Seçime beş aydan biraz uzun bir sürenin kaldığı şu sıralarda, gözlemleyebildiğimiz kadarıyla, sosyalist solun ne yapacağı belli olmuş değil. "Hayırcı" sosyalistlerle "boykotçuların" ortak bir taktik güdüp gütmeyeceğinin belirsizliği bir yana, çok bilinmeyenli denklem kabilinden başka bir belirsizlikle de karşı karşıyayız.
Eğer ki sosyalist parti ve örgütler kendi başlarına veya yalnızca kendilerinin desteklediği bağımsız adaylarla seçime girmeyeceklerse, yani daha hacimli (yerine göre "çok daha" hacimli) bir siyasi özneyle ittifak kuracaklarsa, teorik olarak üç olası partner var gibi görünüyor: Kürt ulusal hareketinin legal kitle partisi Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), sosyal demokratlaşma yönünde eksik gedik ama son tahlilde kendince kararlı adımlar atmakta olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve içinde birkaç Marksisti ve Mehmet Bekaroğlu gibi Müslüman solcuları barındıran, Türkiye'deki muhafazakar çoğunluğun emekçi/yoksul kesimine hitap etme iddiasındaki HAS Parti.
Bu üç odak arasında nesnel açıdan da, öznel açıdan da en muhtemel partner BDP. Sebepleri malum, ortada bir "hukuk" da var, bilinen şeyleri tekrarlamamak için olası ittifakın nedenlerini geçelim. BDP'nin yüzde 10 barajını aşma şansı olmadığı biliniyor, dolayısıyla bu parti 2007'deki gibi bağımsız adaylarla seçime girecektir. Bu sefer en az 30 milletvekili çıkarabileceklerini zannediyorum.
"İçeriden" bir gözlem olarak şu notu düşeyim; 2007'de, tarihsel ve demografik açıdan Kürdistan diye adlandırabileceğimiz bölgede, AKP, Kürt hareketine galebe çalmıştı. Birkaç ay önce bir söyleşide dinlediğim, Demokratik Toplum Kongresi'nden Altan Tan, 2009 yerel seçimlerinde Diyarbakır'da Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile Kürt partisi (o zaman DTP'ydi) arasında makasın epeyce açıldığını hatırlattı. Şu anda ise makasın daha da büyüdüğünü ifade etti Tan.
Bunu ve referandumda bazı Kürt illerinde boykotun son derece başarılı olmasını dikkate aldığımızda, Başbakan'ın bütçe görüşmeleri sırasında TBMM kürsüsünden "Benim milletimin dili Türkçe'dir" diye ünlemesinin anlamını dikkate aldığımızda; BDP'nin AKP'ye "Bölge'de" 5 ila 20 arasında milletvekili kaybettirebileceğini zannediyorum.
Peki Selahattin Demirtaş'ın Paris'te şöyle bir deyiverdiği gibi BDP'nin CHP, Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP), Emek Partisi'yle (EMEP) birlikte seçime girmesi söz konusu olabilir mi? İçimden geçeni saklamayayım, bunun Türkiye demokrasisi, Kürt sorunu, ve sosyalistlerin mecliste temsili açısından güzel bir şey olacağını düşünüyorum. Böyle bir ittifak, adı geçen iki küçük partiye söz gelimi ikişer milletvekili kazandırabilir, referandumda boykot cephesinde yer alan sosyalist öznelerden de bir veya iki kanaat önderini meclise yollayabilir. BDP için de faydalı olacaktır bu ittifak zira seçime bağımsız adaylarla katılınca, Diyarbakır ilini ele alalım, başarılı da bir seçmen koordinasyonu sağlandığı halde 2007'de DTP ancak dört sandalye kazanabildi. Öte yandan, baraj derdi olmayan bir partinin listesi formatında seçmen karşısına çıksaydı, bu sayıyı ikiye katlayabilirdi.
Böylesi bir ittifak CHP'ye de Kürdistan'da ve Doğu ile Güneydoğu'nun daha "karma" illerinde (Kürdistan'ın yakın çevresi diyebiliriz), BDP'lilerin dışında, has CHP'li milletvekilleri kazandıracaktır. Ancak şunu da öngörmek lazım ki; CHP'nin Kürt illerinde kazanacağı ekstra sandalyeler, bu işbirliği yüzünden Batı'da kaybedeceği sandalyelerden daha fazla olmaz. Daha az ise, olabilir. Bu durumda bir kısım CHP'li seçmenin MHP'ye kayacağı muhtemeldir, AKP tarafından kemirilmekte olan MHP'ye can suyu katacak böylesi bir kayma ise bu partinin barajı geçmesini sağlayarak belki mecliste AKP'nin salt çoğunluğuna dahi mani olabilir. Yani paradoksal biçimde "memleketin hayrına" bir gelişme olabilir.
Bununla beraber, asıl problem şu ki, BDP'nin sıcak bakacağını zannettiğim böylesi bir ittifak CHP'nin bünyesini çok zorlayacaktır. PM'ye Sezgin Tanrıkulu'nu alarak Kürt sorunu konusunda AKP'ye, Baykal döneminde olduğu gibi gerici bir noktadan değil, bundan böyle ilerici bir noktadan muhalefet edeceği ümidini yaratan CHP, aynı zamanda ağzına Kürt sözcüğünü almayan veya alamayan bir genel başkanın liderliği altında.
Evet, SHP/CHP ile Kürt siyasetinin 2000 yılını dahi görmüş köklü bir rabıtası oldu geçmişte. Ama geçtim 80'lerin sonu/90'ların başını, 2000'den bu yana hem Kürt meselesinin seyri ve bulunduğu nokta, hem de objektif ve sübjektif boyutlarıyla Türkiye'de egemen siyaset çok değişti. 20 yıldır yol boyu Kürt siyaseti git gide daha Kürtleşti, daha Kürdistanîleşti, daha PKK'lileşti. CHP ise Eylül 2000'de Baykal'ın dönüşüyle bambaşka yerlere savruldu, şimdi yeni yeni kendini toparlıyor.
TBMM'de maksimum sayıda sosyalist vekil görmemizi sağlayacak bir başka olasılık ise, CHP'nin ÖDP ve EMEP'i meclise taşıması, bağımsız adaylarla seçime girecek olan BDP'nin ise 2007'de Akın Birdal'ı Diyarbakır'dan seçtirmesi gibi, "boykotçu" sosyalist örgütlenmelerden söz gelimi iki önemli ismi meclise sokmasıdır. Bununla beraber, "8 parti"nin kendilerine katılacağından söz eden Gürsel Tekin'in söz ettiği partiler arasında eğer ki aşırı milliyetçi emekli generalin partisi yahut Ergenekon sanıklarının milliyetçi partileri var ise, böylesi (Osman Pamukoğlu ile Levent Tüzel'i aynı partinin listesinde düşünebiliyor musunuz?) bir bulamaç içinde yer almayı sosyalistlerin içi kaldırır mı? Bu gerçi şu an için çok önemli bir soru değil çünkü varsayımdan türeme bir varsayıma dayanıyor. Ama seçime de 5 ay gibi bir süre kaldı.
HAS Parti'ye dair kendimce bir analiz yapmayı ise şu an için pek mümkün görmüyorum zira bu partinin yönelimi merkezci mi olacak solumsu mu, henüz belli değil. İçindeki yoldaşlarımıza bakıp yanılmayalım, Has Parti'yi pekâlâ DP ile ittifak halinde görebiliriz mesela.
BURAK COP/Bianet