| |||||||||||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
HES'ler Anadolu'nun kimliğini yok ediyor07 Mart 2011, 02:08 Özer YILMAZ HES'ler Anadolu'nun kimliğini yok ediyor HES'ler Anadolu'nun kimliğini yok ediyor Tanrıların, bilgelerin ve söylencelerin beslendiği Anadolu'nun yaşam kaynağı nehirler, HES'lerle birer birer tarihten siliniyor. Aslında kaybolan ortak belleğimiz. Tanrı Apollon’u, önce yaratıp sonra sularıyla tarihe gömen bilge nehirlerin akışına HES kelepçesi vuruluyor… Akdeniz Üniversitesi Eski Çağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü Eski Başkanı Prof. Dr. Sencer Şahin'le HES furyasından en çok etkilenen bölgelerden biri olan Akdeniz'in nehirlerini ve bu nehirlerin efsanelere, destanlara kaynaklık eden tarihlerini konuştuk. Bugün yalnızca özel şirketlerin kasalarını dolduran birer meta gibi görülen antik Likya, Pamfilya ve Pisidia'nın nehirleri, koynunda tanrıları ve bilgeleri barındırmalarının yanında, dünyayı değiştiren savaşlara, tarih başlatıp 'tarihten silen' olaylara da ev sahipliği yapmışlar. Ancak bugün bu nehirler para uğruna birer tarihten siliniyorlar. Hem de kısa süreli bir yatırım uğruna... ANADOLU'NUN DERE KATLİAMI Anadolu'nun kılcal damarları olan derelerinin tamamına yakını, üzerlerine hidroelektrik santral ( HES) yapılması amacıyla özel şirketlere satıldı. Sayısı 2000’in üzerinde olan bu santraller hayata geçmesiyle birlikte Anadolu’da akan tüm dereler, borular ya da tünellere hapsedilmiş olacak. Böylece coğrafyanın insanı, kültürü ve inancı biçimlendiren binlerce yıllık sürekliliği de kesintiye uğrayacak. Bir bakıma özel şirketlerin daha çok kar elde etmeleri uğruna Anadolu'nun belleği bir çırpıda silinecek. Hasankeyf ve Allianoi, bu konuda çarpıcı iki örnek. Karadeniz'den Ege'ye, İç Anadolu'dan Akdeniz'e tüm akarsu kaynakları üzerine hazırlanan binlerce HES projesi, ne getirip ne götüreceği hesaplanmadan, oldu bittiye getirilerek rant furyasına kurban ediliyor. AKDENİZ'İN TARİHİ VE COĞRAFYAYI BİÇİMLENDİREN NEHİRLERİ Anadolu'nun dört bir yanındaki binlerce projenin 225 tanesi de Akdeniz bölgesinde yer alıyor. Toroslar'ın boydan boya Akdeniz'e paralel olarak kuşattığı bu bölge, antik çağdan günümüze onlarca uygarlığın biçimlendiği ve yayıldığı bir merkez olma özelliği de taşıyor. Antik Likya, Pamfilya ve Psidia uygarlıklarının iç içe geçtiği bu merkezin, coğrafi avantajlarından dolayı bir çeşit nehirler ve sular uygarlığı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Antik Psidia bölgesinin önemli bir merkezi olan Baris (Isparta), aynı zamanda 'sular ülkesi' olarak anılıyordu. Bugün de Göller bölgesi olarak anılan bölgenin merkezi konumunda. Pamfilya ve Likya'nın Toroslar'dan beslenen ulu ırmakları, dağ eteklerinde yarattığı ovaları sulayarak Akdeniz'e ulaşır. Ancak Torosların kızları olan ırmakların Akdeniz'e taşıdığı yalnızca 'su' değildir. TOROSLARI AKDENİZ'İ EMZİREN ANASI Dim Çayı, Alara Çayı, Manavgat Çayı, Köprüçay, Aksu Çayı, Boğaçay, Alakır Çayı, Aykırıçay, Akçay, Demre Çayı, Kıbrıs Çayı, Karaçay ve Eşen; onlarca küçük dereyle birlikte doğudan batıya Akdeniz'i Torosların nimetleriyle emziren birer ana gibidir. Coğrafyayı milyon yıllık sabrıyla nakkaş gibi biçimlendiren en büyük usta olan su, aktığı yüzeydeki canlılığın en önemli kaynağı olmasının yanında inanç ve kültürleri de biçimlendirmiştir. KOCASU'DAN GELİP KOCASU'YA GİTMEK Yaradılış efsanelerinden, dini söylencelere, türkülerden ninilere, kehanetlerden beddualara, ağıtlara uzanan çeşitlilikteki kültürel şekillenişte suyun yeri hep başat olmuştur. Çocukluğumun bir bölümünün geçtiği Köprüçay'ın kıyısındaki köyde, çocukların 'ben nasıl dünyaya geldim?' sorusunun en kestirme yanıtı, "seni Kocasu getirdi!" olurdu. Kocasu, ulu, yüce, büyük su anlamına gelen nehrin, Köprüçay'ın adıydı. Yine ölen yaşlıların ardından bakan meraklı çocuklara söylenen, "O'nu Kocasu götürdü" avutmacası, suyun yaşamın ve ölümün kaynağı olduğunu betimleyen en önemli göstergelerden biridir... CAN VEREN NEHİRLERİN CANI ALINIRKEN... Yaşamı bahşeden ve tekrar alıp götüren yalın bir inanışın temelini oluşturan nehirler, yukarıda da andığım gibi HES projeleriyle artık borulara hapsediliyor. Bir başka deyişle, can veren nehirlerin canı çıkartılıyor. Milyonlarca yıllık yaşam enerjisi kaynağı olan nehirler, 'enerji üretme' bahanesiyle özelleştirilerek yağmalanıyor. HES'LER TARİHİ DE YOKEDİYOR! Bu uzun girizgâhın ardından Prof. Dr. Sencer Şahin'le HES projelerinin kıskacındaki Akdeniz'in nehirlerini konuşmaya, üzerinde kurulacak olan HES projesiyle gündemde olan Kıbrıs Deresi'nden başlıyoruz. Kaş'a bağlı Kemer köyü yakınlarında bulunan aynı adlı kanyonu da besleyen Kıbrıs Deresi'nin Roma döneminde bugünkü Demre'nin (Myra) su ihtiyacını karşıladığını anlatıyor Şahin: "Vadinin içinde derenin yamacına doğru açılan kanallarla suyun dereağzı denilen bölgeye kadar getiriyorlar, buradan da Kasaba köyü yakınlarından açılmış olan tünellerle Myra antik kentine iletiliyor. Kasaba çayının girdiği dere ağzında açılıyor tüneller. Bu su kanallarının izini Kıbrıs deresinin girişiyle, Demre vadisinin girişi arasında kaybettik. Fakat bugün Kıbrıs Deresi ve Demre vadisi arasında bulunan değirmenler takip edilerek gelinirse bu su kanalı bulunabilir zannediyorum. Şimdi asıl büyük tehlike Kıbrıs Deresine HES yapılırsa bu tarihi su yolları da ortadan kalkmış olacak. ROMALILARIN SU KANALINI KÖYLÜLER HALA KULLANIYOR Bu kanallar yaklaşık 2 bin yıllık bir geçmişe sahip. Halen de günümüzde bölge köylüleri bu kanallardan yararlanıyor. Roma çağında yapılan bu kanal sistemiyle Demre'nin su ihtiyacı sağlanmış. Bugün Demre vadisine açılan taş ocakları, kanalların hemen hemen tamamını mahvetmiştir. Kasaba çayının Demre vadisine girişindeki bölgede bu kanalların kalıntılarını görmek mümkün. Kayaya açılmış tüneller var. LİKYALI İKİ KAFADAR TAHTACILARIN ATALARI MI Kıbrıs Deresi'nin kuzey yamacında, bugünkü Meryemlik tepesinin bulunduğu bölgede 2004 yılında bulduğumuz bir yazıtta, şunlar yazılıydı: 'Biz Hermaios ve Apollonios adında iki arkadaş, bugüne kadar hiç kimsenin başaramadığı bir işi başardık. Aşağıda Kartapis ormanlarından yukarıya tomruk çıkarttık.' Kendilerini bu sözlerle övmüşler. Demek ki bu iki arkadaşın yol ağzında bir ağaç işleme atölyesi vardı. Neisa'dan (Sütleğen) Elmalı'ya giden antik yolun üzerindeki bu atölyelerinin önüne bu yazıtı asmış olmalılar. Bu bizim için hangi bakımlardan önemli? Bir kere bugünkü Kıbrıs Deresi'nin isminin gerçekten de eskiden beri kullanıldığı gibi 'Kirbıs' olduğu, bunun da 'Kartapis'ten geldiğini öğreniyoruz. Kısacası antik çağda Kıbrıs Deresinin ismi, Kartapis Deresi ve Kartapis ormanları diye anılıyor. İkincisi, bugünkü Tahtacıların kökenlerinin ve bölgedeki varlıklarının ne kadar eskiye dayandığını öğreniyoruz. KARANLIKTAN IŞIĞA UZANAN SEDİRLER Üçüncüsü de ormancılık bakımından, bölgedeki bu ormanların çok eski tarihlerden beri işletilmiş olduğunu öğreniyoruz. Bir diğer önemli husus da, bu iki arkadaşın bu zor işi başarmak durumunda kalmalarının anlamı. Çünkü bu vadiye baktığınız zaman her taraf sedir ormanı. Peki neden vadinin 400 metre aşağısındaki sedirleri yukarı çıkarmak zorunda kalıyorlar? Çünkü ben indim baktım, burası yaya olarak bile inilip çıkılması kolay olmayan bir yer. Ölüm tehlikesi bile var yani, buralarda dolaşırken. Buradaki tomrukların özelliğinin ne olduğunu bir orman mühendisine sorduğumda, vadinin derinliklerindeki ağaçların, vadinin karanlığından güneş ışığına ulaşmak için yukarı doğru uzamaya gayret ettiğini söylemişti. Dolayısıyla bölgenin en uzun sedirleri vadinin derinliklerindeki bu sedirler oluyor. Bu sedirler de gemi direği yapımında kullanılıyordu. Düz, kalem gibi tomruklar. Bu yüzden en değreli sedir tomrukları buradan çıkartılanlar. Yani bir yazıt bize ne kadar ipucu veriyor." ALAKIR'IN SIRRI KARA TAŞ DA MI SAKLI Şahin'le konuşmamızı, HES kıskacındaki Alakır Vadisi'yle sürdürüyoruz. Ardından da Finike, Demre ve Kaş üzerinden Fethiye sınırındaki Eşen Çayı'na uzanıp, Eşen'in bir kolu olan ve bugün HES projelerinin kıskacında bulunan Karaçay'ın ünlü Apollon tapınağını nasıl yokettiğinin sırrını öğreneceğiz. Alakır'ın antik dönemdeki adı hakkında kesin bir bilgiye sahip olmadıklarını belirten Şahin, Romalı ünlü doğa yazarı Pilinius'un andığı bir taştan söz ediyor: "Bugünkü Kumluca Mavikent civarında bulunan Gagai antik kentinde bulunan 'Gagates' adındaki bu taş, katran gibi siyah ve sert bir yapıya sahip. Gagates, eğer gerçekten de Alakır çayının getirdiği bir taş ise, o zaman Alakır nehrinin adı belki de Gagos olma olasılığı var. Gagos Potamos mesela... Ancak bu yalnızca bir hipotez. Elimizde herhangi bir kesin belge yok şu an için. Bunu zamanla netleştireceğiz. LİKYA'NIN 'AYKIRI' ÇAYI Fakat Finike'deki Aykırıçay ya da Başgöz çayı dediğimiz, Arycanda'dan gelen çayın ismini biliyoruz. Bu çayın adı, Arycandos'dur. Arycanda kentin ismi, Arycandos' da çayın ismi. Arycandos da Akçay'ın uzantısıdır. Akçay, Avlan Gölü'ne dökülür. Buradan düdenler aracılığıyla yeraltına iner, Arif köyünden çıkarak yolculuğunu sürdürür ve Finike'den denize dökülür. En uzun nehir budur. Bugün Finike'deki Lmiyra antik kentinden çıkan ve Göksu olarak anılan çayın adı da Lymros'dur. Demre çayı ise Myros Potamos olarak anılır antik dönemde. İÇİNDE DONANMA YÜZEN NEHİR: KÖPRÜÇAY Isparta'dan doğup, Antalya'da denize dökülen Köprüçay'ın antik çağdaki adı Euromedon'dur. Eski Yunanca'da 'güzel akışlı su' anlamına geliyor. Halen de güzeldir akışı. Antik çağda, bugünkü Aspendos antik kentinin bulunduğu bölgeye kadar bu nehrin üzerinde gemi işliyordu. Yunanlılar Pers donanmasını burada bozguna uğrattılar. Bir bakıma donanmayla girilebilecek kadar geniş ve taşımacılığa elverişliydi Köprüçay'ın bu bölümü. YAZILIKANYON'DAKİ KAYAYA İŞLENEN ÖZGÜR RUH Köprüçay'ın kaynağının bulunduğu bölgede bulunan Yazılıkanyon'da bulunan yazıt önemlidir. Yazılıkanyon, Pamfilya ovasından çıkan ve İç Anadolu'ya giden yolun önemli bir güzergâhıydı. Burada yaşamış olan bir filozof vardır. Epiküros... Epikürcülüğün isim babası... Epikürcülük, bir nevi maddeci felsefedir. Epikürcülüğe göre her şey maddeden ibarettir. İnsan da atomdan meydana gelmiştir, öldüğü zaman atomlar dağılır ve yok olur. Ama bu felsefede dünyada saadet vardır. Saadeti bulmak istiyorsan dünyada yaşa diyor. Bu dünyada mutluluk ve saadet içerisinde yaşamanın sırrı da hür olmaktan, hür düşünceye sahip olmaktan geçiyordu. İşte burada Epikürcü düşüncenin temsilcisi olan Epiktetos adında bir filozof vardır. Frigya'da Köle olarak doğmuştur Epiktetos. Yazılıkanyon’da bulunan ve benim deşifre ettiğim Epiktetos üzerine yazılmış olan ünlü yazıtta şunlar yazılıydı: "Ey yolcu, hazırlığını yap ve koyul yola; şunu bilerek: Hür kişi sadece karakterinde hür olan kişidir/ Kişi hürriyetinin ölçüsü bizzat kendi doğasında bulunur/ (...) Ey yolcu Epiktetos, köle bir anadan doğmuştu ama yüceydi herkesten; bir kartal gibi; bilgelikte ise takdire şayandı ruhu." Bu yazıtın Yazılıkanyonda olmasının anlamı, buranın yol ağzında olmasından kaynaklanıyor. Gelen geçen okusun diye. (Bugün Yazılıkanyonu besleyen Göksu nehri üzerinde de HES projeleri bulunuyor.Y.Y) PATARA'DAKİ APOLLON TAPINAĞINI YERLE BİR EDEN 'KARA SU' Prof. Dr. Şahin’le Likya’nın nehirlerini konuşmaya Eşen ve Karaçay’la devam ediyoruz. Anadolu’nun en önemli ana tanrıça kültlerinden olan Leto Ana efsanesine kaynaklık eden Eşen Çayı, (Ksantos), Karaçay’la birlikte bugün HES kıskacındaki önemli su kaynaklarından biri. Ancak Şahin, efsaneye kaynaklık eden çayın, aynı zamanda bu efsaneyi sonlandıran olduğunu da belirtiyor. Şahin’in anlattığına göre, Eşen’in kaynaklık ettiği efsaneden doğan ve önemli bir kehanet merkezi olan Apollon tapınağı, Eşen’in en önemli kolu olan Karaçay’ın sularıyla tarihe gömülmüş… Şahin, bu çarpıcı iddianın ayrıntılarını şöyle anlatıyor: Patara, bir kehanet ocağı olarak işleyen Apollon Tapınağı ile de ünlü idi. Söylenceye göre Apollon yılın altı ayını Delos’ta altı ayını da Patara’daki tapınağında geçirirmiş. Tapınağın lokalizasyonu bugüne kadar gerçekleştirilememiştir. Bunun da ana sebeplerinden en önemlisi, Lykia coğrafyasının, özellikle dağ sisteminin, bugüne kadar doğru yorumlanmamış olmasıdır. Stadiasmos çalışması çerçevesinde, Lykia’nın üç dağ silsilesinin (Beydağları, Akdağlar ve Boncuk Dağları) antik çağdaki karşılıklarını doğru şekilde saptadıktan sonra, bazı antik kaynaklarda, özellikle de Oracula Sibyllina’nın bazı mısralarında geçen ifadeler Patara Apollon Tapınağının lokalizasyonu bağlamında önem kazanmaktadır: "Ve senin Kragos, Lykia’nın yüce Dağı, doruklarından/ Bir su gelecek çağıltılı ve hırçın, açılınca kayanın dar boğazı/ Taki susturanadek Patara’nın kehanet ocaklarını" Bu mısralara göre, Patara civarındaki Apollon Kehanet Merkezi Kragos Dağından gelen sellerin altında yok olacaktır. Yukarıda aktarılan Sibylle pseudo-kehaneti de, halde malum bir duruma dayanmakta, işaret ettiği olay ise geçmişte çoktan olup bitmiş bulunmaktadır. Apollon kehanet merkezinin Nero zamanında deprem ve 'kara bir suyla' yıkıldığı, keza Oracula Sibyllina mısralardan anlaşılmaktadır: "Ey Lykia’nın güzel Myra’sı! seni de ayakta bırakmayacak Dehşetle sarsılan toprak; yüzüstü düşeceksin yere, Sığınmak için ahalin sağa sola yalvarıp yakaracak Ne zamanki kötücül Pataralıların kehanet gürültü-patırtılarını Kara bir su, yıldırımlar ve yer sarsıntılarıyla yok edecek." APOLLON TAPINAĞINI TARİHTEN SİLEN KARAÇAY MI Tapınağın kesin olarak tarih sahnesinden silinişli ise İ. S. 3. yy. ile 6. yy. arasında cereyan etmiş olmalıdır. Bu silinişte Kragos’un doruklarından gelen 'kara su' sorumlu tutulabilir mi? Ama şu hemen belirtilmelidir ki, Akdağ’ın doruklarındaki heyelan bölgesinden derin bir kanyonu geçerek Eşen Çayı vadisine adeta fışkırırcasına çıkan ve Eşen Çayı’nın (Xanthos Potamos) en büyük kolu olan bir su gerçekten de 'Karaçay' adını taşımaktadır. TİTAN KAYASI YA DA 'KAYADİBİ', NASIL 'SAKLI CENNET' OLDU Tüm bu antik kaynaklar göz önüne alınınca Tlos yakınında vadi tabanından dimdik yüzlerce metre yükseğe çıkan Kayadibi mevkiindeki kapız niteliğinde ikiye ayrılmış dev kaya duvarını Oracula Sibyllina mısralarındaki 'kara su' ve Quintus Smyrnaeus’taki 'Titan Kayası' ile özdeşleştirmemiz, kanımca, yanlış olmayacaktır. Ksanthos (Eşen) vadisinde çok uzaklardan görülebilen bu kapuz kayalığı Patara civarında Sibylle kehanet mısralarındaki tarife uyan tek doğal oluşum olup, bugün turistik cazibe beklentisi ile halk dilinde 'Saklıkent' ya da 'Saklı Cennet' gibi içi boş sözcüklerle tanımlanmaktadır. Bu haber 1895 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |