| |||||||||||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
12 Eylül, ölülerimizi unutma!13 Eylül 2010, 16:09 Özer YILMAZ ONUR CAYMAZ - Zaman Uçar. Zaman uçup gidecektir ama hesap sorulacaktır. Sizi unutmayacağız beyler!.. 12 Eylül, ölülerimizi unutma!ONUR CAYMAZ - Zaman Uçar. Zaman uçup gidecektir ama hesap sorulacaktır. Sizi unutmayacağız beyler!.. Eskiler bilirmiş, vaktiyle yaptıkları saatlerin üzerine 'Tempus Fugit' yazarlarmış: Zaman Uçar. Zaman uçup gidecektir ama hesap sorulacaktır. Sizi unutmayacağız beyler!Eskiden, saatlerin üzerinde, “vulnerant omnes ultimat necat” yazarmış, saatlerin hepsi öldürür, sonuncusu yaralar anlamına gelen bir Latin atasözü. İnsanlara, o son dakika geldiğinde öleceğinizi unutmayın demek için. Hatta Almanya’da, Augsburg şehrinde kimi saatler 'ölüm' diye çarparmış saat başlarında. Zaman, bir zamanlar en çok ölümü hatırlatırmış. Antik Roma’dan başka bir söz daha anlatır ölümü: Memento Mori! Yani, öleceğini hatırla. Ölümünü unutma! Biz unutmadık ölümümüzü, öldürülenlerimizi unutmadık! Otuz yıl önce bugündü... Diyeceksiniz ki sen o zaman üç yaşındaydın, sana ne oluyor be adam! İşte aslında 12 Eylül bu! Onların istediği buydu. Yapacaklarını yapıp, üç kuşak sonra tümden unutulmak. Bu duyarsızlıktı istedikleri, vicdansızlıktı. Onlar insanlığın düşmanıydı çünkü, umudun düşmanıydı. Gençliğimizin düşmanıydı onlar. Genç bedenlerimizin, genç aklımızın, hayallerimizin. Bilmiyorlardı: Gence düşman olan, gence kalem kıran insanlığa düşmandır. Var mı ötesi? Memento Mori! Unutmadık! Bey değildik, paşa değildik, reis, ümmet hiç değildik. Arkadaş’tık, yoldaş... Yakında devrim olacak diye elektrik faturalarını ödemeyenleri unutmadık! Yüzü gözü kan içinde duraklarda, caddelerde, sokaklarda, grev alanlarında, meydanlarda vurulanları unutmadık! Asılanların öcü, yıllar boyunca takip etti cellatları. Şiirini yazdık, türküsünü söyledik, Erdal’ın kürklü paltosunu, Necdet’in ailesine yıllarca verilmeyen mektubunu unutmadık. Babam işe gitmemişti henüz, annem çay demliyordu belki, televizyonda askerlerin yürüyüşleri, kimi silah sesleri kalmış belleğimde. Zülfü Livaneli dinliyordu halam, Ruhi Su dinliyordu... Sendikacıları evlerinden topluyorlardı, nemli duvarlar vardı. İçine, çırılçıplak insanlar konarak döndürülen tekerlekler... Gözlerimizi bağlıyorlardı karanlıklar içinde. Kullandıkları bez Amerikan yapımıydı... Yıllarca söylendi durdu sonra: Amerika’nın oyunlarından bahsedildi. Bahsedildi de işkencehanede birinin, bir insanın kıçına soktuğu jopu da Amerika mı ittiriyordu; düşünmedik. Neyin karşısındaydı onlar, kimin karşısında, kime karşılardı? Çocukları yok muydu, akşamları bir kadının sıcak koynuna girmiyor muydu hiçbiri, deniz kenarında rakı içtikleri zaman hatırlayıp da hüzünlenebilecekleri güzel anıları yok muydu? İnsan mıydı onlar? Unutmadık! Babasına tecavüz etmeye zorlanan çocukları, kış ayazında tazyikli soğuk suyla ıslatılıp açık pencerelerin dibindeki kalorifere kelepçelenen devrimcileri, geceleri bomba patlarcasına çalan kapıları, uyku sıcaklığındaki yataklara damlayan kanı, dağıtılan kitapları, yakılmış, içlerinden yüzler kesilip çıkarılmış fotoğrafları, binler çekilip çıkarılmış... Camları kırık evleri, rüzgârdan titreyen perdelerden korkanları, hiçbir şeyden korkmayanları, atılanları, sürülenleri, sürgünleri, içerdeki ve dışardaki sürgünleri, anarşist, terörist yaftası yapıştırılarak televizyonlarda gösterilen halk çocuklarını, okul bahçelerini, kışla avlularını, gazetelerin boya kokusunu, bir gün kamulaştıracağımız mülkleri, ara mahallerinin duvarlarında yazan Mahir Çayan Faşiste Kayan’ları, yoksulluğu, ama nasıl biliyor musunuz, çırılçıplak yoksulluğu, bir ağaç gibi yalnızlığı, yalan haberleri, yalan insanları, yalan bültenleri, yalan kurumları, yalanlarını, apoletlerini, postallarını, şapkalarını, radyolarını... Unutmadık, gözlüklerimiz vardı, kırıldı; kalemler kırıldı bizim için; ter damladı tuşlarına daktilolarımızın, halk için saklanan afişlerin renklerini, kimi odaların kimi sehpalarında kalmış tepeleme dolu kültablalarını, Marx’tan yapılmış alıntıları, kitapları, V.I. Lenin’i Altıncı Lenin sanan polisi, işkence mağduruyla sigarasını paylaşan çavuşu, zanlının sevgilisine tecavüz eden teğmeni, lağımlı sularda yüzdürülenleri. Unutmadık! Birbirlerini, taşaklarından tutup havaya kaldırması istenen güzel, solgun yüzlü şarabi eşkıyaları, Mamak’ı, Metris’i, Sonbahardan Çizgileri, İlhan Erdost’un, kafasına vurularak öldürülüşünü, onu öldüren puştu, Esat Oktay Yıldıran’ın köpeği Co’yu, öteki köpekleri... Fatsa’da, 11 Temmuz 1980 sabahı, devletin maskeli faşistlerinin, solcuları ihbar edişini, Maraş Katliamı’ndan önce Alevilerin evlerinin kapısına atılmış kırmızı çarpıları; pencerelerden aşağı atılıp soğuk betona çarparak ölenler hakkında ertesi gün gazetelerde çıkan haberleri unutmadık! Kanımız var sizde. Gençliğimiz var. Işığımız var. Ellerinizle kirletmeye çalıştığınız hayatımız, inadımız, inancımız var. Otuz yıl önce bu sabah, deniz gören balkonda uyanıp da sokakta dolanan askerleri izlerken, sevgilisinin kim bilir ne halde olduğunu düşünen bir genç kız var. Attila İlhan’ın gündelik işlerdenmiş gibi ölüm dizesi, Füruzan’ın 47’liler’i, Uçurtmayı Vurmasınlar var. Nevzat Karakış’tan bir ağıt, kömür kokusu var. Kanımız sizde beyler, çıkıp konuşuyorsunuz televizyonlarda, demeçler veriyorsunuz, demokratsınız, özgürsünüz falan ama bizim çığlığımız var. Eskiler bilirmiş, vaktiyle yaptıkları saatlerin üzerine 'Tempus Fugit' yazarlarmış: Zaman Uçar. Zaman uçup gidecektir ama hesap sorulacaktır. Sizi unutmayacağız beyler! Not: Heyamola yayınları tarafından, Ömer Asan editörlüğünde yayımlanan 12 Eylül Sabahı adlı kitabı bitirdim birkaç gün önce. Benim açımdan oldukça önemli bir çalışma. Paylaşmak istedim. (BirGün gazetesindeki yazısından alınmıştır.) Bu haber 1404 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |