| |||||||||||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
YASA TBMM'DEN GERİ ÇEKİLMELİDİR!24 Aralık 2010, 23:44 Özer YILMAZ TABİATI KORUMA(MA) YASASI TBMM'DEN GERİ ÇEKİLMELİDİR! TABİATI KORUMA(MA) YASASI TBMM'DEN GERİ ÇEKİLMELİDİR! TBMM’ye sevk edilen Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’nın, yasalaşması halinde ülkemizde çevrenin korun(a)maması ve Anayasa’nın 56.maddesinde düzenlenmiş olan sağlıklı ve dengeli doğal bir çevrede yaşama hakkının ortadan kalkması, ağır çevresel tahribatların oluşması gündeme gelecektir. Tasarı’nın gerekçe metninde yer alan açıklamalar yasanın ruhunun aslında “doğa korumacı” bir yaklaşımı yansıtmadığı, iddia edildiği gibi AB doğa koruma mevzuatını karşılamadığı ve özellikle korunan alanlarla ilgili karar mekanizmalarında “katılımcılık”tan uzak tamamen iktidar iradesinde bir süreç istendiği açıkça görülmektedir. Tasarı’nın amaç maddesinden anlaşılacağı üzere “koruma kullanma dengesi” gözetilerek ülkemizin kara, kıyı, sucul ve deniz alanlarındaki ulusal ve uluslararası öneme sahip doğal değerler üzerinde ekonomik faaliyet amaçlanmaktadır. Tasarı ile birlikte sanki yeni bir yaklaşım getiriliyormuş gibi gösterilerek aslında mevcut ÇED süreçleri sayesinde korunan alanlarda gerçekleşen tahribatın bu sefer Ekolojik Etki Değerlendirmesi (EED) adı altında hazırlanacak raporlarla yürütüleceğinin en yalın ifadesidir. ÇED Raporları benzeri bir işlev olarak planlanan “ekolojik etki değerlendirmesi” raporları ile korunan alanlar yatırımlara açılmış olacaktır. Tasarı’nın “ilkeler” başlıklı 4. Maddesi a fıkrasında “korunan alanların koruma ve kullanım kararlarının uzun devreli gelişme planları veya her tür ve ölçeklerdeki planlarla belirlenmesi esastır.” biçimindeki ifadesi Bakanlığın “icracı” olma tutumunu belirlemesi açısından önemlidir. Gelişme planları ve her ölçekteki planlama kararlarını koruma alanları ve onların statülerinin belirlemesi gerekirken, tam tersi yönde hüküm tesis edilerek “kalkınmacı” bir retorikle doğa koruma alanları kalkınma planlarına kurban edilmektedir. Sit alanlarını, yatırımlara açabilmek için, bağımsız bir yapı olan Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun yetkisinden alıp, Çevre ve Orman Bakanlığına devretmek; tepkiyi azaltmak için de tamamen Bakanlığın kontrolünde, hiç bir yetkisi ve sorumluluğu olmayan bir sözde bir bilim heyetinin kurulmasının öngörülmesi yasanın çevrenin ve tabiatın korunmasından ziyade yatırımcının korunması amacını içerdiğini düşündürtmektedir. Yasa hazırlayıcıları 13 farklı koruma statüsü tarif etmişlerdir. Bu statülerin tanımlarında ciddi sorunlar vardır. Örneğin Habitat ve Tür Koruma Alanı ile Tabiat Koruma Alanı büyük ölçüde birbiri ile örtüşmektedir. Bu tanımların çoğu IUCN(Dünya Korunan Alanlar Birliği)’nin sınıflandırmasıyla da uyuşmamaktadır, Bu koruma statüleri arasında bir hiyerarşi de tesis edilmemiştir. Yasa yazıcıları, bütünsel koruma alanı tariflerini ayrıştırarak saymakta ve bu ayrım üzerinden hukuksal boşluklar yaratmaktadır. 13 ayrı statünün içinde Doğal Sit tanımı olmadığı gibi herhangi bir alanın korunması gereken bir alan olup olmadığının tek yetkilisini Bakanlık kendisi olarak göstermiştir. Yasa hazırlayıcıları yasa tasarısı içinde bir çok muğlak kavram, tanım ve belirsiz alan bırakmışlardır. Bu Tasarı ile gelen en tehlikeli düzenleme “İzinler” başlıklı bölümdür. Kamulaştırma, takas ve tahsisi, koruma lehinde tarif eden Tasarı; tesis edilecek izinler, intifa ve irtifak hakları ile ilgili bölümde ülkemizin neredeyse tüm korunan alanları özel kişi ve şirketlere tahsis edilebilir hale getirilmekte ve içeriği ve anlamı bilinmeyen “üstün kamu yararı ve stratejik kullanım” olarak yapılmış tarifle Bakanlar Kurulu’na izin, intifa ve irtifak hakkı verme yetkisi verilmektedir. Bunun açık anlamı şudur: Örneğin İkizdere Vadisi’nde yapılmak istenen HES’leri, Uluabat Gölü kıyısından geçecek otoyolu, Küre Dağları Milli Parkı’na yapılmak istenen HESleri, “üstün kamu yararı ve stratejik kullanım” olarak tarif edebilir ve Bakanlar Kurulu bu yatırımlara izin verebilir. Yasa hazırlayıcılar “üstün kamu yararı” ifadesini Tasarı’nın 16. Maddesi’nde yapılacak yatırımların çevre ve doğaya etkilerini saptanması amacıyla tesis edilen Ekolojik Etki Değerlendirmesi ile ilgili hükümde de kullanarak adeta tüm bu yatırımların önünü açmayı kendilerince garanti altına almışlardır. Tasarı’nın bu hükümleri ile İdare hiçbir kontrol ve denetim olmaksızın ülkenin herhangi bir yerindeki bir korunan alanda, korunması zorunlu bir bölgede “üstün kamu yararı” öne sürerek her türlü yatırıma izin verebilecek hale gelmektedir. Mevcut yasa tasarısına ek olarak, 2010 Anayasa değişikliği ile onaylanan “Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz.” ifadesi aracılığıyla, İdare’nin üstün kamu yararı kararları tartışmaya açılamayacak hale gelmiştir. Ülkemizin türler itibarıyla zengin ancak bu türlerin popülasyonlarının giderek azaldığı bilinmekteyken Yaban Hayatı Koruma Sahaları’nın bu tasarıyla ortadan kaldırılması kabul edilemez. Tasarı’nın 20.Maddesi’nin üçüncü şıkkında yer alan “Tabii durumuna uygun hale getirilemeyen alanlar buna en yakın bir yaşama alanına dönüştürülür.” İfadesi açıkça tahribatın meşrulaştırılmasıdır. Tasarı ile önümüzdeki dönemlerde, kamuoyunda 2-B alanları olarak bilinen, bozulmuş orman alanlarının statülerinin değiştirilmesi ve talanın meşrulaştırılmasının önü açılacaktır. Tasarı’nın “Değiştirilen Hükümler” ve “Yürürlükten Kaldırılan Hükümler” başlıklı 36. ve 37.Maddesi’ndeki düzenlemelerle Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu sadece “kültürel varlıkları” tarifle sınırlandırılmakta, Doğal Sit’ler ve Doğal Anıtlar’ın yürütmesi T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı kontrolüne geçirilmekte ve “doğal sit ve doğal anıt” tanımı kaldırılmaktadır. Bir alanın hem kültürel hem de doğal değerlere sahip olması halinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın görüşü alınmakla birlikte uygulama yetkisi bu yasa üzerinden Çevre ve Orman Bakanlığı’na geçmektedir. Tasarı’daki en dramatik hükümlerden birisi de Geçici 1. ve 2. Madde hükümleri olup, bu Tasarı’ya göre mevcut tüm statüler kaldırılmaktadır. Hangi alanlara ne statü verileceği belirlenecek ve diğer alanlar koruma dışı kalacaktır. Tasarıya konulmuş İdari Yaptırımlar’da da aslında doğal ekosistemler ve canlı türlerinin korunmasına karşı nasıl bir bakış açısı olduğu açıkça görülmektedir. Bu Tasarı’ya göre herhangi bir suç işlemenin cezası onu tazmin etmek yani para cezası ödemektir. İdari Yaptırımlar arasında hürriyeti bağlayıcı hiçbir ceza yer almamaktadır. Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu mevcut haliyle yasalaşırsa, ülkemizde doğal alanlarımız ve türlerle ilgili varlıklarımızda geri dönüşü olmayan tahriplerin önü açılmış olacaktır. Yasa hazırlayıcıları, TBMM Çevre Komisyonunda görüşülmekte olan Tasarı ile iki önemli düzenleme yapmayı istemektedirler; 1- Bütüncül koruma yaklaşımını ve geçmişte elde edilmiş koruma niteliklerini ortadan kaldırmak, tasarıda karar verici olarak tarif edilen Bakanlık aracılığı ile milyonlarca hektar koruma alanında çeşitli yatırımlar yapılmasının önünü açmak, 2-Yasa çıktıktan sonra koruma nitelikleri hala mevcut olan koruma alanlarında ise icat edilen “üstün kamu yararı” kavramı çerçevesinde Bakanlar Kurulu aracılığı ile bölgede yapılmak istenen yatırımlara izin vermektir. Tasarı bu iki amaca hizmet edecek bir biçimde kaleme alınmıştır. Yasa tasarısıyla ülkemizin doğal ekosistemleri tahrip ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Yasa Tasarısı TBMM’den geri çekilmeli, şeffaf ve katılımcı bir hazırlık içinde eksiklik ve yanlışlıkları giderilecek biçimde yeniden düzenlenmelidir. Av.Bülent KAÇAR Edirne Barosu Avukatlarından Bu haber 1400 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |