindiğim soru “beyefendi ne işle meşgulsünüz?” Bu soruya karşılık cevabım her zaman anlaşılmayacak ödlek ve titrek bir ses tonuyla “mimarım” şeklindeydi. Ancak mimar olamamıştım. “sadece bir diplomam vardı”.

Diplomasız mimarlardan aldığım 13 yıllık tecrübeden sonra, çizdiğim bütün projelerde, kuşların doğasına uygun, yazlık ve kışlık yuvalara, sevgiyle yer verdim. Kanımca organik mimari tasarımları ve uygulamaları; çevresi ile kucaklaşmalı, bitki örtüsünü ve mevcut ağaçları hesaba katarak, yerel malzemeyi, yerel kültüre göre yoğurup, kullanıcıların ihtiyaçları, zevkleri ve maddi imkânları doğrultusunda, doğayı en tabi şekilde mutlu yuvalara dönüştürmektir. 13 yıldır mekân üretiyorum ve hala betonarmede bakir kalabilmişim.

Nasıl ki doğada var olan canlıların tıpatıp birbirlerine benzemiyorsa, yaptığım hiçbir yuvada ötekine benzemez.

Mekânlarda kullandığım malzemeleri ise şöyle sıralayabilirim:

·       Doğal Taş

·       Sönmemiş kireç (iki yıl dinlendirildikten sonra kullanılmak şartıyla)

·       Yakılmış kemik

·       Ponza

·       Organik yumurta akı

·       Taş tozu (yerine göre kızıl taş tozu veya pişirilmiş toprak tozu)

 

Mekân içindeki rölyef veya duvar boyaları:

·       Ceviz kabuğu suyundan elde edilen boya

·       Nar kabuğu suyundan elde edilen boya

·       Taş kınası

·       Kırkor kökü

·       Böğürtlen kökü

Kısaca şu periyoda göre barınma talebi karşılamayı doğru buluyorum ve en iyi organik mimariyi şu formülden yola çıkarak imal edebiliriz:

Doğa + canlılar + coğrafi konum + kullanıcıların zevkleri/ imkânları/ihtiyaçları + doğaya dost yapı malzemeleri = Yapılacak % 100 organik yuvalar.

 

Mimarlık okulunu diploma için okuduğunuzu söylediniz, gelişmenizde hangi faktörler etkili oldu?

Mehmet Emin AKKAŞ:

Sanat merakım erken yaşlarda başladı, sadece diploma için okudum diyebilirim. Okulda eğitildiğimi söyleyemem ve iyi ki öyle olmuştur, çünkü mimarlık okulunda öğrendiklerime format atmak için çok zaman harcamadım. Ancak geliştirici etkinliklerden geri kalmıyorum.

Avrupa mimarlık öğrencileri buluşmasının bir izdüşümü olan, Türkiye mimarlık öğrencileri buluşmasının yaz kamplarına katıldım ve çok yararını gördüm. Necdet Teymur ve Tuncer Kurtiz’e, hürmetlerimi söylemek isterim.

Yaşamımı şekillendiren: Yazı yazma imkânını bulamamış olan şair-diplomasız heykeltıraş ANNE’me, müzikte Mehmed Şêxo’ya, Âşık Mahsuni’ye ve Âşık Daimi’ye, şiirde Mele Şêxmûs’a (Cegerxwîn), sinemada Yılmaz Güney’e, heykelde Mikelanjelo’ya, Rafael’e Roden’e minnettarım.

Bakıra olan aşkımı geliştiren Levon Mardikyan’a ayriyeten teşekkür ederim.

Mardin’e yerleşmem, daha doğrusu Mardin’i içimde içselleştirmek en iyi okul, bu antik kent oldu. Diplomasız Mimar Lolê’nin eserleri ile mimarları belli olmayan, Mardin’deki mimari harikaların mayalanmamda katkısı büyüktür.

Ayasofya, Deyr-ul Zafaran, Kasımiye Medresesi, Zinciriye Medresesi, dara Harabeleri, Deyr-ul Umur, Midyat/ Barıştepe’deki Dêryakup, Diyarbakır Ulu Cami, Malabadi Köprüsü, İshak Paşa Sarayı, Mem ve Zin, Diyarbakır Surları, Harput Kalesi, Hoşap Kalesi, Muradiye Şelalesi, Kıbrıs/ Magosa da, denizin içine gül uzatan bir el misali olan Kantara Kalesi, Apollo tapınağı, Derik’teki Kral Kızı Tahtı, Zeugma, Urfa evleri, Dicle, Fırat, Kızılırmak nehirleri, zeytin-asma fistanlı ovayı seyre dalmış Derik dağları ve daha adını sayamadığım nice güzellikler, bende olumlu izler bırakmıştır.

Çektiğim sıkıntıları mimar adayları çekmesin diye, daha çok yazmak, daha çok çizmek ve daha çok üretmek istiyorum.

 

Çalışmalarınızda köstekleyici ya da moral bozucu faktörler nelerdir?

Mehmet Emin AKKAŞ:

Evet, bu ülkede ve özellikle kırsal bölgelerde, dayı-yeğen ilişkilerinden kaynaklı, kültürel mirasımızın bireysel çıkarlara feda edilişi, bir de görüşümce bireyi kısırlaştıran diğer iki temel faktör vardır: Birincisi memurluk, ikincisi de evliliktir.

En büyük sıkıntılarımdan biri de; kelimenin-çizginin gücünden, bireyin gücünü anlamayan kesimler ile geçirdiğim zaman ve emektir.

 

Katılıyorum. Ancak işiniz çok zor olmalı?

Mehmet Emin AKKAŞ:

Her işin zor tarafı vardır, ancak mesleğinizi seviyorsanız, hedeflerinize kilitlenmişseniz ve mayanızda mücadele azmi mevcut ise; zorlukları aşabilirsiniz.

Doğanın dilini çözdükten sonra, tabiatın yasaları doğrultusunda, tabiatın materyallerini insan ve çevre yararına yoğurma amacıyla yere yığılmış taşları, çevresindeki coğrafi konumu, yeşili dikkate alarak ve kullanıcı zevklerine göre üst üste koymak kalır. Yaptığım da budur. Buna taşları örgütleme sanatı diyorum.

 

Dünyada organik mimari hangi aşamadadır?

Mehmet Emin AKKAŞ:

Binlerce yıl evvel de organik mimari vardı ancak organik mimariyi terim olarak 1939’da Frank Lloyd Wright ile gelişmiştir. Bu terimi mimari felsefesinde sıkça kullanır. Kavramlaşmamış, bağra basılmamış formlar, geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman, sade, sağduyu, tabiat kanunları ve süper iç duyularla, doğal malzemelerle yoğurup işlenir.

Biçim fonksiyonun takipçisi olmamalı.

Biçim ve fonksiyon kol kola, birlikte bir bütün olarak çevreyle kucaklaşmalı ve bütünsellik içinde tabiatın örneği olmalıdır.

Organik mimari bir taklit stili(şekli) değildir. Mimaride yeni bir anlam kazanır. Tabiatın yorumlanmış sunumudur. Tabiatın kendisini, tabiatın kendisinden olanı, yeniden mimariye uyarlamaktır.

Tabiatı tahrip etmeden, barınma ihtiyacımızı gidermek amacıyla, tabii materyalleri, çevresindekiler ile bir bütünsellik ve uyum içinde, hiç suni materyaller kullanmadan yapılan uygulamaya “Organik Mimari” (Organic Architecture) diyorum. Bazı örnekleri inceliyorum; bir tepeye benzemiş diye, veya doğal dalgalara benzeyen formları baz alarak yapılmış olan betonarme yapılara organik mimari diyemeyiz. Organik mimari anlayışım; asla inorganik bir malzeme kullanmamakla beraber: çevreye uyumu, canlıların tabiatına uyumluluğu, doğa dostu olan ve insanı çevresindeki ot, taş, toprak, karınca ve kırlangıca kadar düşünerek, aynı zamanda tabiat yasalarından ödün vermeden mutlu, sağlıklı, dayanaklı ve tasarruflu yuvalar kurmaktır.

Günümüz-dünya mimarlarının “acaba marketten aldığımız %100 organik gıdalar gibi, bir gün %100 organik mimariyi görecek miyiz?” sorusu, benim bu çalışmalarıma hız vermem ve bu soruna köklü çözüm getirmeme ivme kazandırdı.

Giderek Türkiye’de ve dünyada insanoğlunun doğaya ve doğala saygılı davranmaları, bana ilham kaynağı oldu. Tamamen tabi yuvalar kurmayı düşündüğüm ilk yıllarımda, sıkıldığım çoğu anlar oldu. Ama asla umudumu ve inancımı kaybetmedim. Bilimsel tahliller ışığında çok önemli bilgilere ulaşabildim.

4.850 yıl evvel Zerdüşt’ler tarafından oluşturulmuş harçların tahlillerinden elde ettiğim sonuçları inceledikten sonra, çok moral buldum.

Artık biraz donanımlıyım ve yalnız olmadığımın farkındayım.

Mimarlık ile sevişmenin tadını çıkarmanın zamanıdır artık.

Ben tabiatı tasarlıyorum desem yanlış olur. Herhangi bir kayalık, deniz, vadi veya eğim; yerelde yaşayanların kültürü ile birleşip, benim tasarımımı yönlendiriyor desem daha doğrudur.

Organik mimarinin dünya mimarlık okullarında ders olarak okutulması gerektiğine de inanıyorum.

Organik Mimariyi vahşi kapitalizme yani bir sömürü kapısı oluşturmamanın tedbirini almalıyız. Diplomasız mimarları eğitmeliyiz ve yerelden başlamamız gerek her şeyi.

 

Örnek aldığınız mimar ya da mimarlar var mı?

Mehmet Emin AKKAŞ:

Evet, çalışmalarını sabırla, uzun süre, pürdikkat seyrettiğim üç muhterem öğretmenim; bülbül, arı ve karıncadır.

 

İlginç ve düşündürücü. Öğretmenleriniz bile organiktirler, bunları biraz açar mısınız?

Mehmet Emin AKKAŞ:

Daha evvel de, doğanın kucağında büyüdüğümü ve biraz doğayla seviştiğimi dillendirmiştim. Aslında her şey doğayı sevmekle başladı. Doğada var olan yüzlerce bitkinin ismini ve bunların ne işe yaradığını öğrendim. Bunun yanında diğer canlılar hakkında da bir o kadar veriye sahip oldum. Doğayı dinleyen ve anlamaya çalışan iyi bir kalfa olduğum için şanslıyım. Bütün dersler tabiatın kendisindedir. Bize düşen ise, bu derslere iyi çalışmaktır. Organik öğretmenlerimin öğrettiklerini de, kısaca şöyle dile getirebilirim:

Bülbül; organik malzeme konusunda, tek başına bütün teorik mimarlık eğitimimden daha fazla bir öğreti ve ilham kaynağımdır. Çünkü keçi kılı, melengiç sütü ve özellikli toprağı su ile karıştırıp, olağanüstü ustalık ve form ile yuva inşa eder.

Arı; geometriyi, mekânda ısıtma-soğutmayı, kolektif çalışmayı, mevcut araziyi en verimli kullanmayı, savaşların iki tarafı da imha ettiğini, hepimiz birimiz- birimiz hepimiz için yaşamamız gerektiğini, adil hiyerarşiyi, kıtlık olmadan evvel stoklamayı, yeteneklere göre sınıflandırmayı ve maksimum verimliliği en üst mertebeden ifade eder.

Karınca ise; şehirleşmeyi, araziyi bilinçli seçmeyi, bu günün işini yarına bırakmamayı, doğal afetlere karşı önceden tedbir almayı, doğal malzemeyi daha verimli kullanmayı, sadece bireyi değil, mekânı da mikroplara karşı donanımlı kılmayı anlatır ve yapabileceğim işi başkasına yükletmemeyi öğretti. Bu gözlemler sonucunda duygusal zekâm olgunlaştı. Tabiata dair yaklaşımım oldu ve emeğe gereken saygımı geliştirdi. En önemlisi de yaşamın anlamını bilince çıkarmamı sağladı. Her üç üstadıma minnettar olduğumun farkındayım. Peki, hangi üniversitenin betonları altında, bu kadar özlü bilgileri bir arada bulabilecektim? Bu anlamda doğa en kapsamlı kitaptır ve kutsal bilinç kaynağımızdır.

 

İnşa ettiğiniz yapıların depreme dayanıklılığı nasıl?

Mehmet Emin AKKAŞ:

Planladığımız yapılar; binlerce yıl ayakta durabilecek türden yapı malzemeleriyle yapılacaktır. Yapıda suni malzeme kullanmıyorum. Tıpkı inşa edildiği günden bu yana kaç kez ve kaç şiddette İstanbul deprem görmüş olsa bile yine de dimdik ayakta kalan Ayasofya kilisesinde kullanılmış olan malzemelerin kalitesinde olacaktır. Yine 4.850 yıl evvel statikçileri hayrete düşüren düz tavanlı ve tavandaki her bir taşın ağırlığı iki ton olan Mardin’deki Deyr-ul Zafaran manastırının zeminindeki Zerdüştlere (güneşe tapanlar) ait güneş tapınağının yapım tekniği ve malzemeleri ile yapacağız. 4.850 yıl evvel kullanılmış harcın tahlilleri ışığında, hiç inorganikliğe sapmadan malzememizi üretiyoruz. Deprem ve doğal afetler bir kader değildir artık. Bu gün ulaştığımız bilimsel veriler, bütün afet ve deprem haritaları teferruatlı bir şekilde mevcuttur. Bir karınca kadar yerleşim yeri ve yerleşim birimlerini uygulayamıyorsak, bu ihmalkârlığın daniskasıdır. Bu konularda yasalar var ama yaptırım eksiğimiz vardır. Yasaların tashihi de Sivil Toplum Örgütlerinin geniş katılımıyla yapılması gerekir. Ancak uygulama aşamasında ilkelerini parası olana uyarlama şeklinde değil de, doğayı ve insanı mesnet alan erdemli uygulayıcılara ihtiyacımız vardır. Dipten su alan bölgelerde, daha evvel yapılmış yapıların tahribatını incelediğimde, ciddi sorunlar yaşanmış, bu konuda Mimar Sinan’ın iyi uygulamaları olmuştur.

Mardin evlerinin çoğunda, kalker taşının su çekme özelliğinden dolayı ciddi tahribatlar olmuştur. Muazzam bir eğimde taban ve sırt nemini çözememişler. Buna elverişsiz temiz ve pis su şebekeleri de ayriyeten bir tahribata sebep olmuştur.

 

Yapılan evlerde belli bir sınırlama var mı ve buna bir üslup diyebilir miyiz?

Mehmet Emin AKKAŞ:

Benim çalışma tarzım; yuvayı kullanacak olanları esas alır. Kullanıcıların beğeni ve imkânlarını, yuvayı inşa edeceğim tabiatın karakteri ile kullanıcıların kültürlerini yoğurup, konuta dönüştürüyorum. Tek istediğim tabii materyallerin dışında herhangi bir malzeme kullanmamaktır.

13 yıldır bu zalim piyasa şartlarında bile, betonarmede bakir kalmayı başarmışımdır.

Tasarım yaparken bir tohumdan yola çıkarak içerden dışa doğru büyütüyorum. Nasıl ki tabiat bir tohum biriminden büyüyor ve çevresine yayılıyorsa, tasarılarımda bu gelişme evlerini tamamlamaya yöneliktir. Tabiat güzelliğini resmetmeyi eksen alıyorum. Ana fikirlerimi bir organizma misali, kendi içinde her bir birimi birbirlerine bağlı, ilişkili dallar şeklinde ele alıyorum. Bütün form doğal çevreyle dostça kucaklaşıyor, tıpkı arı peteğinde ya da üzüm salkımında olduğu gibi bir bütünü oluşturan parçalar. Bu bütünleşme işleminde talep sahiplerinin kişisel düşüncelerini de hesaba katıyorum. Bu periyot neticesince kullanıcıların dünyasına uygun yuvalar kurabiliyorum. Zaten bu tür yapıları talep edenler, çevreye dostça bakan insanlardır. Doğal form ve materyallere eğilimlidirler. Kendilerine ve doğaya olan saygıları olgunlaşmış kesimlerdir.

Organik mimari; canlılara ve bitkilere benzer. Doğurgan ve yaratıcı rahim misalidir. Bu doğurgan tasarımlar, tıpkı kuluçka evresini tamamlamış civciv misali, zamanı geldiğinde, tasarımlarım kabuğunu kırıp gözlerini yaşama acıyorlar.

 

Tabiat kuralları ile inşa edilmiş formlar, tabiatın kendisinden daha mükemmel formlar oluşturabilir mi?

Mehmet Emin AKKAŞ:

Organik mimari, tabiata ve çevreye uyumu örme becerisi olması sebebiyle Mimar, doğaya zarar vermeden tasarım yapmalıdır. Çünkü asıl güzellik doğanın kendisidir. Dokunulmamış, bakir kalmış olandır. Organik mimari ise bu zararı minimuma indirme çabasıdır. Doğadan ve yakın çevreden elde edilmiş taş, ahşap, cam, toprak ve kireç gibi çok işlenmemiş ürünlerle tasarım yapılırsa başarılı olur.

Organik mimari, tabiatı anlamlandırmaya çalışmaktır. Bir felsefedir. İnsanoğlunun rastgele havada birbirine dayanıp kavsimsi bir şekilde duran taşlardan, uygun kevaneyi (kemer) keşfetmesini bu anlamda örnek gösterebiliriz. Yani tabiattakini görerek, mimaride kendi ihtiyaçlarına uyarlarken rastgele değil, yorum katarak ama doğadakinden daha sonuç alıcı olgunluğa getirmiştir.

Organik mimari, tabiata saygı duymayı esas alır. Kullanacağımız taş taşa, tahta tahtaya benzemelidir, çevreye uyum sağlamalıdır. İnşa edeceğimiz yapı çevresinin yaması değil, parçası olmalıdır. Çevresini ezmemelidir. Mardin’deki kültür merkezinde olduğu gibi, camiyi andırmamalıdır.

Organik mimaride bir eser amacına uygun ve çevresiyle uyumlu olmalıdır. Bir mimarın bu uyumu yakalayabilmesi için, tabiatın asistanı (mürit) olmadır. Doğanın okulundan icazetini alan sanatçı- doğa dostu mimarların haykırma anı gelmiştir. Gün doğada var olanı bir bütün olarak kucaklama, (karıncasından kırlangıcına kadar) her canlıya insan kadar özen göstermenin ve sadece insanoğluna mutlu- sağlıklı ve dayanıklı yuvalar kurmanın zamanıdır. İnsanoğlu için “mazbut” (mutlu-sağlıklı-dayanıklı) yuva tasarlayan bir doğa dostu mimar, yapının inşa edileceği bölgenin- ülkenin canlı karakteristiğini de hassasiyetle incelemeli, yapının bir parçası olarak kuşların mutluğu için yazlık ve kışlık kuş yuvalarını göz ardı etmemelidir. Özetle artık bir mimari ürünü ortaya koyabilmemiz için sadece mimar, statikçi, elektrikçi, makineci yetmez. Bunun yanında: zoolog, botanikçi, sosyolog, psikolog, müzisyen ve heykeltıraşların; yapı kullanıcılarının zevk ve amaçlarını ihmal etmeden, bir ekip şeklinde ortaklaşıp üretebilmelidir. Tabiat kuralları ile inşa edilmiş formlar, tabiatın kendisinden daha mükemmel formlar oluşturamaz.

 

Mimarlık üretirken bir amacınız var mı?

Mehmet Emin AKKAŞ:

Barınma ihtiyacını karşılama amacım: Tabiatın yasalarından yola çıkarak, sağlıklı, huzurlu ve üretken yaşam koşullarını organize etmektir; su, güneş, yeşil, renk gibi olguları, yaşam-mekân boyutunda var olan ve var olacak çevrelerde bütünleyici rol oynayan, bilimsel, psikolojik ve estetik hassasiyetlerin bilinci ile mimariyi tasarlayıp uygulamaktır. Rengin etkili ve doğru kullanımının, mekânları ve bununla birlikte mimari kurguları, daha yaşanabilir hale getirebileceği soyut etkisi ile insan zihninde, geçmişle gelecek arasında bağlar kurabilen özellikte olduğunu göz önüne sermektir. Dolayısıyla barınmayı çözerken, rengin etkisini, önemini, özelliklerini, mimaride tasarım ve kompozisyon noktasında, bir araç değil, tamamlayıcı eleman olarak insanoğluna sunmak istiyorum.

Herhangi bir şehirde, bölgede veya ülkede yapacağım mimari üretimde, daha önceki bilgilerimin esiri olmamam için, yeni mimari üretimlerimi yapacağım yerelde, tasarımlara başlamadan evvel, giyimden-folklora, eğimden-bitki örtüsüne, kültürden-eski mimari dokuya kadar bir araştırma yaptıktan sonra, tasarım eylemine başlıyorum. Buna kuluçkaya yatma evresi diyorum. Bu da orijinal bir üretimi oluşturmanın yan ısıra, kullanıcıların ruhunu, yuvaya nakş etmenin zeminini oluşturuyor. İşte o zaman gürbüz civciv gagasını kabuktan dışarı çıkarıyor diyebilirim.

Genelde asimetrik çalışmalar bana daha heyecan veriyor. Belki de tabiatın asimetrik öğretisindendir.

Küre parçaları, biçim ve çatı örtüsünde kullandığım formlardır. Sanırım bizdeki taş bolluğu beni bu alana çekiyor.

Yapının bütününde uygun deseni ya da sadeliğin deseni, rengi, ışığı doğru kullanarak, mimari tasarımın amacına, kullanımına, karakterine yönelik tamamlayıcı, estetik ve fiziksel kimlik ile buluşturmaya çalışıyorum.

Işık, renk ve biçim her insanda aynı etkileri oluşturuyor gibi görünse de, detaylara inildikçe; coğrafi konum, kültürel yapı, inanç ve yaşanmış bütün olay-olguların etkisi ile değişiklikler gösterebildiğini göz önüne sermektir.

Her kuşakta, bir öncekinden farklılaşan yansımalar olabiliyor. Fizyoloji ve inançtan kaynaklanan etkenler, örf, adet gibi olgular da, bu farklılıkta rol sahibidirler. Hatta her insanın algıları, burçları ayrı tepkiler gösterebilir.

Projelerimi tasarlarken, psikolojiyi kamçılayan bu faktörlerin insanda oluşturduğu etkileri dikkate alarak, girift faktörlerde canlılara yaşamlarını sürdürebileceği sağlıklı, huzurlu, mutlu yaşam koşullarını organize etmeye çalışıyorum. Önemli etkenler olduğu bilinciyle, projelerimin birer parçası olarak işliyorum.

Ucuz ve kötü, seri üretilen mekânların niteliksizliğini, mutsuzluğunu, sağlıksızlığını vurgulayarak, el sanatları ve tabii malzemeleri birleştirerek, geleceğe yön veren tasarımlar geliştirmeye çalışıyorum. “Doğanın Restorasyonu” veya “Tabiatı yeniden canlandırma” çağrısıdır benimki. Malzemeye ve doğaya sadık kalmak, işlevsel nesneleri yerinde kullanmak, tasarımın işleve uygun olmasını ilkeselleştirmek istiyorum. Çoğu boşanmaların, hastalıkların ve mutsuzluğun temelinde, yanlış malzeme ve yanlış renk kullanımı gibi etkenlerden kaynaklandığını izah etmeye çalışıyorum.

Gelecek nesillerin eğitiminde öyle bir alt yapı hazırlamalıyız ki, tabiatı koruma ve ona sahip çıkmanın ibadetten öte bir şey olduğunu, doğru çözümlenmiş mekânların, insanı sağlıklı-üretken-mutlu kılacağını kavratmamız gerektiğine inanıyorum.

 

Kültürel mirasımızı ve doğamızı korumak için ne tür önerileriz olacak?

Mehmet Emin AKKAŞ:

Başta kültürel mirasın doğru algılanması gerektiğine inanıyorum. Kültürel miras denince sadece akla; antik bir yapı, kilim, resim, heykel, testi, tepsi ve folklor gibi öğeler geliyor. Oysa giyim, yaşam gereçleri, deniz, vadi, dağ, kaya, ağaç, hayvan gibi değerler de kültürel mirasımızdır.

Kültürel mirasımıza ve doğamıza karşı daha duyarlı olmazsak, cehalete ve felaketlere davetiye çıkarmış olacağız.

Kültürel mirasımıza karşı sorumsuzca davranan yapsatçılara, kozmetikçilere/kullanıcılarına, tarım arazilerinin yapılaşmasına, sanayi artıkları ile suyumuzu ve toprağımızı zehirletenlere elbirliği ile dur dememiz gerekiyor.

Türkiye’de restorasyonu! Henüz bitmiş çoğu eserlerimizin, acilen restorasyona ihtiyacı vardır.

Evet, doğa özgürlüğün ve cömertliğin simgesidir ancak unutmamamız gerekir ki bu kredi sonsuz değildir.

Organik mimari” ise, mekânı sürekli ve sürdürebilir şekilde, canlı duygularını baskı altında tutmadan, tabiattan süzüleni, başta insanoğlu olmak üzere, bütün canlılar için dostça, barınmaya çözüm getirmedir.

Doğaya biçim verirken, en iyisini de en kötüsünü de biz insanlar yapmaktayız.

Yunan filozofu Çiçero’nun dediği gibi “hiçbir şey insanoğlu kadar yücelmez ve hiç bir şey insanoğlu kadar alçalmaz.”

Kendisiyle barışık olan insan, çevresi ile de barışıktır. Sorun yaratmaktan çok, çözüm üretir. Çevresiyle uyum içerisindedirler, yanlışa ve zulme karşı koyama iradeleri gelişmiştir. Eğer birileri para hırsı doğrultusunda doğamızı tahrip ediyorsa; her erdemli insanın görevi bu tahribata samimi bir şekilde karşı koymaktır. İş sadece mimarların işi değildir. Çünkü bu doğa hepimizindir ve sorunlarını çözmek için de, hepimize görev düşmektedir. Bu, bir karanlık–aydınlık mücadelesidir.

Organik mimari; doğanın yasalarını mekânlara uyarlama inceliğidir. Birileri asılsız gerekçelerin arkasına sığınmasınlar. Doğa bütün dünyadaki inşaat malzemeleri satan mağazalardan kat be kat daha zengindir.

Doğa muazzam bir laboratuar gibidir. İyi bir gözlemci, gittiği ülkenin dilini bilmiyorsa sorun yaşamaz. Organik materyallerin tek dili vardır. Bu dili biliyorsanız da kürenizin neresinde olursanız olun doğadakinin dilini biliyorsunuzdur.

Binalarda tek tip ve taklit dönemini sonlandırmamız gerekiyor. Mimari; toplumsallaşmış bireyin birey olma zenginliğini, sürü hegemonyasından çıkarmaya katkı sunmalıdır. Sadece mimaride değil, demin de dediğim gibi; yemekte, giyimde, oyunda, müzikte, örf ve adetlerimizde de aynı katkıyı sunmalıdır. Kuzuyu üç boyutlu gören bir çobanın çocuğu üniversiteye atıldıktan sonra, sadece ekrandan, kitaplardan ve belgesellerden doğayı seyreden parlamenterin çocuğundan daha yaratıcı, uyumlu, merhametli ve kendi ayaklarının üzerinde durma becerisine sahip olur. Tabiat ile iç içe yaşamanın gücü, sınıf ortamındaki güçten daha üstündür…

Yaşam kaybolmuş ve anlamsızlaşmıştır.

Organik mimari bireyin kaybolmuş yeteneklerini ve özgüvenini dışa vurur, kişinin kendisini bulmasını ve çevresi ile barışık olmasını geliştirir. Bütün anti insani sakatlıkların giderilmesine yardımcı olur.

Doğa yasalarına tutarlı olmalıyız. Bir bireyin beslendiği kaynak doğa olmalıdır.

Mimarinin de besin kaynağı tabiattır. Büyük başarıların mayası, doğayı tanımaktan geçer. doğayla empati kurabilirsek, doğanın canını incittiğimizi anlarız.. Doğayı sinirlendirirsek, doğa bizi sindirir. Doğayı avutursak doğa bizi yutar.

 

Mimar adaylarına önerileriniz nelerdir?

Mehmet Emin AKKAŞ:

Doğaya zaman ayırsınlar, canlıları doğal ortamlarında incelesinler, zamanlarının bir kısmını, beton mekan/ tesislerde, denizde geçireceklerine, bir dağ köyüne gitsinler, köylülerin yaşamını yerinde görsünler.

Aşkı, cafe ve kantinlerden kurtarsınlar.

Her bahar ağaç ve çiçek ekerek, büyümelerini takip etsinler.

Teorik bilgilerle yetinmesinler.

Kendilerini öyle donanımlı bir hale getirsinler ki, kelimenin-çizginin gücünden, bireyin gücünü anlayan mertebeyi yakalasınlar.

Resim, heykel ve müzik ile akraba olsunlar.

Kendi aralarında yaz kampları düzenlesinler.

Babalarının ayakları ile yürümesinler.

Her yıl minimum bir ay, cep telefonunun ve bilgisayarın olmadığı bakir bir doğada kendilerine zaman ayırsınlar.

Bir antik yerleşimi seyrederken, hayal güçlerine yüklenerek; acaba o dönemde iletişim, ulaşım, aşk, yemek, iş aletleri, inançları ve hedefleri neler idi? gibi soruları kendilerine sorsunlar.

Derslerin, sadece fakültenin belirlediğinden ibaret olmadığını, yanı sıra tabiata karşı olan derslerimizin de olduğunu bilerek, zamanlarını değerlendirsinler.

Yapacakları mimari üretimlerde ise şu öneriyi incelesinler:

Tabiat + canlılar + coğrafi konum + kullanıcıların zevk, imkânları ve ihtiyaçları + doğaya dost yapı malzemeleri = Yapılacak % 100 organik mekânlar periyoduna dikkat etsinler. Çünkü bütün dersler tabiatın kendisindedir. Mimara düşen ise, bu dersleri iyi gözlemleyip hayata geçirmektir.

Karıncayı, bülbülü ve arıyı unutmasınlar derim.

 

Son sözünüzü almadan önce okuyucularımız sizinle nasıl irtibata geçebilir?

Mehmet Emin AKKAŞ:

Değerlerim; taş, toprak, eğim, bitki örtüsü, güneş, ateş, su ve insandır.

Öğretmenlerim ise; ARI, KARINCA ve BÜLBÜLDÜR.

DAHA YAŞANIR BİR DÜNYA İÇİN,

DAHA İSRAFSIZ BİR BÜTÇE İÇİN,

DAHA SAĞLIKLI BİR YAŞAM İÇİN,

DOĞAYA İNSAFLI DAVRANMAK İÇİN

ORGANİK MİMARİ (Organic Architecture) kaçınılmazdır. Gelin hep beraber tahrip ettiğimiz tabiatın restorasyonunu, yine hep beraber yapalım.


Bu haber 27574 defa okunmu?tur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit

KÜLTÜR & SANAT

LİKYA HABER YAZIYOR...

LİKYA HABER YAZIYOR... LİKYA HABER YAZIYOR...

Ah Yalan Dünya...

Ah Yalan Dünya... SEN BENİ GÖNLÜMCE MUTLU MU SANDIN...
********FARKIN NE****************23 Şubat 2014

HAVA DURUMU

Detaylı bilgi için resmin üzerine tıklayın.

ANKET

sence; KALAMAR TAVA MI MEZE Mİ?






Tüm Anketler

GOOGLE TERCÜME



Copyright © 2005-2012 www.likyahaber.net Tüm hakları acaip bir şekilde saklanmıştır. Kopye eden fena olur!... demedi demeyin... editör-özer yılmaz/elk.mühendisi-yıldız teknik üniv. POSTA ADRESİMİZ; haber@likyahaber.net
RSS Kaynağı | Yazar Girişi | Yazarlık Başvurusu

Altyapy: MyDesign Haber Sistemi


porno izle