| |||||||||||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
Bir 'Nefes' Faşizm...09 Kasım 2009, 14:47 Özer YILMAZ Bir 'Nefes' Faşizm... Bir 'Nefes' Faşizm...Türkiye sinema sektörünün heyecanlı bir yükselişte olduğu ve yeni filmlerin gösterime girmeye hazırlandığı şu günlerde yönetmenliğini Levent Semerci’nin yaptığı ‘Nefes’ isimli filmde gösterime girdi. İzleyici sayısının batı illerindeki hayli fazla oluşu bir anda dikkatleri bu filme çevirdi. Her karesinde bu topraklar üzerinde fetişleştirilmiş bir takım simgelerin zulme dönüşünü yeniden enjekte eden filmi tersten okuyunca ise aslında bambaşka gerçekler çıkıyor karşımıza. Yönetmenin ilk filmi olan ‘Nefes’ uzun bir süreye yayılmış, ordunun desteğini arkasına almış ve ilk gösterimine Genelkurmay Başkanı Başbuğu’un katılması, ardından Baykal’ın izlemesiyle yankı uyandırmıştı. Filmi izledikten sonra ise seyirci garip duygularla çıkıyor salondan. Zira film boyunca aralıklarla beyaz perdeye yansıyan ‘Güçlüyüz, cesuruz hazırız’ yazılı karakol çatısının film sonunda tarumar oluşu doğruyla gerçek arasındaki kalın çizgiyi bir kez daha gözler önüne seriyor. Vatan, millet, bayrak, asker kavramlarının bol keseden soslandığı filmin açılışı Kürdistan’ın eşsiz manzarası ve bu manzaranın nasıl ölüm tarlalarına çevrildiğiyle yapılıyor. Sarp kayalar üzerindeki gerilla cenazeleri aslında filme ilişkin ilk ipuçlarını vermeye başlıyor. Öncelikle filmin bir ana öyküsünün yani ana temasının bulunmayışı ve yan temaların da eklektik oluşu ve ana temaya hizmet etmemesi bakımından film seyirciyi bir türlü içine alamıyor. Görüntülerle kotarılmaya çalışsa da sinematoğrafisi son derce zayıf görünüyor. Yönetmenin sert bir konuyu aktarırken kaygılarını karelere yedirmiş olması da yer yer sıkıcı oluyor. Türkiye sinemasındaki kronik hastalıklardan biri olan konuya yaklaşırken objektiflikten uzak oluş bu filmde de elbette payına düşeni alıyor. Ancak buna rağmen gerçeklikler ovasında çekilen film yer yer şaşırtıcı sahnelere de imza atıyor. Filmin karakterleri de, özellikle de yüzbaşının çizdiği rota tutarsızlıklarla dolu. Karakola geldiği ilk andan itibaren sarsılmaz bir mehmetçik ve demiryürek olarak karşımıza çıkan yüzbaşı, filmin başka yerlerinde ise düşündüklerine kendisinin bile inanmadığı izlenimi veriyor. ‘İşte buradalar’ gerçeğin kaçınılmazlığı çarpıcı şekilde karşımıza çıkıyor. Öyle ki doğruların kitaplarda yazdığı ancak gerçeklerin dağların başında mermilerle yazıldığı bu sarp coğrafyada yaşananlar, her şeye rağmen suyun akrını bulacağı noktasın gün yüzüne çıkarıyor. Irak sınırındaki Karabal Karakolu’nda bir yüzbaşının emrindeki 40 askerle birlikte ‘vatanı savunma’ hallerini anlatan Semerci, filmde yaşadığı gitgellerle uğraşırken, hem askeri disiplin, hareket biçimi ve operasyon tertibinden uzaklaşıyor hem de anlatmak istediğini görüntülerle yapmaya çalışıyor. Anadolu’nun naçar çocuklarının ne uğruna öldüğünü bilmeden ve sarp bir ‘Allah’ın dağı’ndaki karakolda ne anlam taşıdıklarının farkında olmadan ölüme gittiklerini irdeleyen Semerci, aslında vatandaşa da bir takım mesajlar veriyor. Askerlerine hitap eden yüzbaşının “ölürseniz televizyonlar 45 saniye size ayırır ve kahraman olursunuz. Sonra magazin başlar” türünden konuşmaları ve düz ovada konuşulanların, vatan aşkı denilen şeyin savaşın ortasında sadece bir terane olduğunu ortaya koyması bakımından da ilgi çekici. Operasyona çıkan askerlerin neredeyse bitişik şekilde çatışmaya ilerlemesi, bir askerin telefonda ailesiyle Kürtçe konuşması, yine birkaç sahnede Kürtçe diyalogların geçmesi de yönetmenin bir başka gerçekten kopuş noktasını oluşturuyor. Yine çatışmada yaralı yakalanan bir kadın gerillanın askerler tarafından tedavi edilmesi ve uzun bir süre sırtta taşınması da oldukça komik duruyor. O kadar yaralı gerillanın kurşuna dizildiği, bazılarının yakılarak öldürüldüğü ve nice askerin evlerine kulak ya da burunlarla döndüğünü bilmeyen yoktur. Ancak yüzbaşı ile PKK’li doktor kod isimli kişinin telsiz konuşmalarındaki açıklık ise milliyetçi kesimin tepkisine neden oluyor. Yine filmde PKK propagandası yapıldığı ve PKK’lilerin güçlü gösterildiği eleştirileri de aynı film için yapılıyor. Peki nasıl oluyor da genelkurmay başkanı filmi başarılı buluyor? Sanatsal estetik açısından düşük bir grafik izleyen filmin direkt propagandaya girmesi de seyirciyi sürekli daldan dala götürüyor. Bir başka dikkat çeken nokta da televizyonların kahraman, korkusuz, cengaver olarak gösterdiği insanların, korkularıyla, günlük rutinlikleriyle, aşk ve aile ilişkileriyle, kaygı ve komiklikleriyle yansıtılmış olması. Askerler orada ne için bulunduklarını bilemedikleri gibi, veraset ve organ bağışı için kendilerine verilen formları da nasıl dolduracaklarını ve ne için dolduracaklarını bilmemektedir. Yine ulusalcı ve milliyetçi kesimlerin dillerinden düşürmediği ‘Şehit’ kavramının nasıl politik çıkarlara alet ettiklerini ve toplumsal bilincin ne kadar kısa süreli olduğunu göstermesi bakımından enteresan mesajlar veriyor film. ‘Kahraman’ yüzbaşının askerlere yaptığı telkinlere karşın, eşiyle telefonda konuşurken ki doğal halleri ve ölmeden önce yazdığı son mektupta, “Vatan sağolsun da demiyorum üstelik. Vatan sağolsun diyeceğim ama, vatan da sensin” ifadelerine yer vermesi bir kesimin filme yönelik beklentilerini boşa çıkarıyor. Bazı sahnelerin haddinden fazla uzun tutulması, bazı diyalogların eğreti durması ve konu bütünlüğünün bulunmayışı bakımından zayıf kalan filmin en çarpıcı sahnesi ise karakolun düşüş sahnesidir. Öyle ki karakolun çatısında bildik ‘güç’ yazısı bulunmaktadır. Ancak altındaki askerlerin durumu başka şeyler yansıtmaktadır. Yine karakol basıldığında söz konusu yazının anlamsız kalışı da dikkat çekici. Her şeye rağmen filmden çıkarılacak mesajları şu şekilde sıralayabiliriz: * Her fırsatta yenilmez gösterilen ‘kahraman Türk askeri yenilir ve sonsuza kadar dalgalanacak denilen bayrak asılı bulunduğu direkte parça parça olmuştur. * Dağın eteğine dikilen Atatürk büstü ne kadar temizlense de kar bildiğini okumaktadır ve çatışma sonrasında büst yere inmiş durumdadır. * Sarsılmaz ve yenilmez yüzbaşı yenilmiştir ve attığı bütün naralar havada kalmıştır. * Issız bir dağın başına ne işlev göreceği bilinmeyen bir karakol dikilmiştir ve sanki birileri orada ölsün diye yalnızlaştırılmıştır. * Orada bir savaş vardır ve her iki kesimden insanlar kucak kucağa düşüp ölmektedir. En çarpıcı nokta da burasıdır. Direkte asılı bir bayrak dalgalanmaktadır ancak gölgesinde onlarca insan can vermiştir. “Toprak uğruna ölenler olan bir vatan olmuştur, bayrağı yerdeki kan bayrak yapmıştır” ancak ne ölecek birileri kalmıştır ne de o fetiş kavramların bir anlamı. Tam da bu noktada Yılmaz Odabaşı’nın şu dizeleri akla gelir, “Bayrakları bayrak yapan kumaş imalatçılaradır. Toprak uğruna ölen varsa utanmalıdır.” Velhasıl iki taraflı okunduğunda birbirinden tamamen zıt ve farklı anlamlar ve mesajlar içeren film belki de en çok henüz askere gitmemiş olan ‘kahraman’ adayları üzerinde etki yaratacaktır. Zira televizyonların şatafatlı haberlerini sunan yapay sunucuları bir takım doğrulardan dem vurmuştur ancak, Irak sınırındaki Karabal karakolunda gerçekleri mermiler yazmıştır… Bu haber 1834 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |