Likya Haber Gazetesi, Kalkan, Kaş Antalya Haberler
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM

EN ÇOK OKUNANLAR

HABER ARA


Gelişmiş Arama

BU GÜNÜN MANŞETLERİ...

manşetler

SON DAKİKA HABERLERİ....

EKŞİ SÖZLÜK...






CANLI TV İZLE...

YAKINDA...

ÖZELLEŞTİRMELERE HAYIR!

ALEXA

Alexa Certified Traffic Ranking for www.likyahaber.net

SİTEYE GELENLER

free counters

ÇEVRİMİÇİ

İLK DAVULCU: HÜSEYİN AYDIN

İLK DAVULCU: HÜSEYİN AYDIN

Tarih 04 Ağustos 2012, 19:36 Editör Özer YILMAZ

KAŞ'IN İLK DAVULCUSU: HÜSEYİN AYDIN

KAŞ’IN İLK DAVULCUSU: HÜSEYİN AYDIN

1933 doğumlu. Mehmet ile Emine’nin ikinci çocukları. Aslında O, “1923 doğumluyum” diyor. “Neden?” sorumuzun cevabına ise emsal göstererek cevaplıyor: “Çünkü ben Mehmet Eşref Erdil’den 1–2 yaş küçüğüm. O kaç doğumluysa ben de O’na yakınım.” “Niçin böyle olmuş?” sorumuza ise cevabı gayet net: “O zaman hastalıklar var, yokluklar var. Yaşamaz ölürüm diye yazdırmamışlar. Yaşayınca da 1933 doğumlu diye yazdırmışlar.”

Hakikaten de Mehmet Eşref Erdil, 10 Şubat 1921 doğumlu. Beraber oynadıkları yaşıtlarını saydığına göre demek ki 90’lı yaşlarda Hüseyin Aydın.

Beş kardeşlermiş Hüseyin Amca. Bir kardeşi daha varmış ama vefat etmiş. İki kız, üç erkek kardeş büyümüşler. Öyle bisküvi, çikolata ile değil. Ekmeğin yanına katık etmişler soğanı… Tabii ekmeği bulabildikleri zamanlar. “Çok zahmetler çektik oğul!” diyor Hüseyin amca. “Ayağımıza giyecek ayakkabıyı bırak çarık bulamıyorduk. Yalınayak dolaşıyorduk tarlada bayırda…” “Diken batmıyor muydu ayağınıza?” soruma alay mı ediyorum diye dikkatlice yüzüme baktıktan sonra verdiği cevap hayli ilginç ve yürek sızlatıcı oluverdi: “ Ne diken batması? Ayaklarımızın altı belki 1 cm nasır olurdu. Bırak diken batmasını bıçak bile zor keserdi …”

Kaş’tan çıkışını anlatıyor Hüseyin Amca. “İlk askere giderken ayrıldım Kaş’tan. Daha önce hiç çıkmamıştım Kaş’tan dışarı.” Antalya’ya kadar yayan gitmiş üç gün iki gecede. Oradan bir otobüs ile Burdur’a gitmişler. Burdur’dan trenle İskenderun’a varmışlar. Üç sene yapmış askerliğini bahriyeli olarak. Sonra terhis olup dönmüş Kaş’a. “İyi yürürdüm ben. Millet hayret ederdi bana. Kurtlar, domuzlar, çakallar bi şey yapacak diye. O zamanlar her taraf dolu kurt, çakal. Bir zamanlar kış vakti Gömbe’ye giden Jandarmaları parçaladıydı kurtlar. Parçalanmış cesetlerini buldulardı. Sığınırdım Yaradanıma, bildiğim duaları okur, yürürdüm. Gelecekse de O’ndan gelsin.” Diye hem hayatını anlatıyor hem de nasıl tevekkül edişini…

NASIL RAMAZAN DAVULCUSU OLDU?

İçinde bulunduğumuz ay’a getiriyoruz mevzuyu… Gözlerinin içi gülüyor… “Kaymakam Kemal Birol başlattı bu davul çalma işini Kaş’ta. Ondan önce yoktu burada davul âdeti. Vardı da düğünlerde çalınır, oynanırdı. Ramazan’da olmazdı bu işler.”  “Nasıl oldu? Yani Ramazan’da davul çalma işi nasıl başladı?” sorumuza “Söyledim ya!” der gibi yan yan bakarak cevapladı adeta. Sonra da en iyi ben biliyorum, ben anlatırım edasıyla başladı anlatmaya: “Ben askerden yeni geldiydim. Bu kaymakam Kemal Birol’da Kaş’a kaymakam olarak geldi. Ramazan ayı da başladı. Baktı, davul çalan falan yok! Sormuş, soruşturmuş. “Olmaz!” demiş. “Bu bizim âdetimiz, Ramazan Davulu çalacak!” Müftü Yusuf Ziya Erdil’e sormuş: Bu işi yapabilecek birini bulabilir misiniz? Diye. Müftü amca da beni düşünerek “Var Efendim, buluruz!demiş.

   

İLK RAMAZAN DAVULU 11 NİSAN 1956’DA ÇALDI…

A Kemal Birol, 30 Nisan 1955 tarihinde Kaş Kaymakamlığı’na başlamış, ancak o yıl Ramazan ayı 24 Nisan’da başlamıştır. Herhalde Kaş’a gelme, işe başlama, tanışma safhalarından bu yılda böyle bir uygulamam yapılamamış olsa gerek! Buradan varsayımla ilk Ramazan Davulu’nun 1956 yılının 11 Nisan Çarşamba akşamı çaldığı hükmüne varabiliriz.

“Ben başladım çalmaya…” diye kaptırıveriyor kendini… “Nereleri dolaşıyordun sahura kaldırmak için?” sorumuza herhalde alaycı bir bakışla “Ne kadar cahil bu çocuk?” der gibi gayet bildik bir yer tarif eder gibi: “Nerelere gitçez a oğul! Kaş küçük bir yer o zaman. Bi Uzun Çarşı tarafı var o zaman. Hükümet Konağı bile şehrin dışı. Süleyman Çavuş Cami yanında iki sıra evler var. Başka ev yoktu Kaş’ta. İki döndü müydü bitiverir. Bu yanda da Yeni Cami etrafında birkaç ev var. O zaman Çerçiler, Gökseki falan yok.”

YARIM SAATTE DOLAŞIRDIM

“Vaktin dolmasından iki saat önce çıkardım. Yarım saatte dolaşır gelirdim. Bir saatte bana kalırdı. Yemeğimi yer namazımı kılar yatardım.”

ZORSUZ HAYAT MI VAR?

“Zor olmuyor muydu? Bu işin yazı var, kışı var, yağmuru var, çamuru var…” “Zorsuz hayat mı var?”  sorusuyla cevap veriyordu soruma.

“O zamanlar yokluk var. Öyle aradığın, istediğin her şey yok. İnsanlar gece sahura kalkar; bir tas çorba bulursa onu içer, sabahtan akşama kadar da o içtikleri çorba ile akşama kadar oruç tutarlardı. Şimdi öylemi ya? Böyle şartlarda oruç tutmaya ne var? Her şey var, Allah’ıma çok şükür! Eskiden çok zordu, çok zor…”

EMANET DAVULLA BAŞLADIM!

Anlattıkça açılıyor Hüseyin Amcam. Soruyoruz devamla: “ O yoklukta davulu nerden buldun Hüseyin Amca?” “Davulu…” diyor, biraz soluklanarak, derin bir iç çekerek, “Çalgıcılardan ödünç aldık Ramazan ayı boyunca. Zaten buralarda Ramazan ayı içinde düğün dernek işleri olmaz. Uğrarlı çalgıcılar vardı. Müftü amca (Yusuf Ziya Erdil) onlardan getirtti davulu… Bana çal dediler ben de çaldım davulu”

“Nasıl çalıyordun davulu?” soruma gülerek cevap veriyor “Nasıl çalacam, gümbete güm tek, gümbete güm tek!” “Öyle değil Hüseyin Amca! Yani davul çalarken mani okuyor muydun? Mani söyler miydin sahurda?” Bilmiş bir eda ile gözlerini kısarak yüzüme bakarak: “Söylemem mi canım mani. Manisiz Ramazan mı olurmuş!” dedi. Koluma girerek kulağıma doğru eğildi ve başladı manilerden aklında kalanları sıralamaya:

Ramazan’ım merhaba
Bizlere verdin sefâ,
Rabbimize hamd olsun,
Her nefeste bin defa.

Bu aya hürmet gerek,
Nîmete şükür gerek,
Mübârek Ramazan’da,
Hakka ibâdet gerek.

Besmeleyle çıktım yola,
Selam verdim sağa sola,
A benim devletli beyim,
Vakti şerif hayrola...  

O günler tekrar yaşıyormuşçasına zevkle, heyecanla okumaya devam ediyor:

Ahmet ağa uyursun

Bu uykudan ne bulursun?

Kalk  ye, oruç niyetlen

Cenneti alayı bulursun.

Arnavut musun, Tatar mısın?
Ekşili çorba yapar mısın?
Ben sana davul çalıyorum amma
Acaba sen oruç tutar mısın?

Gülüyor arada. “Latife bunlar latife… Öyle hoşluk olsun diye takılırdım sevdiklerime. Yoksa dinimizde zorlama yoktur. Günahtır. Allah ile kul arasına girilmez.”

“Deniz suyu serindir
Damla gibi derindir
Bir tek hurma da olsa
Bir mümini sevindir.

Yeni cami direk ister 
Söylemeye yürek ister 
Benim karnım tok ama 
Arkadaşım börek ister.

Ocak başında minder
Altını üstüne dönder
Hiç bir şeyiniz yok ise
İki yumurtacık gönder

Fırın üstünde kürek

Gene sızladı yürek

Her yerde dayanır da

Bal'a dayanmaz yürek.

Davulumun ipi bütün

Sırtımdaki davul yüküm

İşte geldim kapınıza

Selam verdim hepinize”

Heyecanı hiç bitmiyordu. Olmaz hani de bugün “Haydi gel, Ramazan Davulunu çal!” deseler koşa koşa gidecek koca adam… O kadar heyecanlı, bu işe yüreğini koymuş. Bahşiş toplar mıydın? Sorumuza ise istemenin verdiği eziklikten olsa gerek biraz mahcup, biraz da “bir fırsat çıktı!” diye koluma girerek kuytu bir kenara çekiştirerek başlıyor manileri sıralamaya, kulağıma:

“Evin önünde hurma
Hurmanın dalını kırma
Şu mübarek gecelerde
Davulcunun kalbini kırma.

Davulumun ipi kaytan, 
Kalmadı sırtıma mintan, 
Verin ağalar bahşişim, 
Alayım sırtıma mintan.

Pilavın kokusu var,
Mâninin arkası var,
Bahşişimi yollayın.
Gözümün uykusu var.

Yün yatakta yatarız,
Yapma çiçek satarız,
Biraz bekle davulcu,
Şimdi bahşiş atarız.

Bekçiniz kapıya geldi,
Cümlenize selam verdi.
Darılmayın iki gözüm,
Bahşişin almaya geldi.

Duvardan kedi atladı,
Bekçinin ödü patladı.
Merak etme bekçi baba
Bey kesesini yokladı.

Ayağımda sedef nalin

Beyim sen köşkünde salın

Bahşiş aldım gidiyorum

Haydin şimdi hoşça kalın.

Buna Ramazan ayı derler

Balla kaymağı yerler

Bu atalardan kalma iştir

Davulcuya bahşiş verirler.

Köprü altında çiçek
Orakla biçilecek
Verin hele gidelim
Çok yer var gezilecek

Tuttum pirenin birisini
Davula gerdim derisini
Mehmet Ağam be devletlim
Gönder liranın birisini”

İnsanın hayran kalmaması mümkün mü? Hiç unutmamış, teklemeden bir bir sıralıyor manilerini. Belli ki o kadar candan yapmış, içine sindirmiş davulculuğu. Biraz da övünerek başını yukarı dikerek sağ elinin avucunu kabarttığı göğsünün üzerine şaplatarak: “Bu manileri okuyunca heç bahşiş vermeden gönderebilirler mi beni? Maninin de mi hatrı yok!” diye basıyor kahkahayı.

Şen adam Hüseyin Amca. Hayatla, kendiyle barışık… Her olaya iyi tarafından bakıyor. Belki ondandır o yorgun bedende çakmak çakmak parlayan masmavi gözler.

Sonra tekrar konumuza dönüp yaklaşan Bayram’a dair soruları soruyorum Hüseyin Amcama. Gözlerini kısarak bana bakıyor. Anladı galiba sona yaklaştığımızı. O çok sevdiği mesleğine dair hatıraları anlatırken bile yüreği kabaran, coşan Hüseyin Amcam burulur gibi oluyor. “Daha ne anlatacaklarım vardı?” diyor sitem dolu bir sesle. Sözleşiyoruz… Yarımadada Ege ve Bucak Denizini gören evinin de olduğu o sırtta çay için randevu ayarlıyoruz. Kolumu sıkıca tutup: “Bak bekliyorum a! Bayram’dan sonra gel!”  Gözlerini ufka dikerek bir süre dalıyor ve başlıyor Bayram Manilerini sıralamaya:

İşte geldi gidiyor,
Mutlu günler bitiyor,
On Bir Ayın Sultanı,
Bize vedâ ediyor.

Var hânene selâm et!
Hâlin olsun selâmet,
Son günler yaklaştıkça,
Çoğalır oldu dâvet.

İmansız ölmeyesin,
Dert belâ görmeyesin,
Dilerim Cennetlik olasın

Ateş görmeyesin.

Ben seherde ağlarım,

Derya gibi çağlarım,

Bir ay geçiyor işte,

Gönlü Hakk'a bağlarım...

Allah’a ısmarladık sizi
Duadan unutmayın bizi
Sağ olursak yeni yılda
Gene dolaşırız sizi…”

Diye bağlıyor konuyu ama yine de tembihlemeyi unutmuyor: “Bayram’dan sonra beklerim sizi…” diye.

TÜFEK İCAT OLDU MERTLİK BOZULDU!

Ne zamana kadar çaldın davulu?” Soruma ise biraz kırık, biraz kırgın biraz da elinden oyuncağı alınan çocuk tavrında cevaplıyor sorumuzu Hüseyin Amca tadı kaçarak: “Hani derler ya oğul; “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu!” diye. Bizimkisi de o hesap işte. “Cereyan geldi, davul işi kalktı” Kaş’ta.”

Buna göre 1975 yılının 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda 24 saat kesintisiz elektrik verilmiş Kaş’a. Ve ondan sonra da devam etmiş. Öyle anlaşılıyor ki Hüseyin Amca son kez 1975 yılında çalmış Ramazan davulunu. Çünkü 7 Eylül tarihinde başlamış o yıl Ramazan ayı. Belki de bilemedi son kez ramazan davuluna vurduğunu. Bilseydi daha bir başka vururdu davula tokmağı ile… Bugün davul çaldığı o günleri anlatırken nasıl da çocuklar gibi şenleniverdi… Gözleri ışıl ışıl parlayıveriyordu o günleri anlatırken. Sesi en coşkun, sevinçli, hemen kalkıverecekmiş de tren, lafını bitirmeye çalışıveriyordu sanki… Bir daha soran olmayacakmış ta anlatamayacakmış hissiyle… Belki de haklıydı Hüseyin Amca. Bunca yıl emek etmişti de kim teşekkür etmişti O’na. Kim sormuştu yıllardan beri nasıl davul çaldığını… “Geçti be, geçti hepsi…” diyordu işte. Kafa kâğıdına göre 78’lik, ana yaşına göre 89’luk dede. 

HARAM LOKMA YEDİRMEDİM ÇOCUKLARIMA!

Ama”, diyor Hüseyin Amca, “Üç çocuğum var. İkisini okuttum. Bunların kursağından hiç haram lokma geçirmedim, ben!” diyor göğsünü kabartarak. Yaptıkları işleri hiç gocunmadan, yüksünmeden sıralıyor. Eliyle alnından boncuk boncuk olmuş terleri silerken gösteriyor: “İşte böyle alın terimle kazandım da okuttuğum ben çocuklarımı, şükürler olsun Rabbime!” diyor.

GÖNLÜM RAHAT!

Ben” diyor, “tam 10 sene Yatsı namazı ile Sabah namazının ezanını okudum hiç firesiz. Yatsı namazını kılar Gökçeören’e yayan giderdim ekin beklemeye. Domuzlar çiğnemesin buğday tarlalarını diye. Sabah ta erkenden gelir ezanı okurdum. Karacibi Hoca namazı kıldırır, sonra yine köyüme giderdim çalışmaya” diye anlatıyor hayatını. “Bazen Sadık Hoca ile anlaşırdık işi olur giderdi. Ben Yeni Cami de okurdum sabah ezanını bi de gider Süleyman Çavuş Camiinde okurdum.” Eski günlere gidi gidiveriyor ara sıra. Kur’an okumanın ve okutulmanın yasak olduğu dönemlere, Karacibi Hoca’dan tehditle alınan rüşveti ve bu rüşvet alanın nasıl memuriyetten atıldığını, Ezan’ın nasıl Türkçe okutulduğunu sıralayıveriyor peş peşe… Sonra da hala bir baba koruyuculuğu ile açıveriyor kanatlarını: “Sakın ola bunları yazma a…Çocuklarıma bir zarar gelmesin sonra…” Kurtulamamış geçmişinde yaşadığı olayların psikolojisinden hala… Ama kendinden vazgeçmiş küçük oğlunun emekli olmasına bile bakmadan “çocuklarıma bir zarar gelmesin!” in derdinde hala Koca Adam. Allah sana sağlıklı uzun ömürler versin, KOCAMAN TEŞEKKÜRLER SANA Kaş’ın İlk Ramazan Davulcusu.


haber; İlyas TORGAÇ / kaş

 

A KEMAL BİROL KİMDİR?

A. Kemal BİROL.(30.04.1955 – 20.02.1960)

A. Kemal BİROL 30 Nisan 1955 – 20 Şubat 1960 tarihleri arasında Kaş ilçesi kaymakamıdır. Kaş ilçesinde Murat Kocabaş’tan (11.07.1985 – 16.08.1990 Toplam 1862 gün) sonra en uzun süre (1757 gün) görev yapan kaymakam olma özelliğini taşır. 1949 – 1950 yılları arasında Denizli Buldan kaymakamlığı yapmıştır. 1961’de Niğde Bor, 1960 – 1963 tarihleri arasında İskenderun Yenişehir, 1975 yılında Aydın Nazilli kaymakamı olarak görev yapmıştır. 4 Kasım 1977 tarihinde Kayseri ilinde Vali yardımcısı görevinde iken kendi isteği ile emekli olmuştur.

HÜSEYİN AYDIN’IN AİLE ŞECERESİ

Kuruluş Şeması

Bu haber 2308 defa okunmu?tur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit

KAŞ HABERLERİ

Dört yılı bir kitapla anlattı

Dört yılı bir kitapla anlattı Kaş Belediye Başkanı Abdullah Gültekin, dört yıllık çalışmalarını bir kitapla kamuoyuna anlattı.

Vakıf yardıma koştu

Vakıf yardıma koştu Kaş Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı (SYDV) 2012 yılında ihtiyaç sahibi 2 bin 722 kişiye toplam 832 bin lira y...
********FARKIN NE****************23 Şubat 2014

HAVA DURUMU

Detaylı bilgi için resmin üzerine tıklayın.

ANKET

sence; KALAMAR TAVA MI MEZE Mİ?






Tüm Anketler

GOOGLE TERCÜME



Copyright © 2005-2012 www.likyahaber.net Tüm hakları acaip bir şekilde saklanmıştır. Kopye eden fena olur!... demedi demeyin... editör-özer yılmaz/elk.mühendisi-yıldız teknik üniv. POSTA ADRESİMİZ; haber@likyahaber.net
RSS Kaynağı | Yazar Girişi | Yazarlık Başvurusu

Altyapy: MyDesign Haber Sistemi


porno izle