Likya Haber Gazetesi, Kalkan, Kaş Antalya Haberler
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM

EN ÇOK OKUNANLAR

HABER ARA


Gelişmiş Arama

BU GÜNÜN MANŞETLERİ...

manşetler

SON DAKİKA HABERLERİ....

EKŞİ SÖZLÜK...






CANLI TV İZLE...

YAKINDA...

ÖZELLEŞTİRMELERE HAYIR!

ALEXA

Alexa Certified Traffic Ranking for www.likyahaber.net

SİTEYE GELENLER

free counters

ÇEVRİMİÇİ

BU HALK NEDEN HEP DEVLETTEN BÜYÜK OLDU

BU HALK NEDEN HEP DEVLETTEN BÜYÜK OLDU

Tarih 15 Eylül 2011, 16:38 Editör Özer YILMAZ

BU HALK NEDEN HEP DEVLETTEN BÜYÜK OLDU

BU HALK NEDEN HEP DEVLETTEN BÜYÜK OLDU

BU HALK NEDEN HEP DEVLETTEN BÜYÜK OLDU

Yusuf Yavuz-KAŞ

USTALIK DÖNEMİ ANADOLU'YU NASIL YUTACAK

Türkiye baş döndürücü hızla köklü bir dönüşümden geçiyor. Devletin bütün aygıtları birer birer yeni dönemin ruhuna uyduruluyor. 'Yeni Türkiye' olarak tanımlanan bu dönemin toplumdaki en belirgin karşılığı belleksizleşme. Sanki insanlık tarihinin en önemli adımları bu coğrafyada atılmamış gibi. Anadolu'nun on bin yılda biriktirdiği yaşama kültürü, 'çıraklık' döneminde parçalandı, kalfalık döneminde 'unufak' edildi, ustalık döneminde ise yutuluyor!


Abdurrahman Kökdoğan

İÇİNE GİRMEDEN ANLAŞILMAYAN ZENGİNLİK

Dört kıtanın değerleriyle donanan, keşfedilmemiş son kıta olan Anadolu'da yaşayanları binlerce yıldır bağımsız kılan en büyük özellik, sahip oldukları coğrafyaydı. Kafkas'larla Mağribi, Alplerle Himalayaları aynı çizgide buluşturan Anadolu'nun zenginliği, en çok kucağında beslediği insanına yansıdı. Öyle ki, yeterince içine girmeden asla anlaşılmayan bir sır küpü gibi bu zenginlik.



Darıbükü Köyü'nde kadınlar

İKİ DAĞIN ARASINDAKİ UYUYAN GÜZEL

Son bir kaç haftadır Anadolu'nun bu çarpıcı zenginliğini barındıran insanların yaşadığı coğrafyalardan birinde, Yukarıköprüçay Havzası'ndaydım. Zamanın durduğu, elli yıllık anıların daha dün yaşanmış gibi anlatıldığı coğrafyada. Yukarıköprüçay Havzası, Isparta ile Antalya sınırlarının kesiştiği bölgede yer alıyor. Havza, Dedegöl ve Kuyucak Dağları, Beyşehir ile Eğirdir göllerinin arasına gerili hamakta binlerce yıldır uyuyan bir güzel gibi. Daha önceki ziyaretlerimde bölgenin yaşama kültürüne ilişkin bir kaç ayrıntıyı aktarmıştım. En çok da 'kendi kendine yeten' bir yaşamı sürdüren mütevazı insanlarını. O insanlardan biri olan Darıbükü köyünde yaşayıp ölen ve arkasında inanılmaz bir yaşamöyküsü bırakan Hasan Dayı'nın hikayesi heyecan verici bir belgesel projesine ilham kaynağı oldu.



Darıbükü Köyü'nün Kasımlar Barajı'yla birlikte su altında kalacağı belirtiliyor

'SİNEMAKAVRAM' EKİBİNİN AKIL VE VİCDAN SORUMLULUĞU

Ankara merkezli Sinemakavram ekibinden yönetmenler Kutay Yeşilöz ve Ulaş Temur'la birlikte çıktığımız Yukarıköprüçay yolculuğunda bize Hasan Dayı'nın oğlu Memiş Demir, Gazeteci Ali Aktaş ve varlıkları yörede giderek bir efsaneye dönüşen vadinin kunduzları da eşlik etti. Sinemakavram ekibi, kısa bir süre sonra başlayacakları projeyle Anadolu'nun solan renklerini barındıran bu coğrafyayı kayıt altına almayı hedefliyor. Enformatik cehaletin pirim yapar hale geldiği bu dönemde akıl ve vicdan adına alkışlanası bir girişim...



Dedegöl Dağları

KASIMLAR'DA BİR PANSİYON

Yeni Türkiye'nin çoktan unuttuğu, haritadan ve hayattan uzak köylerde kendi kendine yeten insanların izini sürdük. Aslında kendi kendine yetmenin, seçenekten çok bir zorunluluk olduğu bir coğrafya burası. Gezinin ilk durağı havzaya hakim bir yamaca kurulu olan Kasımlar beldesi. Tota dağının eteklerinde, Kızılova adı verilen kırmızı topraklı düzlüklerde özgürlüğün tadını çıkaran yılkı atlarıyla yarışarak ulaştığımız Kasımlar'da bizi belediye çalışanı Abdurrahman Kökdoğan karşılıyor. Kökdoğan'ın eşi Serpil Hanım, aynı zamanda Abdurrahman Bey'in de desteğiyle havzanın tek pansiyonunu işletiyor. Bir çok Kasımlarlı gibi onlar da bir Süre Kumluca'da seralarda çalışmışlar ancak sonrasında doğdukları topraklara geri dönmüşler.



Elma Deresi'nde yarasalar

TOROSLAR'DA MEMLEKET SOHBETİ

Akşamın sürprizi ise Abdurrahman Bey'in yeğeni olan eski gazeteci, yeni Öğretmen Oğuz Kökdoğan'la karşılaşmamız oluyor. Oğuz Kökdoğan, Kasımlar'ın yetiştirdiği değerlerden biri. Sıkı bir entellektüel. Kasımlar ve bölgedeki dönüşümü bir çırpıda özetliyor. Türkiye'deki köklü dönüşümü kaygıyla izleyen bir yurtsever. Ancak Türkiye'de yaşadığımız akıl tutulması bir çok insan gibi onu da kaygılandırıyor. Yine de Torosların bu dağ köyünde yaptığımız kısa sohbetten çok şey kalıyor akılda...



Hasan dayının kapısı

TARSUSLU PAULUS'UN YOLU İSRAİL KRİZİNE YENİK DÜŞMÜŞ

Hz. İsa'nın havarilerinden Tarsuslu Aziz Paulus ve arkadaşlarının, İncili yaymak için Kudüs'ten Roma'ya yaptığı yolculuklarda kullandığı kadim yolun üzerinde bulunan Kasımlar'daki bu şirin pansiyonda geceyi geçireceğiz. St. Paul Yol Pansiyon adıyla hizmet veren pansiyonun yakın zamana kadar en önemli konukları, Perge'den Yalvaç'a kadar yürüyerek rotayı kateden İsrailliler'miş ancak önce 'van minute' krizi, ardından Marmara Gemisi olaylarıyla birlikte son zamanlarda İsraille iyiden iyiye kopma noktasına gelen ilişkiler İsrailliler'in bölgeden uzaklaşmasına neden olmuş. Geçtiğimiz yıl 2500 İsrail vatandaşının Kasımlar'ı ziyaret ettiğini ancak bu yıl tek bir kişinin bile gelmediğini söylüyor köylüler. Şimdilerde az da olsa Hristiyanlarca kutsal sayılan yolu yürüyen her milletten insana rastlamak mümkün. Ankara ve İstanbul merkezli bazı dağcılık grupları da bölgenin müdavimleri arasında. Ancak bu cennet bölge yeterince ve hak ettiğince bilinmiyor...



Kasımlar

'ZINGIRTICI'NIN KIZI, 'SİYASİ'NİN OĞLU

Pansiyonun işletmecisi Serpil Hanım, bahçesinde kendi yetiştirdiği sebzelerden hazırladığı yemekleri sunuyor müşterilerine. 'Buralarda Serpil adı pek yaygın değildir, nasıl bu adı aldınız?' diye sorunca, şaşırtıcı bir yanıt alıyoruz. Serpil Kökdoğan'ın yıllar önce İzmir'de yaşayan dayısı, köye bir mektup yazmış ve içinde 'Serpil, Nejla' gibi isimlerin de yer aldığı listeyi, 'yeni doğan kızlara bu isimlerden verin' diyerek tenbihleyerek mektubu yollamış. 'Dayımın mektupla yolladığı adı taşıyorum' diyor Serpil Hanım. Kasımlar'ın insanlarının çok ince bir espri yeteneği var. Serpil Hanım'da bu yetenekten fazlasıyla nasibini almış. Yemek boyunca hiç duymadığımız ince esprileriyle karnımızın yanısıra ruhumuzu da doyuruyor. Abdurrahman Kökdoğan, Kasımlar'ın bir dönemine damgasını vuran 'Siyasi'nin oğlu. Her zorluğa bir çözüm üretme yeteneğinden dolayı 'Siyasi' lakabını takmışlar. Oysa 'siyasi' kavramı günümüzde bir çeşit olumsuzlama sıfatı olarak kullanılıyor. Kasımlar'da neredeyse herkes lakabıyla anılıyor. İsimle birbirini çağıran çok az. Serpil Hanım'ın babasına da 'Zıngırtıcı' diyorlar. Saz çaldığı için bir komşusu bu lakabı takmış.



Kasımlar beldesi

ÖLÜLER SUYA GÖMÜLÜNCE NE OLACAK

Sabah erkenden İbişler köyüne doğru yola çıkıyoruz. Amacımız, bir kaç ay sonra bölgeye yapılacak barajın suları altında kalacak olan köyde bir kaç kişiyle görüşebilmek. Muhtar Mevlüt Çelik, barajın yapılmasını dört gözle bekleyenlerden biri. "Buradaki yaşlılar gurbete çıkmadığı için buradan başka yer bilmiyorlar" diyor. Baraj yapıldığında köyün istimlak edilip başka yere taşınacağını, bölgenin de çok değerleneceğini savunuyor muhtar. Ancak sular altında kalacağı söylenen köyün mezarlığıyla ilgili kafası biraz karışık. Bu işin nasıl olacağını kestiremiyor. İbişler'in renkli yüzlerinden Gülizar Çelik'in evindeyiz bu kez de. Gülizar teyze 80 yaşına merdiven dayamış ancak müthiş hafızası ve zekice zorularla bize zor anlar yaşatıyor. Buraya yaklaşık 10 kilometre uzaklıktaki Darıbükü köyünden gelin gelmiş. "Değişik yapıldık biz" diyor. Buralarda 'berdel'in adına 'değişik' diyorlar. Aileler arasındaki bir nevi kız-oğlan takasına dayalı evlilik.



Kasımlar'da Kemaneci Düldül dayı ve eşi Hürü

'ONLAR BOYNUZ GETİRİR, BİZ FASULYE VERİRDİK'

İbişler'in yukarısındaki Dedegöl dağlarını aşarak Beyşehir'den yürüyerek sırtında tuz getirdiği günleri anlatıyor Gülizar teyze. Manavgat ve Serik'in köyleriyle Yukarıköprüçay'ın köyleri arasında geçmişte ürün takasına dayalı alışverişten söz ediyor. "Onlar boynuz getirirdi, biz fasulye verirdik" diyor. Bu bölgede adı Aksu olan Köprüçay'ın suları havzanın iki yanında yaşayan insanları kardeşlemiş. Gülizar teyze, aslen Serikli olan Ali Aktaş'a, Serikli eski dostlarını soruyor. Her cümlesiyle nüktedan bir Anadolu kadını olan Gülizar teyzeyle paylaşacak çok şey var ancak kentten gelmiş insanlara zaman kendini dayatıyor...



Kürüz

BUCAKDERE'NİN MERMERİ PAHALI GELİNCE...

İbişler'in ardından, görkemli dağların vadiyle buluştuğu dik yamaca kurulu olan Bucakdere köyüne doğru ilerliyoruz. Bucakdere, geçmişte vadideki bir çok köyün, profesyonel dağcıların bile zorlanacağı dik uçurumları ve kayalıkları aşarak ilçeye ulaştığı geçitte kurulmuş. Köylülerin büyük çoğunluğu İstanbul'a göç etmiş. Bölgedeki bütün köyler gibi çoğunlukla yaşlılar yaşıyor. Bucakdere'nin en dikkat çeken yanı bahçeli şirin evleri ve muhteşem dağları. Köyün girişindeki çeşme başı bir nevi toplanma ve bekleme yeri gibi kullanılıyor. Bucakdere Muhtarına bu görkemli dağları gezip görmek için gelip giden olup olmadığını soruyoruz. Muhtarın yanıtı da ilginç oluyor, "geçenlerde bir mermer şirketi geldi ama dağlar dik olduğu için çıkarılacak mermeri taşımak çok masraflı çok olacağından maalesef yatırıma başlamadı" diyor. Bölgenin onlarca yıldır kaderine terkedilmişliğinin yarattığı algı ve beklenti yürek parçalayıcı.



Kürüz mahallesinde Saatçi Mehmet Demirbaş

BİR KÖPRÜÇAY MASALI: DÜLDÜL İLE HÜRÜ

Bucakdere dönüşünde Kasımlar'ın Fındık Mahallesine bakan yamaçtaki bahçeli evlerinde yaşayan Düldül ile eşi Hürü'yü ziyaret edeceğiz. Kasımlar'da herkes ona 'Düldül' diyor ama asıl adı Osman Ali Gönenç. Düldül amca Yukarıköprüçay Havzasının bir çok köyünde bilinen bir 'kemane' ustası. Bu bölgede su kabağı, keçi derisi ve at kuyruğundan yapılan özgün bir saz olan kabak kemane'nin son ustalarından biri. Geçmişte yörenin düğünleri ondan sorulurmuş. "Zıngırtıcı ile birlikte çok gelin çıkardık" diye anlatıyor o günleri. Yedi yıldır eline almamış kemanesini ancak bizim için bir kaç türkü çalacak. Eşi Hürü de en az onun kadar heyecanlı. Kıpır kıpır, yerinde duramıyor. "Beni kaçırdı bu adam" diyor. Hürü'nün eşi ölünce ailesinden onu isteyen Düldül olumsuz yanıt alınca kaçırmış ve Kasımlar kanyonunun başlangıcındaki yamaçta kurdukları evlerinde birbirilerine yaslanarak yaşamlarını sürdürüyorlar. İhtiyaçlarının bir çoğunu kendileri üretiyorlar. "Su yok bu sene" diyor Hürü, " su olsa domatesler daha da büyürdü..."



Saatçi Mehmet

KANYONUN AĞZINDA KEMANE RESİTALİ

Suçatının aşağısında, Kasımlar Kanyonun girişindeki dağlar güneşin batışıyla turuncudan mora dönüyor. Derken ince, gümüşi bir hilal dikiliyor dağların tepesine. Hilal, yavaş yavaş ilerleyen bir yelkenli gibi dağın üzerinde hareket ederken Düldül yedi yıldır eline almadığı kemanenin kutusunu açıyor ve at kuyruğundan yaptığı yayı yavaş yavaş sürüyor kemanenin tellerine: "Makmara'nın belenleri/ Ben bilemiyom gelenleri/ Acep nereye korlar/ Yar yoluna ölenleri..."



Serpil Kökdoğan

ÇALDIKÇA BÜYÜCÜYE DÖNÜŞEN DÜLDÜL

Zayıf, ince cüssesiyle şapkasının altında kaybolacakmış gibi duran adam gidiyor, kemanenin telleriyle dağları yerinden oynatan, ırmakları coşturan bir büyücü geliyor adeta. Kemaneci Düldül, Anadolu'nun kimliğini oluşturan binlerce yıllık zincirin yeterince bakmadan görünmeyen ve anlaşılamayan halkalarından biri. Boğaz havaları, ağıtlar ve yöreye özgü eski aşk hikayeleri Düldül'ün dilinde en güzel serenadlara dönüyor. Yörede sözlü kültür öylesine belirgin ve canlı ki, henüz hiç derlenmemiş bir çok türkü, masal ve anlatı bu görünmez kahramanların dilinde destanlaşıyor. Düldül ve Hürü, dışarıdan bakınca kırık dökük gibi görünen ancak içine girince soylu bir direnişin kalesine dönüşen evlerinde tevazu içinde yaşamlarını sürdürüyorlar.



Zümrüt taşlı saat

HASAN DAYININ EVİNDEKİ YARASALAR

Ertesi sabah Darıbükü yolundayız. Suçatını geçince, önce Ortataş mevkiinden yukarıya, Elma Deresi'ne doğru yürüyoruz. Elma Deresi'nin sonunda Hasan Dayı'nın evi var. 1993'te ölmesinin ardından bıraktığı bahçesi, evi ve eşyaları duruyor hala. Bahçe bakımsız olsa da geçmişe dair çok şey anlatıyor. Evin içine girdiğimizde yüzlerce yarasa karşılıyor bizi. Oğlu Memiş Demir'le Hasan Dayı'nın yaşamına ilişkin ayrıntıları konuşuyoruz. Uzun yıllar olmasına rağmen ölümünün ardından evindeki eşyalara hiç dokunulmamış olmasını buralarda çok sevilen sayılan bir şahsiyet olmasına bağlıyor Memiş Demir. Hasan Dayı bir bakıma havzanın özeti bir hayat sürmüş. Yedi yaşında sığındığı doğanın dilini çözerek ölünceye kadar kendi kendine yeten, ayrıca ürettikleriyle yörenin ihtiyacını da karşılayan bir yaşam kurmayı başarmış bir Anadolu bilgesi...

ÖVGÜNÜN YERİNİ HÜZÜN ALMIŞ

Elma Deresi'nden dönerken yörede sıklıkla karşılaştığımız sincaplardan biri meşe ağacının dalları arasından bizimle oyun oynuyor. Bölgenin geçmişteki zengin canlı yaşamından geriye kalanlar hala umut verici. Kaya kartalı, kızıl akbaba, sakallı akbaba ve yılan kartalı gibi yırtıcıların yaşam alanı olarak bilinen Dedegöl Dağlarının eteklerindeki vadinin insanları kartalların geçmişteki bolluğundan övgüyle söz ediyorlar ancak bugün övgünün yerini hüzün almış durumda. Dağalası denilen alabalığın da sonu yavaş yavaş gelmek üzere. Eskiden 'dinamitle' avlanarak çuvallara doldurulan balıklar giderek hüzünlü bir anı olmaya başlamış...

VERGİ ÖDEMEK İÇİN PARA KAZANMAYA GİDENLER

Darıbükü köyünün girişinde Antalya'dan yöreye mevsimlik işçi bulmaya gelen seracılarla karşılaşıyoruz. Yöre insanı geçmişte tarım işçiliği yapmak amacıyla İzmir ve Aydın'a gidiyormuş. Aslında biraz da 'zorunlu' bir gidişmiş bu. Bölgede para kavramı pek karşılık bulmadığından devletin koyduğu 'öşür' adı verilen vergiyi ödeyebilmek için biraz para kazanıp geliyormuş yöre insanı. Yörüklerin uzun süre yerleşik yaşama direnmelerinin temelinde yatan en önemli nedenlerden biri de Osmanlı döneminin vergi sistemi. Cumhuriyet döneminde de kısmen süren tahsildar korkusu, bölgedeki çobanların keçilerinin ve buğdayının bir kısmını mağaralara saklamasına yol açıyormuş. Türkmenlerin ünlü "Şalvarı şaltak Osmanlı, eyeri kaltak Osmanlı, ekende yok biçende yok, yiyende ortak Osmanlı" sözü bu dönemler için söylenmiş olsa gerek.

DARIBÜKÜ'NÜN YÜZ YILLIK RENKLERİ

Darıbükü'nde Muhtar Mehmet Avcı ile buluşuyoruz. Darıbükü, havzaya yapılacak barajın sularının altında kalacağı söylenen köylerden biri. En çok etkilenen köy olması bekleniyor. Köylülerin baraj projesine ilişkin hiç bir bilgileri yok. Kendi yaşamlarını kökünden değiştirecek proje hakkında köylülere sağlıklı bilgi verilmiyor. Muhtar Mehmet Avcı'nın en büyük sorunu köyün ulaşımı. "Bir hastamız olduğunda taksiyle götürmek zorunda kalıyoruz. O da 200 bin lira istiyor" diyor. Köye bir sağlık ocağı yapılmış ama şimdilerde boş duruyor. Sağlık reformunun doğal bir sonucu bu(!) Muhtarın annesi Zafire teyze ile Hürü teyze birlikte buğday eliyorlar. Köyün yaşlı kadınları halen yüzlerce yıllık kıyafetlerini gündelik hayatlarında kullanıyorlar. Başlarına giydikleri 'fes' adı verilen başlığın üzerindeki Osmanlı döneminden kalma gümüş ve bakır paralar, boyunlarındaki göz boncukları, bellerine bağladıkları ve bu yörede 'örme' adı verilen kolanlara takılan 'yılancık-yılanbaş' boncukları ve yıllar önce köy meydanına gelen çingenelerin örslerinde döverek yaptıkları bakırdan 'yel bilezikleri', halen gündelik hayatın bir parçası. Boncuklarla kurutulmuş karanfillerin birlikte dizilmesiyle oluşan kolyeler de doğal 'parfüm' işlevi görüyor.

EN GÜZEL HEDİYE FESLEĞEN

Darıbükü ziyareti renkli geçiyor. Buradaki yakınları da ziyaret ediyoruz. Her evde konuklara sunulan en güzel hediye bir tutam fesleğen. Yaz aylarında her bahçenin kenar süsü gibi yetiştirilen fesleğenler, tutam tutam koparılıp giden yolcuların yakasına iliştiriliyor. Kimisi yanına kadife çiçeği de ekliyor. Bostangüzeli, horozibiği ve ve kadife çiçeği, her bahçenin olmazsa olmazı. Yöre insanı karnını doyuracak sebze-meyvenin yanına ruhunu doyurmak için de çiçekler ekiyor, evlerin duvarına, kapı ve pencerelere çiçek figürleri işliyor. Çocuksu bir naiflikle sürdürülen doğayla kurulan ilişki gündelik yaşamın ayrıntılarına yansıyor...

ZAMANIN DIŞINA FIRLAMIŞ BİR MAHALLE: KÜRÜZ

Darıbükü'nden ayrılıp, 4-5 kilometre uzaklıktaki Kürüz mahalllesine ulaşıyoruz. Kürüz vadinin yukarısındaki yamaçta kurulmuş ve bugün yalnızca 7-8 kişinin yaşadığı bir mahalle. Taş taş üstüne, taş umut üstüne koyularak kurulan yaşamların şaşırtıcı ayrıntıları eşliğinde toprak yolun sonundaki mahalleye ulaşıyoruz. Kürüz'deki bir kaç yaşlı, Tibetli rahiplerden farksız bir yaşam sürüyor. Kürüz'ün mezarlığında 7-8 mezar taşı sayılıyor, o kadar. Aşağıda bir mezarlık daha varmış. Yüzlerce yıllık mahalle. Geçmişte 40-50 hane varmış, şimdi 5-6 hane... Tarihin ve zamanın dışına fırlamış bir yer burası. Kürüz'de ilk olarak 80 yaşındaki Osman Özbey'i ziyaret ediyoruz. Geçen yıl keçilerini ve bir ineğini çalmışlar. Çok dertli Osman amca. Bize çay demliyor eşiyle birlikte. Yamaçtaki evinin bir metreden fazla derinliği olan penceresinden uçurum görünüyor. Daha aşağısı nehir. Keklikleri anlatıyor Osman amca. Şimdi sayıları giderek azalan, yalnızca duvardaki tabloda kalmış olan keklikleri. Kürüz'de HES projesinden etkileneceği söylenen yerleşimlerden biri. Ancak burada yaşayan insanların bunu düşünecek durumları yok. Osman amca ve eşinin bize hazırladığı yoğurt ve ekmekleri alıp vedalaşıyoruz. Yolumuz, Yukarıköprüçay'ın bilgelerinden birinin, Saatçi Mehmet'in evine doğru ilerliyor...

7-8 KİŞİLİK KÖYDE BİR SAATÇİ

Saatçi Mehmet Usta, ya da diğer adıyla Mehmet Demirbaş. Yaşı seksenin üstünde ancak inanılmaz hafızasıyla bölgenin yaşayan kütüphanesi gibi. Kürüz'ün en yukarısında, uçurumun başındaki evinde kendisi gibi yaşlı karısıyla yaşıyor. Kürüz gibi 7-8 kişinin yaşadığı bir yerde saatçinin ne işi olur biz de merak ediyor. Mehmet amca merakımızı gideriyor. Anlattıkça Anadolu'nun insanı çarpan ruh derinliğinde kayboluyoruz...

'SAAT YİNE BOZULDU'

Mehmet amca 30 yaşındayken İzmir'e çalışmaya gitmiş. Dönüşte fuardan mekanik bir saat almış kendine. Koluna takıp otobüse binmiş. Sütçüler'e gelince, saat bozulmuş. Kasabanın tek tamircisine götürmüş, tamir ettirmiş. Ancak yola çıktığında saat yine durmuş. Geri dönüp tamirciyi kahvede oyun oynarken bulmuş. "Saat yine bozuldu" demiş. Tamirci, "sen kurcalamışsındır, ondan bozulmuştur" demiş. Mehmet amca kurcalamadığını söylese de saatçi pek oralı olmamış. Mehmet amca yola koyulmuş ve başlamış kolundaki saati incelemeye. İnceleme bittiğinde Mehmet amca artık bir saat tamircisiymiş. Önce kendi saati, sonra çevresindekilerin saatleri... Giderek adı 'Saatçi' olarak anılır olmuş. Sonra tüfek tamirini, marangozluğu ve kabak kemane yapmasını öğrenmiş kendi kendine.

BELEDİYE ELEMANI KARTALLAR

Zamanın durduğu yerde, ömür boyu zamana ayar veren aygıtları tamir eden bir adam. "Şimdilerde pilli saatler çıkınca tamir işi öldü" diyor Mehmet amca. Evinin penceresinin önündeki derinlik onun atölyesi. Çeşit çeşit pimler, tamir araç gereçleri. Ahşap dolabından 150 yıllık kordunu zümrütle kaplı çelik bir cep saatini çıkarıp gösteriyor. "Saat durmuş ama bunu tamir edebilirim" diyor, eliyle kurma kolunu çevirerek. Bir yandan da kartalları anlatıyor Mehmet amca, "eskiden bir hayvan öldüğünde taa Eğirdir'den bile buralara kartallar gelirdi. Yüzlercesi birikirdi. Şimdinin belediyelerinin yaptığı işi o zaman onlar yapardı, doğayı temizlerlerdi" diyor.

'DEVLET BANA DEĞİL, İHTİYACI OLANA VERSİN'

Yaşamı boyunca 10-15 saatin olduğu bu mahallede saat tamirciliği yapmış. Hiç bir işten emekli olmamış. Hiç bir sosyal güvencesi yok. Bir kaç karakovanı var, bal yetiştiriyor. Yalanı, hileyi yaşamına sokmamış. Su katılmamış bit mütedeyyin. İsteyene iki kilodan fazla bal vermiyor, başkasına da kısmet olsun diye. Kendi bahçesinde yetiştirdikleriyle yaşamını sürdürüyor. Ali Aktaş, "neden yaşlılık aylığı için başvurmadın Mehmet amca?" diye soruyor. "Başvurmadım, çünkü ben kendi kendime yetiyorum. İhtiyacım yok Allah'a şükür. Devlet ihtiyacı olan birisine versin bana vereceğini" diyor, seksen yaşını aşmış Saatçi Mehmet.

EPİKTETOS'TAN YUNUS'A UZANAN GELENEK

İşte 'eski Türkiye'nin özeti bu. Yukarıköprüçay'ın sağlaması. Anadolu'nun toplamı bu ruh. Bu halk bu yüzden hep devletten daha büyük oldu. Devletin bekası için kendi özüne kıydı. Bu halk bu yüzden taş olup sabrederek hep son ana kadar bekledi. Kürüzlü Saatçi Mehmet, kendi kendine yetmenin gerçek bağımzılığın en temel koşulu olduğu Anadolu tarihinde; Epiktetos'tan Yunus Emre'ye, Kalenderi dervişlerden Urum Abdallarına uzanan tevazu geleneğinin tanımlanmamış son temsilcilerinden biri.

BÜYÜMEYE KURBAN EDİLEN SON MASAL

Yukarıköprüçay Havzası, içinde barındırdığı sırlarla birlikte zamanın dişlileri arasında giderek yokolan, Anadolu'nun solan renklerinden biri. Türkiye'nin binlerce deresi, dağı gibi Yukarıköprüçay ırmağı da özel bir şirkete satıldı. Kısa bir zaman sonra iş makinelerinin girmeye başlayacağı vadinin 'pazara bağlanmamış, 'sisteme entegre' olmamış değerleri, 'kalkınma' ve büyüme rakamlarına kurban edilen Anadolu'nun son masallarından biri olacak.

Yusuf Yavuz-KAŞ

Bu haber 2615 defa okunmu?tur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit

TOPLUMSAL YAŞAM

YEGANE YOL

YEGANE YOL SOSYALİZM DÜNYAYI KURTARMAMIZI SAĞLAYACAK YEGANE YOLDUR...

"BİRDE UTANMADAN 'BELEDİYE BAŞKANLIĞI' İSTİYORLAR"

"BİRDE UTANMADAN 'BELEDİYE BAŞKANLIĞI' İSTİYORLAR"
********FARKIN NE****************23 Şubat 2014

HAVA DURUMU

Detaylı bilgi için resmin üzerine tıklayın.

ANKET

sence; KALAMAR TAVA MI MEZE Mİ?






Tüm Anketler

GOOGLE TERCÜME



Copyright © 2005-2012 www.likyahaber.net Tüm hakları acaip bir şekilde saklanmıştır. Kopye eden fena olur!... demedi demeyin... editör-özer yılmaz/elk.mühendisi-yıldız teknik üniv. POSTA ADRESİMİZ; haber@likyahaber.net
RSS Kaynağı | Yazar Girişi | Yazarlık Başvurusu

Altyapy: MyDesign Haber Sistemi


porno izle