| |||||||||||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
Yoksullar AKP ye Oy Veriyor!27 Aralık 2011, 02:59 Özer YILMAZ 'Her şey değişebilir, yeter ki yoldan çıkmayalım' DENİZ COŞAN/BİRGÜN Yazarımız Ateş İlyas Başsoy bir kitap çıkardı ve klişe bir sözle medyada yer yerinden oynadı. Neredeyse tüm gazeteler Başsoy’la röportaj gerçekleştirdi, internet siteleri söyleşileri manşete çekti. BirGün okurları ise haklı olarak kendi gazetemiz neden hâlâ bir söyleşi gerçekleştirmedi diye soruyordu. Ateş İlyas Başsoy ile gerçekleştirdiğimiz söyleşi BirGün farkı ile olsun istedik. Çünkü kitabında yaratılan Selim Türkhan karakterine en sert eleştiri yine kendi gazetesinden gelmişti. Başsoy’un yarattığı Türkhan karakterinin Bekir Coşkun’un “göbeğini kaşıyan adam” tabirine benzeştiği eleştirisi de bu gazetede yer aldı. Öyleyse tüm bu eleştirileri Başsoy’a sorabilecek tek yer yine burasıydı. -AKP Neden Kazanır, CHP Neden Kaybeder adlı kitabınızda Selim Türhan diye bir karakter yaratıyorsunuz ve bu karakter bir nevi siyasetsiz, apolitik seçmeni canlandırıyor. Hatta “göbeğini kaşıyan adamı” çağrıştırıyor. Bu karakter üzerinden de seçim nasıl kazanılır gibi taktikler veriyorsunuz. Ancak burada problemli bir nokta var. Bu ülkede Selim Türkhan’lar olabilir yani apolitik, kaba, “çalıyor ama iş yapıyor abi” diyen… Peki bu Selim Türkhan’lar Türkiye halkının genlerinde mi var yoksa bir dönemin sonucu mudur? Selim Türkhan 80 sonrası “apolitiklik dini”nin sonucu. 70’lerde ortam çok politik olduğu için, Selim Türkhan’ı fazlaca göremiyorduk. Cumhuriyet tarihinde Selim Türkhan’lar belirgin bir siyasi kitle olarak kısıtlı zamanlarda görülüyorlar. Arada su üstüne çıkan balinalar gibi. Selim Türkhan’ın çoğalması için yalan da olsa “huzur ve güven ortamı” olması gerek. Selim Türkhan bir öcü değil, öyle olsa sokaklarda yürüyemezdik, Türkiye’nin %25-30’u Selim Türkhanlardan oluşuyor. O kendi küçük dünyasında yaşıyor, anketlere katılmıyor, mitinglere gitmiyor, haber program izlemiyor. Hepimizin çevresinde böyle tipler var. Siyasi argümanlarla olaylara yaklaşmayı reddeden, hileli bir tartısı olan, ikiyüzlüğünü kendine bile itiraf etmeyen biri. Bu insanların hepsine birden ‘lanetlisin sen’ dediğimizde çok yalnız kalabiliriz. Çünkü dürüstlüğün gittiği yönde yol hep daralır. Selim Türkhan’ı anlamak, siyasi partilere kan bağı ile değil, çıkar bağı ile bağlı “pragmatik” seçmeni anlamak demek. Yani seçimlerde terazinin denkliğini bozan, seçim galibiyetini getiren insanı anlamak. Kimseye Selim Türkhan’ı sevmesini vaaz edemem. Kumaş bu, sadece bunu ortaya koymaya çalışıyorum. -Soruyu biraz daha açarsam… Bu iki yüzlü tip, eğer bir dönemin sonucu ise neden Türkhan’ların beğeneceği sözler üretmeye çalışıyoruz da onları yaratan koşulları değiştirmeye çalışmıyoruz? Sonuçta evet, Türkiye’de geri, sağ düşünce etkisinde kalmış örgütsüzlüğe inanan bir çok insan var. Bunların da hoşlandığı sözler var. Marksist yöntem, koşulları değiştirmeyi vazetmez mi? Selim Türkhan ikiyüzlü de diğerleri tek yüzlü mü? %10 barajının en büyük zararlarından biri, naifliği öldürmesi. Bu barajı geçmek için çeşitli ittifaklar, çeşitli hileler yapman gerek. Yani kimse günahı Selim Türkhan’a yükleyip kendini rahatmasın, Türkiye’nin genel sorunu bu ikiyüzlülük. Sanırım mesele Selim Türkhan’ı “Göbeğini kaşıyan adam” ile karıştırmaktan kaynaklanıyor. Selim Türkhan göbeğini kaşıyor da, barajın üstündeki diğer partiler kaşımıyor mu? Ben göbeğini keyifle kaşıyan CHP’li bir çok insan tanıyorum örneğin. Bir devrimci için Selim Türkhan Partisi (STP), AKP, CHP veya MHP birbirinden farklılık içermez. Selim Türkhan’ın farklı kılan ikiyüzlülüğü değil, siyasetsizliğidir. Hatta ilginç biçimde, akılcı siyasi söylemlerimize en çok yankı bulacağımız kişilerdir Selim Türkhanlar. Çünkü dediğim gibi, siyasi bağları yok. Örneğin ÖDP hiçbir siyasi riyakârlığa girmeksizin sadece projeler üretse ve bunları anlatsa, Selim Türkhanların bir kısmını ikna edip, hayal edemeyeceği oyları alabilir. -Selim Türkhan’ları yaratan şey bir yerde de toplumun örgütsüzlüğü değil mi? Çünkü kendisi siyasete o kadar dıştan bakıyor ki, basit bir hizmet ona bir lütuf gibi geliyor. Öyleyse yapmamız gereken oturup masa başında oy hesabı yapmak yerine biraz meşakkatli olanı seçmek ve örgütlenmek değil midir? 70’lerde imece diye bir sözcük vardı, şimdi sorsan gençlerin bir çoğu hiç duymamıştır. Biz Fatsa’yı ne diye anlattık yıllarca? Fatsa egemen güçleri neden korkuttu? Çünkü Fatsa deneyimi gösterdi ki, devrimciler “silaha tapan ecinliler” değildir. Devrimciler insanların inançlarına, aşklarına, sevdalarına saygılıdır. Devrimciler imece ile yollar yapar, okullar yapar, festivaller yapar. Fatsa tüm bunları kanıtladığı için egemenlerin korkulu rüyasıydı. Polisle kavga ettiğimizde değil, polisle bir olup isyan ettiğimizde sistemi korkuturuz. 12 Eylül’de vahşi bir toplum mühendisliği ile, sol olan, toplumcu olan her gücü öldürdüler, işkence ettiler, genç insanların ışıklarını söndürdüler. Tüm bunlar yaşanmasa bugün iktidarda devrimci sosyalist bir parti olabilirdi. İtalya, Yunanistan, İspanya gibi pek çok ülkede bu süreçlerden geçildi ve nispeten sağlıklı bir toplum yapısına ulaşıldı. Bizse bu şikeli siyasi yelpazenin içinde kaldık. Şu anda BDP’li milletvekillerinin yaptıklarını geri kalan 520 milletvekili yapamaz. BDP’yi güçlü kılan devrimci kültürü. BDP sözcüleri öyle mantıklı ve samimi konuşuyor ki, Selim Türkhanlar onları medya çarpıtmadan dinlese herkesten önce hak vermeye başlarlar. -Bir de kitabınızda istikrar kavramından bahsediyorsunuz. Selim Türkhan’ları kazanmak için istikrar kavramını kullanmak gerektiğinden… Halbuki istikrar dediğiniz şey kapitalist toplumlarda sömürünün istikrarıdır. Bu düzenin devamı demektir. Böyle bir istikrar anlayışı nasıl önerilebilir bu topluma? Oy veren kişi için istikrar, makroekonomik istikrardan önce gündelik hayatındaki istikrardır. Selim Türkhan bir istikrarsızlık ekonomisinin içinde, tıpkı diğer herkes gibi. Hepimiz tepeden tırnağa borçluyuz. Amerikan Yeşiller Partisi, sadece iki partiye olanak tanıyan Amerikan sistemi içinde tarih boyunca görülmemiş bir başarı yakaladı. Bunu da ortalama insana borçlanma, kredi kartı, iş güvencesi gibi konularda militanca destek verdiği için yaptı. İstikrar sadece Selim Türkhanları değil daha yoksulları da ilgilendiriyor. Yoksulların büyük bölümü AKP ye oy veriyor. Eskiden devrimciler karaborsacılardan zorla aldıkları malları halka dağıtırdı. Şimdi AKP orta sınıftan aldığı vergilerle daha yoksul kesime organize “sadaka” dağıtıyor. Biz oturduğumuz yerden buna isyan da etsek, yoksullar aldıkları yardım sonucunda AKP seçmeninden öte, AKP tabanı haline geliyorlar. “Halk bir torba kömür karşılığında oyunu sattı” söyleminden de tiksindiğimi eklemek istiyorum. Bu elitizmdir, kışın buz gibi bir evde çoluk çocuk yaşamak nedir bilmeyenin söylemidir. Sen niye vermedin o kömürü kardeşine o halde? -Kitabınızın önemli bir bölümünü Antalya Belediyesi’ndeki seçim başarısı oluşturuyor. Sizin reklam çalışmasını yaptığınız bir seçimdi bu. Sonuçta CHP burada belediyeyi kazandı. Siz Selim Türkhan’ların sizi tercih ettiğini nereden anladınız? Eskişehir daha fazla seçim deneyimi olan bir örnek. Eskişehir genel seçimde AKP’ye, yerel seçimde (DSP’ye) CHP’ye oy veriyor. Bu değişimin nedeni ne? Biliyoruz ki bir grup insan var, her koşulda AKP’ye oy veriyor, bir başka grup da her koşulda CHP’ye. Demek seçim sonuçlarını duruma göre oy değiştiren üçüncü bir kitle belirliyor. Ben işte bu kitleye Selim Türkhan Partisi diyorum. Antalya’da yaptığımız da onlara seslenmekten ibaretti. -ÖDP’yi desteklediğinizi biliyoruz. Örneğin ÖDP, Selim Türkhan’ları kazanabilir mi? ÖDP özellikle yerel seçimlerde bu deneyimlerden ders çıkartılabilir. Alper Taş’a bu konuda çeşitli sunumlar yaptım, Birikim’de yazdım, bizim gazetede de yazmıştım: “Yerel seçim adaylarımızı şimdiden seçelim ve nokta bölgelerde adaylar şimdiden çalışmaya başlasın. Mevcut başkan hangi partiden olursa olsun, ziyaretine gidilsin, ilin veya ilçenin sorunlarını konuşulsun. Bölge gereksinimlerine göre yapıcı biçimde projeler üretilsin.” Bunları söyleyeli iki yıl oluyor, hala geç kalmadık. Neden yumurta kapıya sıkışınca başlıyoruz harekete? Akıllıca söylemlerle, özellikle AKP, CHP, MHP’nin eşit güçlerde olduğu illerde, bölünmüş oyların arasından çıkıp ÖDP için sürpriz galibiyetler alabiliriz. Ben her zaman olduğu gibi bütün aklım fikrim ve tecrübemle ÖDP’ye desteğe hazırım. -CHP’ye verdiğiniz nasihatleri CHP’liler dinledi mi? Sizi aradılar mı mesela? CHP’nin içinde çok akıllı ve dürüst insanlar var ama orada kasıtlı olarak iktidar olmamak üzerine kurulu gizemli bir aygıt da var. CHP’lilerden coşkulu, sevgi dolu mektuplar alıyorum ama bu mektuplar hep orta kademeden veya seçmenden geliyor. Tepedeki CHP eliti bu kitapla birlikte bana epey düşman olmuştur sanırım. Kendi aralarında bir güç savaşı olduğu için kimileri benim kitabımı savunabilir de. Ancak bu sonucu değiştirmez. Özetle bu kitabı yazarak CHP’nin Ankara’daki binasına sonsuza dek girememe belgemi üretmiş oldum. CHP yönetiminden kitap konusunda bir ses gelmedi ama bu sabah bile Başbakanlıktan arayıp tebrik ettiler mesela. Böyle de garip bir durum var. -Madem bu kadar iddialıyız bu apolitik seçmeni kazanmakta, onlara BirGün okutalım o zaman? Yapabilir misiniz bunu? BirGün Selim Türkhanları ikna etmekte çok önemli bir misyon sahibi. Bunu bir ölçüde başarıyor. Örneğin Bilgehan Baykal ve Nedim Akay’ın “İki Yaka” köşesi binlerce Selim Türkhan’a “adamlar haklı” dedirtti. Son aylarda BirGün’deki kalite iyice arttı, harika sayılar çıkartıyoruz. Hava soğuk diye palto giyen insanları suçlayamazsın, paltolarla bir sorunun varsa iklimi değiştirmen gerek. 12 Eylül faşizminin ürünü çarpık siyasi iklimimizde kimseyi Selim Türkhan olduğu için suçlayamam. O kişiye bir fırsat veririm, Bilgehan ve Nedim’in yaptığını yaparım. Adam buna rağmen Selim Türkhan olmakta ısrarlıysa, o zaman plazadan atıldığında ağlamasın. Bir gazetenin veya bir siyasetin temel görevi takipçilerini artırmak, fikrini yaymaktır. Ben BirGün’de ilk günden beri bu amaçla yazıyorum. Yazılarımı daha önce hiç BirGün okumamış kişiler takip ediyor. Kendimi BirGün’ün düşünce dünyasında hissediyorum ama burada bile kamp yalakalığı yapmaktan, insanları galeyana getirip omuzlara alınmaktan kaçınıyorum. Yoksa çok kolay öyle şeyler yazmak. Sistem, “çok doğru konuşan” keskin muhalif kadroları kolayca yok ediyor. Fowles alıntısıyla: Yaptığımız muhalefet muhalif olduğumuz şeyi güçlendirmemeli, zayıflatmalı. Sözü ne kadar çok kişiye yayarsak o kadar güçlü olur ve iktidarı o ölçüde zayıflatırız. -Bir eleştirim daha var. Örneğin kitabınızda Başbakan’a Başbakanım denmesinin önemli olduğunu söylüyorsunuz. Sizce Kılıçdaroğlu da böyle beyefendiye böyle hitap etmeli… Ama bu kişi Hopa’da Metin Lokumcu katledildikten sonra “ben bilmem” diyen, protestocu bir kadın arkadaşa “kız mıdır kadın mıdır” diyen bir kişi… Bu kişiye nasıl bir saygı gösterilmesi bekleniyor? Kılıçdaroğlu “Başbakanım” demeli, çünkü o iktidara gelme olasılığı en yüksek partinin başkanı. “Başbakanım” dediğinde siyasetsiz seçmene “ben istikrarı bozmayacağım” mesajı verecek. Ben bunu CHP liderine öneriyorum ama altına da not koyuyorum: Vatandaş başbakana dilediği gibi hitap edebilir. Geçen yıl NewYork’ta tamamen erkek ve kadın cinsel organları fotoğraflarının birleştirilmesiyle yapılmış dev bir Obama resmi gördüm örneğin. Sanatçı, mizahçı, eylemci, vatandaş dilediğini söyler, buna kimse karışamaz. Elbette bel altından vurmadan, kişiselleştirmeden. Biz sosyalistiz, bu konuda bir kibrimiz var. Biri seviyesiz bir söz söyleyince ona aynı seviyede yanıt vermek bize yakışmaz. Bizler bu toplumun abisi ve ablasıyız; üslubu biz belirleriz. Sayısal azlığımız kimseyi yanıltmasın. -Siz böyle konuştukça diyorum ki herhalde biz hep muhalefet kalacağız ya da öyle kalmalıyız. Halbuki solun iktidar perspektifi olmalı öyle değil mi? Devrim yapmayalım mı yani? 12 Eylül’den sonra Türk orta sınıfı çocuklarını yarıştırmaya başladı. Daha çocukken tüm akranlarımızı rakip gibi görmeye şartlandırıldık. “Başarı” ile “doğru” arasındaki hastalıklı ilişki böyle girdi beynimize. Biz belki meclise hiç giremeyeceğiz, belki hiçbir seçim kazanamayacağız. Bizde bu yürek olduktan sonra bizi hep ezecekler belki. Önemli olan bu değil. Che Guavera’nın dediği gibi, bu odada iki tip koltuk var, tarih boyunca birinde sömürücüler oturdu, birinde de buna karşı çıkanlar. Mesele hangi koltukta oturduğumuzda. Mehmet Ağar iktidarının doruğundayken sosyalistlere gözdağı vermişti: “Hepinizi yazıyoruz” diye. Bunun üzerine Yıldırım Türker unutulmaz bir metin yayınlamıştı: “Merak etme, biz de seni yazıyoruz.” Genç kardeşlerimin yıllardır alıntıladığı bir öyküm var: “Önemli olan gökkuşağına ulaşmak değil, gökkuşağına koşmaktır. Gökkuşağına giden bir yolda koşabilmek her şeyden daha güzeldir, gökkuşağından bile.” Kendimizi bozmazsak, Beyoğlu’nun Cihangir’in yavşaklık dünyasına kapılmazsak, aşağılama ve pusu kültürüne karşı tetikte durursak, iktidar olmasak bile, iktidarın korkulu rüyası oluruz. 40 yıl önce %3 alan Milli Görüş’ün bugün buraya geleceğini kim bilebilirdi? Eğer ayakta kalır ve çok çalışırsak, gün olur devran döner ve her şey değişebilir, yeter ki yoldan çıkmayalım. -Bu kitabı kendi işinizle ilgili yazdığınız düşünülüyor. Yani sonuçta bir reklamcısınız ve seçim kampanyası yapıyorsunuz. Bu konuda ne dersiniz? CHP’nin kampanyasının hatalı olduğunu anlayınca, BirGün’de kamuya açık onlarca yazı, hatta yazı dizisi yazdım. Kılıçdaroğlu’na “Yanlış yoldasın, şöyle yaparsan yararına olur” demek için defalarca telefon notu bıraktım. CHP yönetimi bunları dikkate alıp uygulasa başarı bana değil, mevcut ajansına havale edilecekti. Buna rağmen uyarılarıma hep devam ettim. Eğer ticari akılla düşünsem, sözleşmem olmayan bir oluşumun yararına tek satır yazmamam ve “düşsünler de güleyim” demem gerekirdi. Ben bu kitabın tamamını Kılıçdaroğlu’nun yüzüne anlattım zaten. Bugüne kadar yerel seçim dahil hiçbir seçim kampanyası için CHP’den bir lira almadım. Bundan sonra da hiçbir seçim kampanyasına katılmaya niyetim yok. Mutlak iktidar iktidarın kendisi için bile korkutucudur. Bu konuda kitaplar, yazılar yazarak bilgi ve deneyimlerimi paylaşmaya devam edeceğim elbette. Yazdığım kitabın ödevim ve onurum olduğunu düşünüyorum. -Son bir soru biraz da kişisel… Bize göre reklamcılık, kapitalizmin sürmesini için önemli işleve sahip. Siz de bunu çeşitli kitaplarınızda anlatıyor, sektörü de sertçe eleştiriyorsunuz. Peki hem devrimciyim sosyalistim deyip hem de bu işi yapmak konusunda bir iç sıkıntısı duyuyor musunuz? Çocukken bir Aziz Nesin veya John Steinbeck kitabı okumak “sosyalist olmak” için yeterliydi. İnsan sözle sosyalist olur ama sözle kapitalist olamaz. Kapitalist sayılman için kapital, yani başkalarının emeklerini sömürmeyle kazandığın bir servet gerekir. Benim Servet diye bir arkadaşım var sadece, Adana’da yaşıyor. Sisteme hizmet ederek ekmeğimi kazanıyorum, bu mesleği yapmasam bankacı olacaktım. Dedesinden miras evlerin kirasıyla geçinen hayli entel bir arkadaşım var, bana işi bırakmayı öğütledi. “Evlerinden ikisini hediye edersen hemen bırakayım” dedim. Gülümsedi. Bu haber 1933 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |