| |||||||||||||||||||||||||
EN ÇOK OKUNANLARSON YORUMLANANLARHABER ARASON DAKİKA HABERLERİ....EKŞİ SÖZLÜK...CANLI TV İZLE...YAKINDA... |
Akdeniz mavisinde portakal çiçekleri22 Nisan 2010, 20:18 Özer YILMAZ Bahar bu yıl Batı Akdeniz sahilindeki narenciye bahçelerine yaklaşık iki hafta erken geldi.
Serhan YEDİG Güneşli, sıcak bir bahar sabahıydı. 23 Nisan tatilini değerlendirip, arkadaşlarımla birkaç günlüğüne Antalya’ya gitmiştim. Otomobilin tüm camları açıktı, Termessos antik kentine doğru ilerliyorduk. Birden bire aracın içini büyüleyici bir koku doldurdu. Ferahlatıcı, hafif, hayal gücünü kışkırtan bir çiçek kokusu. 22 yaşındaydım ve o güne kadar ne çiçek kokuları üzerine düşünmüş ne de hayatımda böylesine güzel bir çiçek kokusu duymuştum. Adeta dondum kaldım. Böylesine güzel bir koku olabileceğini hayal bile edemezdim. Belki de ilk kez o gün, hafızamda yeni bir boyut açıldı. O gün bugündür gezdiğim şehirleri, ülkeleri, hafızama kokularıyla da kaydediyorum. Aradan çeyrek asır geçti. Antalya - Denizli otoyolun iki yanında gözalabildiğine uzanan narenciye bahçelerinden geriye birkaç küçük adacık kaldı. Portakal ağaçları yerlerini apartmanlara, küçük sanayi sitelerine bıraktı. Ama benim hafızamda portakal çiçeğinin kokusu tüm canlılığıyla yaşıyor. Söz açıldığında, tüm dostlarıma o günü anlatıyorum. “Nisanda bir narenciye bahçesinde, portakal çiçeklerini koklamadan ölmemek lazım” diyorum. ORMANDA MANTAR AVI Geçen yıl, nisan başında sürpriz bir doğumgünü organizasyonu hazırlamam gerektiğinde portakal çiçeği temalı dört günlük bir yolculuk planladım. Dalaman’dan Finike’ye uzanacaktık. O günlerde Fethiye’de düzenlenecek Türkiye’nin ilk mantar festivaliyle ilgili haberi okuduğumda, 200 kilometrelik rotamıza yeni bir tema eklendi. Yağmurlu bir cumartesi sabahı İstanbul’dan uçağa binip, pırıl pırıl bir güneş altında Dalaman’a indik. Çevredeki limon, portakal bahçeleri çiçeklenmişti ve kokuları havaalanına kadar ulaşıyordu. Fethiye’ye 18 kilometre uzaklıktaki Yeşil Üzümlü Beldesi’ne ulaşmamız yaklaşık 1,5 saat sürdü. Gün boyunca yabani mantar üzerine uzmanların yaptıkları konuşmaları dinledik, kuzugöbeğiyle yapılmış çorba, pide ve gözlemeleri, ev yapımı şaraplarını tattık. İki bin 500 yıllık antik Kadyanda kentinin yanı başına kurulan, 10 yıl önce İngilizlerin yerleşmesiyle değişim geçiren beldenin badem ağaçlarıyla süslü sokaklarını gezdik. Akşam, beldenin beş kilometre dışında, çam ormanının eteğine kurulan Dikencik Evleri’nde konakladık. NOEL BABA ARSIZLARI Balkon ferforjeleri begoville süslü otelimize vardığımızda hava kararmıştı. Limandan yaklaşık 150 metre mesafedeki, beş katlı otelin sadece birkaç odası doluydu. Onlar da yabancı tatilcilerdi. Oda fiyatları sezonda hayal bile edilemeyecek kadar ucuzdu. Meis’in ışıklarını, gökyüzündeki takım yıldızları seyrederek tam 2010 ilkbahar tatili programı yaptık. Bulutsuz, pırıl pırıl bir sabahdı. Kuşbakışı gördüğümüz sahildeki mor çiçekli ağacı keşfetmeye giderken dikkatimizi çekti, evlerin bahçesinde dalları limonlu ağaçlar çiçek açmıştı. Arılar hummalı şekilde çalışıyordu. Narenciye balı çok leziz olmalıydı. KESİLMEYİ BEKLEYEN PORTAKAL BAHÇELERİ Demre merkezindeki portakal bahçelerinde çirkin apartmanlar yükseliyordu. Sera ve apartmanların arasına sıkışmış bakımsız bahçeler, kaderlerine terk edilmişti. Kurbanlık gibi kesilmeyi bekleyen ağaçların meyveleri bile toplanmamıştı. Myra Antik Kenti’ne doğru yürürken bakımsız bir bahçeye girip uzun süre ağaçların arasında gezindik. Dallarda iki mevsim bir aradaydı, portakal ve limonların yanı başında çiçekler patlamıştı. Başdöndürücü bir koku sarmıştı çevremizi. Limon çiçekleri daha beyaz, tomurcuğu morumsu, iri ve keskin kokuluydu. Japon efsanelerinde “Ebedi Hoş Kokulu Ağaç” olarak geçen portakalın kokusu daha uçucu, hafifti. Mandalinalar ise küçük yapraklarıyla ayrışıyordu. Bol bol fotoğraf çektik. Koyu yeşil yaprakların arasından patlayan çiçeklerin kar beyazı, limonların sarısı, portakal rengi seyretmeye doyamadığımız bir tablo oluşturuyordu. Kazayla daldan düşürdüğüm bir portakala kıyamadım, soydum. Kışı dalda geçirip süngerleşmiş, susuz bir meyve beklerken ince kabuklu, bol sulu, tatlı bir portakalla karşılaştım, şaşırdım. Böylesine güneşli bir bahar gününde, dalları çiçek, limon ve portakal dolu bir narenciye bahçesinde yarım saat geçirmek için bile bunca yolu gelmeye değerdi. Şanslı günümüzdeydik. Bahçeden çıktıktan birkaç dakika sonra önümüzde bir otomobil durdu. “Antik kente doğru gidiyorum, sizi de götüreyim” dedi camı aralayan sürücü. Biner binmez sohbete başladık. 40 yaşlarındaydı. Uzun yıllar Rusya’da çalışıp, evlenip, sonra eşiyle İstanbul’a dönmüştü. Mutsuzlukları tavana vurunca, iki yıl önce Demre’ye yerleşmişlerdi. “Sahilde deniz manzaralı, yayla gibi geniş bir evde oturuyorum. 300 TL. kira veriyorum. Yazın eşimle beş ay turizm sektöründe çalışıyoruz, bu parayla tüm yıl geçiniyoruz, hatta para biriktiriyoruz. Şimdi çok mutluyum” diyordu. Myra’nın girişi seralar tarafından kuşatılmıştı. Satıcıların bariyerini aşıp, bahar dalları altındaki kapıdan girdik. Dev anfitiyatronun tepesine tırmanıp seralar ve portakal bahçelerinin ardında, denize kadar uzanan Demre’yi seyrettik. Bu Likya kenti bir zamanlar limandı. Nehrin alüvyonları verimli bir ova yaratmıştı. Şimdi denizi görmek bile neredeyse imkansızdı. LİKYA’NIN BAŞKENTİNDEKİ PORTAKALSEVER BELEDİYECİ Demre’den 25 kilometre uzaklıktaki portakal diyarı Finike’ye vardığımızda ikindi vaktiydi. Denize paralel ilen Acısu ve Tatlısu derelerinin suladığı topraklarda narenciye bahçeleri gözalabildiğine uzanıyordu. Finike’nin Demre gibi betonlaşmamasının nedeni, portakal bahçelerini tutkuyla seven belediye başkanıydı. Çevresindeki beldelerin bahçeleri tatil sitelerince yok edilirken, Finike merkezinden yaklaşık 3,5 kilometre uzaklıkta başlayan tarım arazileri özenle korunmuştu. İki bin yıl önce, Aykırçay Vadisi’ndeki Arykanda kentiyle Likya Birliği’ne başkent olan Finike bugün marinası sayesinde önemli bir turizm merkezi. Buna karşın merkezindeki çarşı, eski dokusunu koruyor. Dondurulmuş portakal suyuyla serinleyip, sahilde yürüyüşe çıktığımızda, gözalabildiğine uzanan narenciye bahçelerini uzaktan görüyoruz. Daha sonra konuşma fırsatı bulduğumuz Finike Meyve Üreticileri Birliği Başkan Yardımcısı Fahrettin Çağlayan, narenciyelerin mart sonunda kademe kademe çiçeklendiğini anlatıyor. Kıyıya yakın sulak alandaki bahçelerde başlayan çiçeklenme, daha sonra tepelere doğru yayılıyor. “Nisan boyunca Finike çılgın gibi portakal, limon çiçeği kokar. Tüm bahçeler aynı anda çiçeklenmediği için nisan sonuna kadar bu koku devam eder” diyor. Fethiyeli rehber Tayfun Uysal’dan ise narenciye bahçelerinin çiçeklenme döneminin turizmde bir temaya dönüştürülemediğini, sadece kültür turlarının çiçeklenmiş bahçelere uğradığını öğreniyoruz. Buna karşın portakallar olgunlaştığında tur otobüsleri bahçelere uğramaya başlıyor. Haziranın son haftasında, hasat tamamlandığında, Finike Festivali düzenleniyor. Sonra köylüler sıcaktan kaçıp yaylalara gidiyor, yerlerini tatilciler alıyor. MANZARASI SOLUK KESEN LİKYA KULESİ Son günümüzde, Kaşlı bir arkadaşımızın ailesini ziyaret ettik. Onların önerisiyle, adını daha önce hiç duymadığınız Hoyran’a gittik. Demre’ye 15 kilometre kala, Davazlar’dan deniz yönüne saptık. 500 metre yükseklikten Akdeniz’e bakan 12 haneli bir köydü Hoyran. Kekova’dan Gelidonya Burnu’na kadar geniş alan ayaklarımızın altında uzanıyordu. Köyün içinden geçip, güney batı yönünde denize doğru yürüdük. Yemyeşil bir buğday tarlasının kıyısında, dev lahitler çıktı karşımıza. Bir kaya mezarının üstündeki kabartmalardan, iki bin yıl öncesinin komutanları, zarif kadınları, şık zenginleri bugüne bakıyordu. Definecilerin dinametlediği, yağmaladığı Nekropolis’i geride bırakıp, dar ve sarp bir geçitten Likya şehrine girdik. Dev ağaç kökleri çıkmıştı duvarların içinden. Bir anda kendimizi balkon gibi küçük bir düzlükte bulduk. Altındaki uçurum ve deniz yönündeki manzara tam anlamıyla soluk kesiciydi. Sanki bir martının kanatlarında yükselmiş, Kekova’ya bulutlardan bakıyorduk. Yaklaşık 20 kilometrelik sahil şeridi ayaklarımızın altındaydı. “Bu bir şey değil, siz bir de kaleden görün manzarayı” dedi Hoyran’da yaşayan rehberimiz Süleyman Hacımusaoğlu. Taşların üstünde biraz canbazlık yapıp, gözetleme kulesinin yıkıntısına tırmandığımda gördüğüm manzara karşısında soluğumun kesildiğini söyleyebilirim. Arkamda Toroslar’ın karlı zirveleri, önünde Kekova Adası, uzaklarda Demre’nin portakal bahçeleri, çevremde göz alabildiğine yeşillik, yerlerde çiğdemler... YOLCULUK BÜTÇESİ Dört günlük “portakal çiçeğine yolculuk” geçen yıl, iki kişi her şey dahil, 700 TL’ye maloldu. Bu yıl aynı rotada yolculuk yapmak isterseniz, THY ile İstanbul’dan kişi başı gidiş dönüş 208 TL’ye Dalaman’a ya da Pegasus’la 137 TL’ye Antalya’ya uçabilirsiniz. Dikencik Evleri’nde kahvaltı dahil iki kişi gecelik konaklama 140 TL. (www.yesiluzumlu.com) Kaş’ta mütevazı bir otelde kaldık. Kayahan’da çift kişi oda kahvaltı nisan fiyatı 50 TL. (www.hotelkayahan.com) Bu haber 2911 defa okunmu?tur.
|
DOST SİTELER...
ÖNEMLİ LİNKLER...
GOOGLE TERCÜME |