| |||||||||||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
En uzun süren lanet: 12 Eylül13 Eylül 2010, 16:56 Özer YILMAZ Gecenin en karanlık anıydı. Saat sıfır dörttü. Askeri tanklar tüm ülkenin sokaklarını kuşattı. En uzun süren lanet: 12 EylülGecenin en karanlık anıydı. Saat sıfır dörttü. Askeri tanklar tüm ülkenin sokaklarını kuşattı. İnsanlar en derin uykusundayken, radyolardan ve tek kanal siyah beyaz televizyonda askeri marşlar çaldı. İlk olarak ABD Başkanı tüm dünyaya duyurdu ve “Bizim çocuklar başardı” dedi.
Takvim yaprakları 12 Eylül 1980'i gösteriyordu. Türkiye'de generaller darbe yaptı. İktidara el koydu. O gün askerler grev çadırlarını sökerken, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) başkanı "şimdi gülme sırası bizde" diyordu. Tüm ülkede sıkıyönetim ilan edilmişti. Beş kişilik konseyin başkanı ve darbenin lideri General Kenan Evren 1 No'lu sıkıyönetim bildirisinde şu çağrıyı yaparken; patronlar gerçekten çok sevinçliydiler, yüzleri gülecekti.
“İşçilerin her türlü grev ve boykotu yasaklanmıştır. Karşı gelenler ve emre uymayanlar en sert biçimde cezalandırılacaktır.”
12 Eylül'de iktidara el koyan generaller, niçin darbe yapmışlardı?
“Rayından çıkan demokrasiyi yeniden rayına oturtmak, anarşi ve teröre son vermek, memleketi uçurumun kenarından kurtarmak” olarak gerekçelerini sıralıyordu cuntacılar. Gerçekte ise şu temel noktalarda bir düzenleme yapmak için darbe yaparak iktidara el koymuştu generaller.
Birincisi; 24 Ocak Ekonomik Kararlarını uygulayarak, krize giren Türkiye kapitalizminin dünya kapitalizmine entegre olacak biçimde önü açılacaktı. Bunun için de işçi ve emekçilerin hak ve özgürlükleri rafa kaldırılacak, işçi hareketi ve toplumsal muhalefet bastırılarak, toplum yeniden şekillendirilecekti.
İkincisi; ABD emperyalizmiyle ilişkileri güçlü bir şekilde bölgedeki Amerikan çıkarlarına uygun olarak yeniden düzenleyeceklerdi.
Neydi 24 Ocak Ekonomik Kararları:
1980 yılının Ocak ayında, iktidarda, Süleyman Demirel'in başkanlığını yaptığı üçüncü Milliyetçi Cephe hükümeti vardı. Türkiye'de sermaye ve siyasal iktidar büyük bir ekonomik kriz yaşıyordu. Başbakan Süleyman Demirel'in değimiyle yetmiş sente muhtaçlardı. Büyük sermaye ve kapitalist sistemin sahipleri çıkış arıyordu. Patronlar görüşlerini açıklıyor, hükümetle görüşüyor, neler yapılması gerektiğini telkin ediyordu. Patronların reçetesi belliydi. Krizin yükü işçilere, emekçilere ve halk yığınlarına fatura edilecek, Uluslararası Para Fonu IMF'den borç alınarak kapitalizm onarılacaktı. Süleyman Demirel hükümetiyle, patronlar görüş birliğine vardılar. Krizden çıkış için bir paket hazırlanacaktı. Hükümet bu hazırlık görevini patronların çok güvendiği birisi olan Turgut Özal'a verdi. Daha önce de İşveren Sendikaları Konfederasyonu başkanlığını yapan Turgut Özal, o günlerde Devlet Planlama Teşkilatı'nın başkanıydı. Özal, günlerce çalıştı. Bir paket hazırladı. Bu paket 24 Ocak günü bir gecede Demirel hükümetinin bakanlar kurulu tarafından onaylanarak kamuoyuna açıklandı. Türkiye kapitalizmi için bir dönüm noktası olarak sunuldu.
O gün dönemin ana muhalefet partisinin genel başkanı Ecevit de dahil olmak üzere, sendikaların ve tüm emek örgütlerinin bu pakete karşı ilk tepkileri neredeyse ortaktı:
“Böyle bir paket ancak sıkıyönetim ve askeri diktatörlük koşullarında uygulanabilir” denildi. Bu tespit doğruydu. Gerçekten de paketin içeriğine bakıldığında tüm toplumsal muhalefeti susturup baskı altına almadan paketin uygulanması mümkün olamazdı. Çünkü aşağıda da değineceğimi gibi, örgütlü işçi hareketi vardı, sendikalar vardı. Devrimci ve sosyalist hareket vardı. Demokrasi güçleri vardı. Kısacası emekten yana güçlü bir eşitlik ve özgürlük kavgası vardı.
24 Ocak Ekonomik kararlarında kısaca şunlar vardı:
- Türk lirası yüzde otuz develüe edilecek, Türk parasının değeri düşürülecek. - Türk ekonomisinin dışa açılmasının koşulları yaratılacak, rekabet gücü artırılacak. - Akaryakıt başta olmak üzere, şeker, tüp gaz, tütün gibi tüm KİT ürünlerine zam yapılacak. - Tarım kesimine ayrılan destekleme ve teşvik primleri kaldırılacak. - Kamu harcamaları kısılacak. Ücretler üzerinde tedbirler alınacak. Toplu iş sözleşmeleri, ekonomik durum gözetilerek yapılacak. Bunun içinde toplu iş sözleşmeleri işçilerin ve sendikaların baskısından arındırılacak, işverenlerin koşullarını hesaba katar noktada olacak.
Kısaca içeriği böyle olan bu kararların uygulanması karşılığında, Özal ve Demirel Hükümeti Uluslararası Para Fonu IMF'den 300 milyon dolar alacaktı.
1980 Şubat ayından itibaren kararlar uygulamaya konulduğu anda, işçi sınıfının, sendikaların ve toplumsal muhalefetin direnciyle karşılandı. O günlerde ve sonrası günlerde işçilerle patronlar arasında yapılan tüm toplu sözleşmeler uyuşmazlıkla sonuçlanıyor, grevler peş peşe yayılırken, işçi sınıfı ve dostları İzmir Tariş Direnişi, Fisko Birlik, Ant Birlik, Çuko Birlik direnişiyle, yanıt veriyordu. Hükümetin kararları işçi sınıfının grev ve direniş dalgasına çarpıyordu. 24 Ocak kararlarının mimarı Turgut Özal çok rahatsızdı. On binlerce işçi greve çıkarken, o grevlerden rahatsızdı. Generallere brifing verirken şunları söylüyordu:
“İşçisine yüzde 150 zam veren KİT'ler var. Bu yanlıştır. Bence toplu sözleşmelere zamla ilgili madde artık konulmamalıdır. Sendikaların çoğunun grevi ideolojiktir. Bunlar belli günlerde greve gitme eğilimindedir. Grev alanları ve mevzuatı mutlaka gözden geçirilmelidir. İşçilerin grevleri ve anarşi ülkedeki yatırımları birlikte önlemektedirler. Demokrasi bir başıbozukluk rejimi değildir.”
Evren: İç düşmanlarla uğraşıyoruz
Generaller de grev ve direnişlerden rahatsızlardı. 1980 Ocak ayında İzmir'de direnen Tariş işçileri için, o gün Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, “Biz dış düşmanlarla değil, iç düşmanlarla uğraşıyoruz” diyerek, işçileri iç düşman olarak gördüklerini itiraf ediyordu. Kenan Evren bu konuşmasını kış tatbikatı için gittiği Erzurum da söylüyordu.
On binlerce işçinin grevi ertelendi. Ancak bu ertelemeler patronlara yeterli gelmiyordu. Patronlar daha güçlü, daha etkin önlemler alınmasını istiyorlardı. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu TİSK Genel Kurulunda şunlar dillendiriliyordu:
“Konfederasyonumuzun görüşüne göre ücret politikalarındaki başıboş gidişe bir çözüm getirmenin zamanı gelmiş ve geçmek üzeredir. Grev hakkı sınırsız bir hak olamaz. Eğer grevlerin verdiği zarar toplumu etkiliyorsa, bu zararın önlenmesi hak ve hukuk kurallarının bir icabı olmalıdır.”
Darbecilerin ilk işi grev çadırlarını sökmek oldu
Patronların istediği gün, 12 Eylül faşist darbesiyle geldi. Patronların her türlü hak ve hukukun kaldırılması isteği 12 Eylül darbesi ve Cuntasıyla gerçekleşecekti. 12 Eylül'de iktidara el koyan generallerin ilk işi, grev çadırlarını sökmek oldu. O gün 45 bin işçi grevdeydi. 60 binin üzerinde işçinin de grevi ertelenmişti. Grev çadırları sökülürken, Türk-İş dışında tüm sendikalar ve emek örgütleri, dernekler kapatıldı. Sendika yönetici ve temsilcileri gözaltına alındı. Grevler yasaklandı, toplu sözleşmeler iptal edildi. 27 Aralık 1980 tarihinde 2364 sayılı bir kanunla tüm sendikalı işçileri kapsayan Yüksek Hakem Kurulu'na geçildi. Bu kurul işveren ve devlet temsilcilerinden oluşuyordu. Tek taraflı olarak patronların lehine karar alınan bu kurulda, yıllarca sözüm ona işçilerin hakları da görüşülecekti.
12 Eylül Cuntasının sermayeden yana işçi ve emekçilere ilişkin hak gaspları, baskı ve şiddeti, darbenin ilk günleriyle sınırlı kalmadı. Sermayenin uzun süreli çıkarlarının korunması ve Türkiye kapitalizminin dönüşümü için anayasa ve yasalar değiştirildi. 1982 yılında göstermelik olarak referanduma sunulan ve burada sayamayacağımız kadar her maddesi, her satırı anti-demokratik, ırkçı, yasakçı maddeler yer aldı. Bu cunta anayasasına, patronlar için lokavt bir hak olarak konuldu. Lokavtın bir hak olarak yer alması, cuntacıların ileriye dönük kimlerin çıkarını güvence altına aldıklarının da yeterince bir göstergesi oluyordu.
Sendika, grev, TİS yasaklandı
Cuntacılar, darbe öncesi işçilerin, grev, sendika ve toplu sözleşme maddelerini düzenleyen 274-275 sayılı sendikalar yasasını iptal ettiler. Yerine 2821-2822 sayılı bir düzenleme getirdiler. Ama ile başlayan her maddesi yasaklarla düzenlenmiş bu yasalar sözüm ona işçilere sendikalaşma, toplu sözleşme ve grev hakkı tanırken, gerçekte bu hakları ortadan kaldıran yasalar olacaktı. Bugün hala, darbeden 30 yıl sonra da yürürlükte olan cuntanın bu yasalarıyla, çok sayıda işkolunda grev yasağı getirildi. Genel grev, dayanışma grevi, hak grevi yasaklandı. Sendikaların yetki alabilmesi için işkolu düzeyinde yüzde on barajı kondu. İşçilerin bir sendikaya üye olabilmesi için notere gitme şartı getirildi. İşçinin sendika seçme hakkı olan referandum hakkı kaldırıldı. Uyuşmazlıkla sonuçlanan toplu iş sözleşmeleri bağıtlama yetkisi iktidarların ve patronların oluşturduğu Yüksek Hakem Kurulu denilen kurula devredildi. Ve 1 Mayıs yasaklandı.
12 Eylül öncesi işçilerin sendikalaşma oranı yüzde 40 iken, bugün bu yasaların altında sendikalı işçi sayısı yalnızca yüzde 6'dır. Cuntadan sonra 30 yıldır iş başına gelen tüm sermaye partileri de bu yasaları devam ettirdiler. AKP HÜKÜMETİ DE DEVAM ETTİRİYOR. Kısacası, 12 Eylül sabahı gülen patronlar, hala gülmeye devam ediyorlar.
ABD ‘istikrarlı bir Türkiye’ istiyordu
12 Eylül Darbesi Amerikancı bir faşist darbeydi:
1980 yılına gelindiğinde Amerikan emperyalizminin çıkarları Orta Doğu ve Asya'da tehlike altındaydı. 1979 yılında İran'da Devrim olmuştu. Hümeyni önderliğindeki İslami devrim anti-Amerkancıydı. 1980 yılının başlarında Sovyetler Birliği Afganistan'ı işgal etmişti. Orta Doğu'da ve Filistin'de emperyalizmin işbirlikçisi İsrail devletine ve emperyalizme karşı güçlü bir halk direnişi vardı. Türkiye'deki anti-emperyalist devrimci, sosyalist hareketle de bağları gelişiyordu. Amerikan emperyalizminin Asya ve Orta Doğu'daki çıkarları tehlikedeydi. Afganistan'da o gün, Sovyetler'e karşı İslami direnişçileri destekleyen ABD, Asya ve Orta Doğu'da çıkarları için yeşil kuşak projesi geliştirmişti. ABD için Türkiye'nin istikrarlı hale gelmesi gerekiyordu.
O günlerde ABD'nin dış politikasının mimarı Brezinki, Türk iş adamları heyeti ve General Kenan Evren'le yaptığı bir görüşmede şunları söylüyordu:
“İstikrarlı bir Türkiye istiyorum. Gelişmeler bu yönde gitmiyor.” Gerçekten de Amerika için iyi gitmiyordu. Çünkü, Türkiye'de güçlü bir anti-emperyalist muhalefet vardı. Türkiye, bu yüzden Orta Doğu'da ve yakın bölgesinde Amerikan çıkarlarını yeterince koruyamıyordu. Örneğin Amerika'nın Orta Doğu için istediği Çevik Kuvvet bir türlü oluşturulamıyordu. Amerikan emperyalizminin Türkiye'de istediği istikrar bir askeri darbeydi ki, Brezinki, daha sonra yayınlanan anılarında Türkiye'yi de örnek göstererek, istikrardan ne anladığını şöyle anlatıyordu:
“En iyi çözümün zamanla sivilleştirilecek bir askeri yönetim olduğunu savundum. Ordu, disiplinli, iyi örgütlenmiş ve güçlüydü. Pakistan, Türkiye, Brezilya, Mısır ve başka yerlerde ordu hem iktidara geçmiş, hem de başarılı olagelmişti.”
12 Eylül cuntasından sonra Amerikan Senatosu Askeri Komite Başkanı John Tower da şunları söylüyordu:
“Türkiye ABD ilişkileri tarihinin en iyi dönemini yaşadı.”
12 Eylül faşist darbesinden sonra cuntacıların emperyalizm ve NATO lehine çözdüğü en büyük sorun, Yunanistan'ın NATO'ya dönüşünü sağlamak oldu. Yunanistan'ın NATO'ya dönüşü ABD ve NATO için çok önemliydi. Türkiye'nin bu konuda yıllardır itirazı ve şerhi vardı. Cuntadan önce seçimle iş başına gelen hiçbir hükümet buna cesaret edemezdi. Edemiyordu.
Tüm bunlardan dolayıdır ki, 12 Eylül Cuntası bir Amerikancı cuntaydı. Zaten faşist darbeyi de dünya kamuoyuna ilk olarak Amerikan Başkanı duyurmamış mıydı?
İşte 12 Eylül'ün resmi
12 Eylül Cuntası, toplumu ideolojik ve kültürel olarak yeniden düzenlemek istedi.
Darbeciler korku rejimi kurarken, toplumda ahlaki ve kültürel yozlaşmaya da kaynaklık etti. Muhbirlik teşvik edildi. Yaygınlaştırıldı.
Sol ve sosyalist ideoloji ile özgür düşünce bastırılıp şiddetle cezalandırılırken, Türk-İslam sentezi gerici ideoloji geliştirilip, yaygınlaştırıldı. Kürt ulusuna karşı tarihin gelmiş geçmiş en büyük sömürgeci politikasıydı 12 Eylül'dü. Kürtçe konuşma yasaklandı. İmam hatip liseleri sayısı 7'den 717'ye çıkarıldı. Bunları yapan darbeci generaller aynı zamanda Atatürkçüydüler. Tüm konuşmalarında “Atatürk ilke ve devrimleri” nutukları atıyorlardı.
Sol ve demokrat görüşlü, özgürlükten yana sanatçılar, devlet tiyatrolarından uzaklaştırıldı. Tüm ülke çapında etkinlik gösteren 23 bin kültür ve dayanışma derneği kapatıldı. Varlıklarına el kondu.
Başta Yılmaz Güney'in filmi olmak üzere 973 film “sakıncalı” bulunarak yasaklandı.
133 kitap toplatıldı. Yüz binlerce kitap yakıldı. İmha edildi. Yayınevleri ve matbaalar kapatıldı. Sahipleri tutuklandı. Sol yayınlarının yöneticilerinden İlhan Erdost Mamak Cezaevinde işkencede katledildi.
39 ton gazete ve dergi yakıldı. İmha edildi.
12 Eylül Cuntasıyla, ülke açık hapishane oldu. zindanlar dolduruldu. Darağaçları kuruldu. Gözaltı ve işkencede ölümler doğal hale getirildi.
Cunta, siyasal istikrarı insanlık dışı şiddet ve baskıyla gerçekleştiriyordu. Öyle ki, 12 Eylül cuntasıyla birlikte, Türkiye adı tüm dünyada işkenceyle birlikte anıldı. Bütün kentlerin, bütün kasabaların, köylerin, yerleşim yerlerinin her köşesi adeta işkence merkeziydi. İnsanlar ya işkencede öldürülüyor ya da sorgusuz sualsiz kurşuna diziliyordu. Gecenin bir saatinde götürülenlerden haber alınamıyordu. İşte, 12 Eylül Cuntasının belirlenebilen ve rakamlara yansıyan İnsan Hakları Karnesi, işte zulmünün resmi:
- Bir milyon insan fişlendi. 650 bin insan gözaltına alındı. - 300 insan gözaltında ve cezaevlerinde kuşkulu biçimde yaşamını yitirdi. Öldürüldü. - 170 insanın işkencede öldürüldüğü belgelendi. - 152 insanın “kaçarken” ve “çatışmalarda” öldürüldüğü açıklandı. - Cezaevlerinde yaşamını yitiren 299 insandan 43'ü için intihar açıklaması, 73'ü için ise doğal ölüm raporu verildi. 14 insan açlık grevi ve ölüm orucu direnişinde yaşamını yitirdi. - 210 bin dava açıldı. 230 bin insan yargılandı. - 7 bin insana idam cezası istendi. Bunlardan karara bağlanan 50 insan idam edildi. 173 insanın dosyası meclise gönderildi. İdam edilenler arasında yaşı büyütülerek asılan Erdal Eren de vardı. - 300 gazeteci saldırıya uğradı. Üç gazeteci silahla öldürüldü. - 400 gazeteci yargılandı. 31 gazeteci tutuklandı. Gazeteciler için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Toplam 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. - Gazeteler toplam 300 gün kapatıldı. Yayın yasağı konuldu. - 380 bin insana pasaport verilmedi. 30 bin insan ülkesini terk etmek zorunda kaldı. 14 bin insan yurttaşlıktan çıkarıldı. - 142 üniversite öğretim üyesi ve profesörün görevine son verildi. Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) kuruldu. Üniversiteler, özgür öğretim ve bilim yerleri olmaktan çıkarılarak kışlaya dönüştürüldü. Cuntacıların YÖK'Ü hala devam ediyor. - Tiyatro oyuncuları, öğretmenler, kamunun değişik yerlerinde çalışan beş bin insan 1402 sayılı yasa ile işlerinden atıldılar. - 30 bin işçi sakıncalı olduğu gerekçesiyle işten çıkarıldı.
İşte 12 Eylül 1980 faşist darbecilerinin ve cuntacıların resmi buydu. Gecenin en karanlık anında, saat 04.00'de, tüm kentlerin sokaklarını tanklarla kuşatanlar, insanlığın düşmanı olarak, tarihin kara sayfalarında böyle yerlerini alıyorlardı. İNSANLIK UNUTMAYACAK, HEP LANETLE ANACAKTI!
Hecay Yılmaz ETHABu haber 1420 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |